bugün

entry'ler (1344)

iktidar yozlaştırır

başlıkta anlatılmak istenen şey iyi, karakterli, kişilikli, dürüst, vs. insanların iktidarın verdiği güç ile değişmesi, yozlaşması, kendinden ödünler vermesidir, zaten karaktersiz olanların yozluğunu sağlayan ise iktidarın avantajları değildir.
onlar hiçbir zaman "yapabiliyorum, öyleyse neden yapmayayım?" sorusuna cevap veremezler. hatta Böyle bir soru akıllarına bile gelmez.

"iyi insanlar erdemi sevdikleri için kötü şeyler yapmaktan nefret ederler. Kötü insanlar ise cezalandırılmaktan korktukları için kötü şeyler yapmaktan nefret ederler."
- Horace -

sıradan insanların (yığınların) kötü şeyler yapmasını engelleyen çeşitli kontrol mekanizmaları vardır. kanunlar bu işe yarar, neyin iyi neyin kötü olduğunu belirler ve bir dizi yöntem ile toplumun bunları yapmamasını sağlamaya çalışır, yapanları cezalandırır, vs.
ancak her kanunun bir arka kapısı bulunur (backdoor), hiçbir gözetleyenin olmadığı, olamayacağı yerler her zaman olmuştur, olacaktır.

rüşvet alan bir kişi için kanun gücü çoktan atlatılmış bir kontrol mekanizmasıdır.
Burada başka şeyler devreye girer. Mesela din bunlardan biridir. insanların kötü şeyler yapmasını ilahi bir varlığa verilecek hesap gününün geleceğine dair bir inanç ile engellemek oldukça başarılı bir yöntemdir ama burada da insan kontrol edildiğini, izlendiğini hissettiği (varsaydığı) için iyi davranır. Eğer günün birinde ilahi bir varlığa verilecek hesabın geleceği veya hayatınızda yaptığınız kötülüklerin bir sonraki yaşamınızı köpek olarak geçirmenizi sağlayacağı türevi bir inanca sahip değilseniz bu mekanizma da sizin için geçersizdir.
eğer böyle ise rüşvet yiyecek kişinin bunu yapmamasını sağlayacak hiçbir kontrol mekanizması kalmamış demektir. işte elimizde kalan Bu son küme en kişiliksiz ve en karakterli insanların bir arada bulunduğu yerdir.

insanın kendi ahlaki değerleri olup olmaması, karakterinin gelişmişliği işte burada devreye girer. Artık hesap verilecek bir merci yoktur ama insanın kendine, karakterine yakıştırdığı sıfatlar, hayatına, var oluşuna biçtiği değerler vardır(eğer var ise).
onur gibi, şeref gibi, dürüstlük gibi, iyi biri olmak gibi, kimseye zarar vermeme prensibini benimsemek gibi, kendi inanmasa bile başkalarının değerlerini çiğnememek gibi, insanların mülklerine müdahale etme fikrini bile zararlı bulmak gibi, diğerlerine saygı göstermeyi bir zorunluluk değil bir gereklilik olarak algılamak gibi...
bunlar insanın tek başına kaldığında bile kötülük yapmasını engelleyen kabullerdir. Ne yaptığı Kimsenin bilmesine de gerek yoktur, kendinin bilmesi yeterlidir.

ama kişi için 'iyi biri' sıfatı olunan bir durum değil de oluşturulan bir imajdan ibaret ise o imajı gözleyecek kimsenin olmadığı yerde kötülük yapmasına engel olacak hiçbir kuvvet de kalmamış demektir. sadece uygun yer ve zaman sorunu vardır. imkanlar elverdiği sürece her yola başvurulabilir.

"Ahlaki duygular doğuştan gelmez, sonradan kazanılır."
- John Stuart Mill -

terapiye gidip yaptığınız bir kötülüğü anlattığınızda hiçbir psikolog "yaptın çünkü kişiliksizsin!" demez en fazla hıımm layıp pişman olup olmadığını sorar ama karakter gelişimi psikolojinin ana inceleme alanlarından biridir.
Bu gelişimde çevresel faktörlerin etkisi yadsınamaz ancak ne yazık ki hiçbir dışsal etki insanın neden omurgasız, karaktersiz, kötü, vs. biri haline geldiğinin açıklamasını yapamamaktadır.
Aynı koşullarda büyüyen, aynı şeyleri yaşayan ikizler bile farklı kişiliklere sahip olabilmektedir. ister bunu ufak biyolojik farklara bağlarsınız, ister bilinç altına veya başka bir cevap bulmaya çalışırsınız ama şu bir gerçektir ki bu alandaki determinist yaklaşım tam anlamı ile patlamıştır.
"Her insan özünde iyidir." palavrasını çürüten de filozoflar değil hayatın kendidir.

insan olmanın sadece belli bir biyolojik türe ait olma değil de bazı ahlaki değerleri taşıma anlamına geldiğini düşünüyorsanız Var oluşunuzun temelindeki harca bazı ahlaki tercihleri, değerleri, tavırları katarsınız ve bu yapıyı ayakta tutan sizin sahiciliğinizdir.
Eğer bu değerler Modaya, çoğunluğa, topluma, egemenlere, ona, buna uymak veya yaranmak için takınılmış etiketlerden oluşuyor ise yani beş para etmez muhteviyatınızı saklamaya yarayan kaplamadan, üzerinize çekilmiş bir ciladan ibaretler ise bilin ki bu sahteliğin sağladığı imaj sahiliğin verdiği onurun yanına bile yaklaşamaz.

Aslında ahlaki değerlerin hiçbiri evrensel veya bilimsel değildir. insan öldürmenin kötü bir şey olduğunu ön kabuller olmaksızın kim ispatlayabilir? veya hırsızlık yapmanın ya da yalan söylemenin zararlı olduğunu nasıl kanıtlarsınız? Diğerlerine de en az kendin kadar saygı gösterilmesi gerektiğini kim söylemiş?

bunlar tamamen felsefi-ahlaki kabullerdir. Bazıları toplumsal hale gelmiştir, bazıları içselleşmiştir, bazılarına sadece kontrol edilindiği için uyulur, vs.
insan tek başına kaldığında ise bu kontrollerden azaddır, yani değersizler için artık her şey mubahtır.

"Sadece tek bir kategorik zorunluluk vardır ve o da şudur: Yalnızca evrensel bir yasa olmasını isteyebileceğiniz bir maxime (kurala) göre hareket edin."
- Immanuel Kant -

Şimdi adını hatırlayamadığım bir bilim adamının insanlardaki karakter gelişimini inceleyip vardığı sonuçlar da buna benzerdir.
Bazıları din sayesinde iyi biri olur, bazıları toplum baskısı, bazıları kanunlar, cezalar vs. Bazıları ise öyle olmasını istediği, onun doğru olduğuna inandığı için iyi olmaya çalışır. Onların içselleşmiş ahlaki değerleri vardır der ve toplumunun ufak bir azınlığını oluştururlar.

Ne yazık ki diğerleri çoğunluktadır. Ailesinin üyelerini stasi'ye ihbar edenler, hapse girmemek için dostlarını ispiyonlayanlar, normalde ırkçı olmamasına karşın çoğunluğa uyup hitler'e bağlılık yeminleri eden çoğunluklar, farklı görüşten oldukları için karşısındakinin ölmesinde bir beis görmeyenler, savaş dönemindeki karışıklıklardan yararlanıp komşusunun malını gasp edenler, yetkisini kötüye kullanarak kuralları ihlal edenler, kişisel çıkar sağlamaya çalışanlar, vs...

Bunlar kişilik zaaflarıdır ve her tarafta bu karaktersiz, ezik, zavallıları görebilirsiniz.

Birçoğu bu kişiliksizliklerini büyük değerlere sığınarak örtmeye çalışır, nerede yüce değerlerden bahsediliyor, büyük laflar ediliyor ise orada en azından bir kaç karaktersiz bulabilirsiniz.
gizlenmeye çalışırlar, pisliklerini örtmeye çalışırlar, başlarını yastığa koyduklarında zavallı hayatlarını, sefil karakterini değil o sığındığı değerleri hatırlamak isterler.

Bazılarında vicdan devreye girer, boğar insanı, yanlış yaptığını, kötü olduğunu hatırlatır durmadan.
Ama vicdan denen şey de ahlaki değerleri olan insanlara hastır. Ahlakı olmayanın vicdanı da olmaz, ahlakı olmayanın utanması da olmaz.
zira bir şeyin yanlışlığını kabul etmemiş birine onun yanlış olduğunu hatırlatmanın hiçbir anlamı yoktur.

Evet iktidar büyük bir sınavdır ve çoğunluk bu sınavda başarısız olur. sürdüremez. Zayıftır, değerleri oturmamıştır, güç eline geçince hepsini kaybeder, şapşallaşır, bazı şeylerin neden yapılmaması gerektiği unutur, yapabiliyor olması yapması için yeterli sebep haline gelir.

bazılarının ise böyle değerleri, dolayısıyla dertleri zaten yoktur. Onlar için Güce kavuşmaları sadece yapabileceklerinin sayısının artması anlamına gelir.

bu sadece iktidar bağlamında ele alınacak bir şey de değil.
cep telefonunuzu çalan birini affetmek, polise teslim etmek veya ağzını burnunu kırmak hatta öldürmek arasındaki tercihleriniz, paranız olmadığı için sevmediğiniz bir işe girmek veya hırsızlık yapmak gibi seçimler değerleriniz açık ifadesidir.

"Başkalarına kendine davranılmasını istediğin gibi davran."
- Domingo de Banez -

iki kişi, birinde silah var. kullanmaması için mantıklı(rasyonel) bir neden gösterebilir misiniz?
gösteremezsiniz!
kullanıp kullanmaması tamamen o kişinin karakteri ile, değerleri ile alakalıdır. Kişiliksiz biri için, değersiz bir zavallı için kullanmamanın hiçbir mantığı olamaz.

tabii kötülük ile kişiliksizlik, değersizlik, onursuzluk aynı şeyler değildir. Daha da çoğaltabileceğimiz bu sıfatları genel bir kötü şemsiyesi altına soksak da arada çok önemli farklar vardır. kötülüğün karşılığı karakterlilik olmadığı gibi eşiti de onursuzluk değildir.
belki de lawful, neutral ve chaotic önsıfatları bu farkı yeterince açıklıyordur.

Acaba neden amerikan popüler kültüründe kötü deyince akla hitler değilde nixon gelir?

bunun nedeni hitler'in ne kadar kötülük yapmış, dünyaya ne kadar acı vermiş olursa olsun bunların hiçbirini gizlice yapmamış olması olabilir mi?

Hitler'in her yaptığı alman devletinin kayıtlarında, resmi belgelerinde vardır. Savaşın bitişi ve Almanya'nın işgaline kadar bu belgelere dokunulmamıştır bile. sadece artık savaşın kesin kez kaybedileceği anlaşıldığında bir imha operasyonuna başlanmıştır.
Çeşitli makyavelist hareketleri olsa da Hitler yaptıklarını reddetmez, iktidara gelmeden önceki ve iktidarı dönemindeki konuşmalarını dinlerseniz çok bir fark göremezsiniz.

oysa nixon yalancıdır, karaktersizdir, yaptıkları hep gizli saklıdır, o muhafazakar imajının altında dönen dolapları anlayamazsınız, iki yüzlüdür.

Bu yüzden bir Amerikalıya -eğer gözü dönmüş bir cumhuriyetçi değil ise- kişiliksizlikten, karaktersizlikten, iki yüzlülükten, içten pazarlılıktan bahsedildiğinde aklına nixon ve o pis sırıtışı gelir.

evet Tarih birçok iyi adamın iktidarda iken isteyerek ya da istemeyerek kötü kararlar aldığını anlatan hikayeler ile doludur ve fakat birçok kişiliksizin de elindeki güçleri kendi sefil amaçları için kötüye kullandığına şahit olmuştur, olmaktadır, olacaktır...

"Herkes ahlaklı olmadıkça, hiç kimse tümüyle ahlaklı olamaz."
- Herbert Spencer -

sızıntı

yakın zamanda elime geçen aylık ilim-kültür dergisi.

geçen gün bir yandan scientific american, popular science gibi emperyalist yayınlarının internet sitelerine ne var? ne yok? gibisinden bakarken bir yandan da ülkemizden bu alanda bilim ve teknik dışında kaliteli yayın çıkmadı, onunda popüler tarafı pek gelişmiş değil geyiğini yeniden ısıtıyordum ki ben daha sözümü bitirmeden arkadaş çekmecesinden çıkarttığı sızıntı dergisini yüzüme çarptı.

ilk başta sinirlensem de dergiyi biraz incelediğimde arkadaşımın ne kadar haklı olduğunu benim ise nasıl bir gaflet ve dalalet çukurunda debelenmekte olduğumu anlamam çok zaman almadı.

neyse, geyiği bir tarafa bırakalım.
popüler bilim dergisi desem değil, din dergisi desem değil. acayip, türler üstü bir durumu var.

dergi elli sayfa ama içinde yok yok! coğrafya, botanik, psikoloji, tarih, fizik, jeoloji, biyoloji, tıp, zooloji ne ararsan.

'power point kullanmayı biliyorum' manasına gelen simgeler, fontlar bunda da bol bol kullanılmış ama ara ara bazı çizimler göze çarpıyor ki bunları yapanlar direkt frp alemine geçmeli ve islami usullere uygun bir setting yapımına başlamalıdırlar.

dergide kullanılan dil de bir acayip (osmanlıca kelimelerden bahsetmiyorum). sözde bilimsel bir şeylerden bahsediliyor ancak kullanılan kelimeler: mucize, bilinmeyenler, gizem, şaşırtıcı, büyüleyici, vs. vs.

hesapta bilimsel bir çalışmanın sonuçları bizimle paylaşılıyor ancak yazıyı okuduğumda o konu ile ilgili -bir kaç bilgi kırıntısı dışında- hiçbir şey öğrenemiyorum. yanlızca kafamda "ey yumurtaya can veren allahim, sen nelere kadirsin!" türü şaşkınlık belirten bir ifade çağrışıyor.

bir de dergideki yazılarda belli bir kalıp var ve konu ne olursa olsun bu kalıp bozulmuyor.
rastgele bir örnek verirsek:

başlık: "Proteinler Nasıl Kalıplanıyor?"
(sayfa göz alıcı. bir yandan dna sarmalları boydan boya geçiyor, bir yanda atom modelleri ışıldıyor.)

başlığın hemen üsütünde bir vecize: "Bedene ait hastalıklarda, tabibin tavsiyeleri esas alınması gerektiği gibi mânevî rahatsızlıklarda da bir kâmil mürşidin öğütlerini tutmaya ihtiyaç vardır." *

"Her bir moleküler makine, sebepler plânında üstlenmiş olduğu fonksiyonu yerine getirebilecek hususiyetlerde yaratılmıştır."

"Her biri bir devleti andıran hücre içi yapılanma ve işleyiş, akıllara durgunluk verecek kadar ince hesaplar üzerine kurulmuştur. Hücre içi makinelerin ince bir plân, program ve ölçüyü gerektiren bu fevkalâde mimarileri ve çalışma prensipleri, günümüz bilim dünyasının revaçta olan araştırma konularındandır."

"Proteinlerin bir an için akıllı ve şuurlu olduğunu farzedelim: Bir protein saniyede kendi başına 100 milyar farklı katlanma ihtimalini deneseydi, bütün ihtimalleri değerlendirerek doğru şekle ulaşması 100 milyar yıl sürerdi. Ortalama olarak her bir hücrede 3.000-5.000 çeşit protein olduğunu kabul edersek, bir hücrenin kendi kendine veya sebeplerle tesadüfen inşa edilmesi ve pürüzsüz şekilde fonksiyonlarını sürdürebilmesinin ne kadar imkân dışı olduğu açıkça görülecektir. Halbuki, bu hâdise, Sonsuz ilim ve Kudret Sahibi Yaratıcı'nın "kün(ol)" emriyle hücre içerisinde bir saniye veya daha kısa bir sürede gerçekleştirilmektedir."

"Biyolojik sisteme bağlı hayatın sürdürülebilirliği, hücrelerin temel yapıtaşlarından olan proteinlerin (aslında pamuk ipliğinden milyon kez ince bir ipliğin) çok ince bir sanat ve ilimle katlanmasına bağlı, mu'cizevî bir hâdise olduğu görülmektedir. Son yıllarda bu mu'cizevî katlanmanın kendi kendine değil, çaperonlar eşliğinde gerçekleştirildiği bulunmuştur. Proteinlerin doğru şekilde katlanmasında vazifeli çaperonlar, milyarlarca katlanma ihtimali içerisinden doğru katlanmayı gerçekleştirmede proteinlere yardımcı oldukları gösterilmiştir. Proteinleri bu kadar kısa sürede "Kün (ol)" emriyle katlayan "Sonsuz ilim ve Kudret Sahibi" sebepler ve imtihanlar dünyasında bu mu'cizevî hâdiseye de çaperon isimli molekülleri perde kılarak, kudret ve azametini gizlemiştir. Önümüzdeki yıllarda geliştirilecek yeni teori ve model mekanizmalarla ve yeni keşfedilecek moleküllerle, proteinlerin katlanması bugünkünden daha da iyi açıklanabilecektir. Ancak tespit edilen ve ortaya konan mekanizmalar ve sebepler, bir şeyin olmasını dilediğinde buyruğu "Ol!" demekten ibaret olan Kudret-i Ezelî'nin izzetine perdedâr olmaktan öteye geçemeyecektir. Doğumundan itibaren insanı, her an her hücresinde molekül molekül yeniden inşa eden bir Kudret eli olduğu gerçeğini değiştiremeyecektir."

aynı kalıp ile bir başlık sallayalım:

başlık: "mikroişlemci teknolojileri ve harddisklerin bilinmeyen dünyası."

başlığın hemen üstünde: "nasıl ki insan beyninin yüzde biri bile edemeyen bilgisayarları yapan birileri vardır. şüphesiz ki insan da rastgele oluşmamıştır."

dediğim gibi konu, vaka ne olursa olsun bu kalıp değişmiyor. önce bilimsel bir şeyler söyleniyor(ki sonuçta her şey aynı yere bağlandığı için ne söylendiği de pek önemli değil) sonra bunun din ile baglantısı kurulup "işte kanıt, işte gerçekler. hepsi kör gözlerin görmesini bekliyor!" tadında dinin sağlaması yapılmaya çalışılıyor.

ancak bilim ile dinin böylesi bir iç içeliğinin mantıksal bir handikapı var.
bilimsel bilgi deneyler, gözlemler sonucunda edinilen bir bilgidir ve her an çürüme ihtimali vardır. teolojik bilgi ise imana dayalıdır ve yadsımak, çürütmek gibi bir imkan yoktur. tamamen inançla alakalıdır ve inancın olduğu yerde geçerli olmadığı yerde geçersizdir.

bu yüzden bu ikilinin oluşturduğu olasılık ağacının dallarının bir tarafı tamamen budalıdır. yani bilim dinsel bilgiyi doğruladığı sürece kabul edilebilirdir ancak arada bir uyumsuzluk çıktığı an bilimsel değil dinsel bilgi doğru kabul edilir. ayrıca dinsel bilgi zaten yadsınamaz olduğu ve bütün evreni kendi tarzı ile açıkladığı için bilimin alanı sadece dinin önceden söylediklerini kanıtlamaya(kanıtlamaya da değil sağlamaya) indirgenmiş olur ki buna zaten bilim denmez.

sonuç olarak din ile bilim işleri birbirinden ayrılmalıdır çünkü bu haliyle olası bir çatışmada sırtınızı döneceğiniz yer bilimdir.

moderasyonu elestiren entry nin akibeti

mesela bir moderatör gecenin verdiği mahmurluğu üzerinden atmak için * sözlükte -kendince- bir sorun bulur önce kafasına göre bir kural koyar sonra iki saniye önce kendinin koyduğu bu kural gereğince yazarları çaylak yapmaya başlar.

bunları gören bir eleman bu durumun abukluğunu fark edip yarı eleştiri yarı dalga geçme amacıyla bir başlık açar, altına entrysini girer.

sonra entryi okuyan yönetici "moderasyonu elestiren entrynin akibeti" hakkında bize muthiş fikirler verir.

direk başlığı veya entryi silse çok tepki çekeceğinin, meselenin daha da büyüyeceğinin farkında olan yönetici ilk önce yoğun bir incelemeden geçirdiği, 700-800 karakterlik bu entryde bir tane yanlış yazılmış harf bulur. (bilimum yazılmıştır doğrusu bilumum'dur)
ve hemen entryi kaldırıp edit talebi gönderir.

şimdi bu tabii ki tesadüftür. yazar 1500 entrylik sözlük yaşamında -daha önce birçok hata yapmasına rağmen- hiç harf hatası yüzüden edit isteği almamıştır ama bu bir tesadüftür. yazar suçu kendinde aramalıdır.

bu kısa süreli sekteden sonra entry düzeltilir, yeniden dolaşıma sokulur. ama moderatörlüğün verdiği imkanlar bununla sınırlı değildir, hemen yeni bir şeyler düşünmeye başlanır.

bu sefer çok daha cin bir fikir gelir yöneticinin aklına. sözlük taranır yöneticinin fikrine uygun gibi görülen ama daha önceden, başka bir başlığın altına, başka bir neden ile girilmiş birkaç entry bulunup bu eleştirel başlığa taşınır.

böylece başlığı açan kişi yukarıda bahsettiğimiz yazar olsa da bir anda entrysi alt sıralara itilmiş olur.

bu aranıp bulunan entrylerin sahibi olayla alakası olmadığını, kendisine sorulmadan yapıldığını, böyle bir şeyi istemediğini, entryi girerken belirtmek istediklerinin şu anda çarpıtılmış olduğunu bizimle paylaşır. ancak bunu ipleyen kimse çıkmaz.

yani iki kişinin birden hakkı yenilmiştir. (ki biri tamamen konu ile alakasızdır)
ama suç yazarlardadır.

daha önce de sözlüğü ülkeye, yönetimi ise bir çeşit devlete benzetmiştim. şimdi böyle uygulamalar yapan bir devletin sıfatı ne olur, ona siz karar verin.

edit: (bkz: sürekli büyüyor efendim durduramıyoruz)

moderasyonun sahip olduğu güçler ile yapılabilen bir diğer şey de açılan başlığı değiştirmekmiş.

mesela yazar 'slogan bolumunun kotu niyetli kullanimi' başlığını açıp entrysini girer, bunu gören moderatör hiçbir şey yapamıyorum bari başlık ile oynayayım diyerek başlığı 'slogan bolumunun farkli amaclarla kullanimi' haline getirir.

başlık yakında 'italyan mutfağından yemek tarifleri'ne yönlendirilebilir o yüzden biz şunu koyalım:
img318.imageshack.us/img318/6006/adsz1ci5.png

wikipedia

bilgisayar başında zaman geçirmemin nedenleri listesinde başı çeken sanal ansiklopedi.

internetin hayatımıza kattığı sözlük, anında mesajlaşma, e-mail, vs. gibi şeylerin yanında bir de zaten hayatımızda olan ama ulaşılmasını, kullanımını, formunu değiştirdiği şeyler var. porno, gazeteler, kitaplar, vs. wikipedia'da bunlardan biri.

her boka ilgi buyan bir adamsanız * mecburen ansiklopedilerden yararlanmanız gerekiyor. kütüphanemede biri ingilizce olmak üzere dört ansiklopedim var ama internet ile haşır neşir olmaya başladığımdan beri birini açmışlığım yoktur.

wikipedia'nın normal ansiklopedilere göre bir çok artısı var.
bir kere çok daha kapsamlı, tematik olmamasına rağmen tematikler kadar bilgi sağlayabiliyor.
(hiçbir ansiklopedide yüce eskilerin* listesini veya camarilla'nın altı kanununu bulamazsınız.)
ayrıca -elitist- bir kurul tarafından hazırlanmadığından populer kültüre uzak değil. alt kültürlere de mesafeli durmuyor.
(arama özelliği çok başarılı değil ama google ile bu sorunu aşabiliyorsunuz.)

en güzel tarafı ise konuların, başlıkların birbirine linkler ile bağlanmış olmaları. bu sayede siteyi kapatmak imkansız hale gelebiliyor.
misal aslında gül savaşları için girmişken önce kelt mitolojisi sonra Brian Boru hakkında bir şeyler okurken buluyorsunuz kendinizi.

ansiklopediler genel olarak giriş seviyesi bilgi verir, "x nedir?" sorusuna cevap vermeye çalışır.
normallerine göre çok daha kapsamlı olmasına rağmen wikipedia'da da durum farklı değil ama ansiklopedinin amacı da zaten budur.

ingilizce bölümü gerçekten her boku bulup önünüze getiriyor ama türkçe için aynını söyleyemem. dan brown ile ilgili sayfalarca bilgi yığılıyken ahmet hamdi tanpınar, kemal tahir, oğuz atay gibi isimler bir paragraf ile geçiştirilmiş. (ama zamanla gelişecektir diye umuyorum.)

en büyük yaralarından biri de elinin altında bir başvuru kaynağı olarak durması. idiot savant değilseniz her şeyi hafızanızda tutmanızın imkanı yoktur. mesela ben tarihleri aklımda tutamam, isimleri hep karıştırırım, şiir falan ezberleyemem... işte elinizde böyle bir kaynak olunca ve ne aradığınızı da biliyorsanız işiniz müthiş kolaylaşıyor.
özellikle türkiye tarihi konusunda da daha detaylı bir hale gelir ise kitap karıştırmamı tamamen gereksiz hale getirecek. (benim gibi altını çizmeden, post it yapıştırıp not almadan, sayfayı kıvırmadan, dümdüz -allah ne verdiyse- okuma yapıyorsanız aradığınız şeyi bulmanın nasıl bir çileye dönüştüğünü biliyorsunuzdur.)

bilginin kaynağını tartışmak ise iyice mizahi bir yöne doğru götürüyor bizi. bilgiyi gazetelerden, kitaplardan, wiki'den veya tonton amcanızdan edinmeniz bilginin kalitesi veya geçerliliği hakkında bir fikir vermez.
böylesi bir savunma, sıkışınca "senin iq kaç?", "kaç kitap okudun?" gibisinden laf sokma amaçlı sorular sormaya benziyor.

şüphesiz ki wikipedia'da yazanların hepsi evrensel gerçekler, sarsılmaz doğrular değildir. ancak saf ve temiz anadolu köylüsü değilsiniz ki her okunuğunuza inanasınız.
yani hindistan'ın bir eyaletindeki ufak bir maoist partiden, insanlığın yeni umuduymuş gibi bahsediliyor ise bunun partinin militanları tarafından yazıldığını anlamak veya 'mason' başlığı altında örtülü olarak özgür masonluk diye bir şey yoktur deniyor ise bunun kaynağının hür ve kabul edilmiş tayfa olduğunu kavramak çok zor olmasa gerek.
ayrıca bu dediklerimin de bir önemi yok çünkü ortada bir bilgi var ise "acep bunu kim yumurtlamış?" sorusuna verilecek herhangi bir cevap* bilginin kendisini çürütmez.

daha önce elli kere paradigmadan, yöntemden, pluralizmden, bütün fikirlerin özgür bir ortamda eşitçe yarışması gerektiğinden, vs. bahsettik (bkz: yaşar nuri öztürk tribi).
normalde hiç bu kavramlara yüz vermeyenler deniz ve yılan ikileminde kalınca olanca güçleriyle sarılmaya çalışıyorlar.
ancak bunu da beceremiyorlar.

eh herkes kendi meşrebince yontmaya çalışıyor teorileri. quantum mekaniğinden yola çıkarak fizik çalışmaları da yapılıyor, douglas adams gibi roman da yazılıyor veya JZ Knight gibi "ramtha benimle iletişime geçti. düşüncelerimle nesnelerin yapısını değiştirebilirim. uçarım, kaçarım. çünkü kuantumlar, kuarklar bık bık..." da deniyor.

bir yöntem ile veya bir paradigmadan bakarak 'üretilen' bilgiler mutlak gerçeği ifade edemez (ki mutlak gerçek var mıdır? yok mudur? tartışması da ayrı bir konu) ama "ankara türkiye'nin başkentidir." genel geçer bir bilgidir. bana göre istanbul başkenttir diyemezsiniz. *

veya metinlerinizde "biyolokal cyber-skolastik transformasyon" gibi daha önce duyulmamış, söylenmemiş (bir anlama sahip olmayan) bir terim kullanıyorsanız bunun içini doldurmanız, bir tanım yapmanız gerekir (uydurduğunuz şeye anlamını verecek sizsiniz).
eğer bunu yapamıyorsanız tamamen kıçtan uydurulmuş(anlamsız) bir kavram kullanıyorsunuz demektir ki bunu 'gerizekalı başlık üreteci' bile yapabiliyor.

yani biri çıkıp "freud çok kral bir ekonomist idi." diyor ise 'saçmalama kazım'dan daha ileri bir eleştiri beklemesin.

(bunları söylemek bile saçma ama demek ki ihtiyaç duyuluyor.) * *

neyse,
hem wikipedia hem -yeni yeni gelişiyor olsalar da- Wikiquote, wikisource, wikinews, vs. çok faydalı projeler. kimin aklına geldi ise minnettarım, yazarlarının da eline sağlık.

herkes okusun, bilgilensin. *
öğrendikleriniz ile ister papağanlık yaparsınız ister -çapınız da yetiyorsa- yeni şeyler ortaya koyarsınız.
her ikisi de cahillikten daha iyidir.

moderatörlerin fake account açması

(bkz: soru soruyorum hemen silicem) *

bilindiği gibi sözlük yazarlarının ikinci bir hasap açması yasak. bir şekilde açık ediyorlar kendilerini. şikayet geliyor, ip'den anlaşılıyor, vs.
yamulmuyosam açanın iki hasabı da siliniyor (veya biri siliniyor diğeri çaylak yapılıyor.)

peki sıradan bir yazarın değil de moderasyondan birinin sahte hesap açmasının önüne nasıl geçiliyor?
nasıl bir kontrol mekanizması bunu engelliyor? *

not: şimdi kimse kalkıp "kim yapmış bunu?" diye mesaj atmasın böyle bir şey var demedim. sadece olmaması nasıl sağlanıyor merak ettim.

slogan bölümünün farklı amaçlarla kullanımı

alt cizgi, yan keski, köşeli parantez, ampersand, apostrof gibi sözlüğümüze hiçbir katkı sağlayamayacak, anlamsız işaretler ile iş güç/slogan bölümünü doldurmaktır.

bilindiği gibi bu bölüm sözlük yönetiminin yazarların kullanımı için sunduğu nimetlerin başında gelir ancak bazı kötü niyetli kişiler bunu hep yanlış şekilde kullanmakta ve gösterilen iyi niyeti suistimal etmektedir.

böyle art niyetli yazarların bize verebileceği hiçbir şey yoktur.
sorarım size bugün iş/güç slogan bölümüne yan keski koyan yarın neler yapmaz ?

bilumum saçma sapan işaret vasıtasıyla cemiyetimizin altını oyan bu kişiler bir an önce toplumdan ayıklanmalıdır.

çok şükür ki özel mesaj gibi sadece mesajlaşan iki kişiyi ilgilendiren bir olayı bile dert edinip harekete geçen bir yönetimimiz var.

not: başlığın orjinali şudur: "slogan bolumunun kötü niyetli kullanimi"

analitik liberalizm

yok böyle bir şey.

niye yok? çünkü liberalizmin merkezinde marksizmde olduğu gibi bir çözümleme yok.

analitik felsefe hegelyen felsefenin karşıtı olarak ortaya çıktıkmıştır.
bu yüzden hem genel olarak hegelci idealist felsefe hem de özelde -materyalist olsa da- marksist felsefe analitik felsefenin alanına girer. (girer demeyelim de çakışır diyelim)

marksizm ile analitik felsefeyi(ve mantıksal pozitivizmi) birleştirmeye çalışanlar da olmuştur.
önceleri kısıtlı ve kişisel olan bu çalışmalar (Otto Neurath gibi ) daha sonra analitik marksizm akımı ile daha derli toplu bir hale gelmiştir. (bazı kaynaklarda 'analitik marksist okul' olarak geçse de tam anlamıyla bir ekol değildir)

tabii ki mantıksal pozitivizmi ve mirasçısı olan analitik felsefeyi benimsemiş liberal düşünürler vardır (hatta bu alanın öncüleri genel olarak liberaldir dersek abartmış olmayız) ancak bunlar iki alakasız konudur. (bir insanın siyahi ve kadın olması gibi)

şimdi iki isim var ki (liberal John Rawls ve liberter Robert Nozick) yukarıdaki genellemeyi kırıyormuş gibi görünüyorlar. ancak bunların çalışmalarında da 'analitik liberalizm' gibi bir akım (veya görüşe) rastlamıyoruz (zaten böyle bir savları da yok). sadece analitik felsefenin araçlarını kullanıyorlar, bu kadar.

toparlarsak, en başta da söylediğim gibi "yok böyle bir şey". gotunuzden ideoloji uydurmayin!

mulkiyet olgusu karsisinda saskina donen uzaylilar

üç milenyum öncesinde devrim sürecine giren ve yaklaşık bin beşyüz yıl önce komunizme geçmiş kiorto galaksisi federasyonundaki prioskut planetinden gelen keşif kafilesidir.

bizim halen atlayamadığımız tarihsel dönemleri çoktan yemiş bitirmiş olan bu lrikzolar ilk başta nasıl bu kadar geri olabildiğimize şaşıracak daha sonra ise halk meclislerinde alınan bir karar uyarınca deneyimleri ile bize yol göstermeye başlayacaklardır.
(şüphesiz bu gelişme ile zxiuoslu konhar'ın tek galakside sosyalizm teorisi de tekrardan tartışmaya açılacaktır.)

böylece ekonomik determinizmin salt insan medeniyetinin gelişimini değil evrendeki bütün uygarlıkları açıklayabildiği de kanıtlanmış olacaktır.

ancak -birleşmiş milletlerin gizliden gizliye destek verdiği- bir grup insan "kökü dışarda sosyalizm istemiyoruz!" benzeri sloganlar ile yeryüzü cephesi denen para-militarist bir organizasyon kurarak kiorto-x komünü'nün sosyal-emperyalist politikalar izlediği ve dünyamız için asıl önemli olanın bağımsızlık olduğu yönünde silahlı propaganda yapmaya başlar.

bunun üzerine tek başına güneş sistemimizden daha fazla yer kaplamasına rağmen yayılmacı politikasından vazgeçmeyen, korporatist ve katı nasyonalist olan triosdofake gökadasının peurte kobuz'u(yüce uzayi şefi) reltih lieh hem samanyolu üzerindeki hakimiyetini arttırmak hem de gezegenlerinde baş göstermeye başlayan ekonomik sıkıntıları örtbas etmek amacı ile yeryüzü cephesi'ne tam destek verdiğini açıklar.

haberlerin kozmosun anarko-kapitalist otonomlarına kadar varması ile başta ıkzerix, kaksimun ve kkca-49 olmak üzere bir çok şirket güneş sistemine -betelgeuse üzerinden- sınırsız silah satışına başlar.

triosdofake'in bu kararı ve kiorto'nun geri adım atmaması üzerine zaten diken üstünde duran güneş sistemi tamamen kontrolden çıkar.

önce venüs ve merkür'de başlayan çatışmalar zamanla komşu gezengenlere de sıçrar ve bizim ilk kez katıldığımız ancak bilinen 8. evren savaşı böylece başlamış olur.

ekonomizm

(bkz: ekonomik indirgemecilik)

(bkz: ekonomik determinizm)

ekşi sözlük darbecilerine kucak açalım

--spoiler--

özgürlükçü siyasette daha etkili bir konuma yükselmemizi sağlayacak olan bu öneriye destek verilmelidir.

başarısız geçen '21 aralık darbesi' ardından ekşi sözlük'te meydana gelen olağanüstü durum düşünülünce neden yapılması gerektiği fikrim odur ki çok daha iyi görülecektir.

sözlüğümüz en kısa zamanda bu darbe girişiminin tüm elemanlarına -şartsız- siyasi sığınma hakkı vermelidir.

uludağ sözlük olarak öncecilik kullanıp, böylesi doğru bir girişimin öncülerine, olası bir yargılanma saçmalığı başlamadan kucak açmalıyız.

eğer arzu ederlerse devrimci hareketlerini buradan devam ettirmelerine de imkan verilmeli ve böylesi kahraman insanları kaybetmemek için tüm imkanlarımız kullanılmalıdır.

yaşasın yeni gelileo'lar!
yaşasın özgürlük!

--

yukardaki metin tamamen kurgudur. insanlar altına entry girsinler diye yazılmıştır. dikkat çekme amacı güdülmektedir.

--spoiler--

yukardaki metin non-fiction sayılabilir. insanlar altına entry girsinler diye yazılmıştır.

"şimdi siz burada yapılanı (ironi, mizah, geyik, her ne ise.) anlamazsınız ama ben anlarım. (şimdiye kadar hepsini anladım. feriştahı gelse anlarım!) bu yüzden size yol gösteriyorum." denmeye çalışılmaktadır.

dikkat çekme amacı güdülmektedir. * *

non bullshit marxism

* *

"yüz çiçek açsın, bin fikir yarışsın." mantalitesi ile toplanan 'september Group' * adı da verilen bir grup sosyal bilimcinin ortaya koydukları fikirlere uygun gördükleri sıfat. (daha sonra 'analitik maksizm' olarak literatüre geçmiştir)

grupta gerald alan cohen, Jon Elster, Adam Przeworski, Erik Olin Wright, Robert Brenner, Hillel Steiner, Philippe Van Parijs, Robert Van Der Veen, Samuel Bowles, John Roemer, Thomas Piketty, Joshua Cohen gibi -genel olarak marksist- sosyal bilimciler bulunmaktaydı.

bakıldığında çok farklı fikriyatlara sahip bu isimlerin ortak bir görüş üzerinde hemfikir olmaları pek mümkün görülmüyor.
zaten bu gruptan herkesin hemfikir olduğu şeyler çıkmadı. (hatta en büyük eleştirilerini yine kendi içlerinden aldılar.)

çıkış noktaları marksizm eleştirisi gibi görülse dahi yaptıkları şey marksizm savunmasından ileri olamamıştır.

misal grubun en koyu marksistlerinden gerald cohen, marks'ın tarihsel materyalizm anlayışını savunurken ekonomik determinizmi (cohen teknolojik determinizm diyor) reddetmemiş ama bunun otu boku ekonomik gelişme ile açıklama anlamına gelmeyeceğini sadece bir öncelik (nedensellik) bağı bulunduğunu kanıtlamaya çaba harcamış.
ve bunları yaparken bizzat döneminde marksizm eleştirisi için kullanılan mantıkları kullanmıştır.

ancak -marksist arkadaşlar tersini söylecek olsalar da- bana göre cohen ne marksizmin bu indirgemeci bakışını aşabilmiş (ki böyle bir niyeti de yok) ne de bu determinist bakışı temellendirebilmiştir.

dediğim gibi grup içinde çok farklı düşünceler var.
bir bölümü Karl Popper, Harry Burrows Acton, John Plamenatz gibi düşünürlerin marksizm eleştirilerini analitik felsefenin araçları ile çürütmeye çalışmış.
kimileri metodolojik bireyselcilik, rasyonel tercih teorisi, oyun teorisi gibi şeyleri marksizme eklemlemeye çalışmış.
bazıları tarihsel maddeciliği, hegel'den devralınan diyalektiği, alt yapı üst yapı kuramlarını, proletarya diktatörlüğünü reddetmiş.
vs. vs...

"şimdi bunlar gidince ortada marksizmle ilgili ne kalıyor?" diyebilirsiniz, haksız değilsiniz.
zaten grubun bir bölümü marksizme salt egaliteryanist anlayış ile yaklaşıp bir çeşit ahlak felsefesi haline getirmeye çalışmaktan da geri durmamış.

zaman içinde bu gruptakilerin bir çoğu marksizmin ne teoride ne pratikte savunulacak hiçbir tarafının kalmadığını itiraf ederek "artık yeni şeyler söylememiz lazım" demişlerdir. *

bu grup ile ilgili ülkemizden herhangi bir eleştiri çıktı mı? haberdar değilim. (veya bunların varlığından kimse haberdar mı?)
son 50-60 yılda çıkan farklı düşüncelere karşı herhangi bir argüman üretemeyip ancak 'burjuva ideolojisi' yaftası yapıştırarak ötekileştirme yolunu seçenlerin pek ilgileneceğini de sanmıyorum.

bir de cahilliği yüzünden ortada bir hakaret olduğunu sanıp kendince karşılık vermeye çalışanlar var ki bu 'ne dediğini anlamıyorum ama haksızsın' ekolünden gelenler olmasa böyle sıkıcı konuların nasıl şenlenirdi bilmiyorum.

analitik marksizm

(bkz: Non-Bullshit Marxism)

bana ayar verenin allah da belasini verir

kimi bünyelerin en son tercihleri de olsa başvuracağı bir beddua.

insanların farklı görüşleri, farklı bakış açıları vardır. bunlar kimi zaman çatışabilir, bu çatışmadan ortaya yeni şeyler de çıkabilir, eski durum olduğu gibi devam da edebilir.

aynı olaya başka başka kişiler, başka başka yorumlar getirebilir. kimisi konuya özgürlük açısından yaklaşır, kimisi eşitlik, kimisi milli çıkar, kimisi gelenekler, vs.

aynı değerler ile aynı bakış açısından konuya yaklaşan kişiler bile farklı sonuçlar elde edebilirler. hangisinin doğru olduğu da tamamen bakan kişinin öznel fikridir.

bunlarda yanlış, sakat, kötü birşey göremiyorum.

yukarıda adı geçmeyen ama işin ehlinin anlamış olduğu 'paradigma' fikri de eleştirilemez değildir. bir kabuldür, bunu anlamlı bulmayan eleştirisi yapar, başkasında karşı eleştiri getirir.
(bulunduğumuz platformda dahi hem genel olarak paradigma kuramı hem de özelde thomas kuhn eleştirileri yapılmıştır, yapılmaktadır, yapılacaktır.)

bu tartışmalar sonucunda ortaya bir bok çıkmadığı da olur, tarafların çeşitli edinimler ile ortamdan ayrıldıkları da.
dediğim gibi bu görüşlerin hepsi eleştirilebilir, kendince çürütülebilir, internet jargonunu kullanır isek: ayardan ayara koşulabilir.

ancak bunları "çokmak sokmak" olarak görmek bambaşka bir durum.
"ben bunu düşünüyorum ama kimse bana karşı çıkmasın." demek mızıkçı çocuk davranışıdır.

eğer fikirlerinizi dolaşıma sokuyorsanız önceden bilirsiniz ki bazıları karşı çıkacak, bazıları beğenecek, kimisi alkışlayacak, kimisi itin kıçına sokup çıkartacak.

bunlar olunca sizde kontra eleştiriler getirirsiniz ve bu böyle sürüp gider.

yoksa tartışmayı piç etmek okadar kolay ki. bir çok yolu var (çoğunu kimse fark bile etmez), 'fallacy for dummies' ayarında kitapları bile var bu işin.
sıkışınca bunlara başvuracaksanız hiç başlamayın, gidin futbol muhabbeti yapın, ne bileyim börtü böcek araştırın, yedi göllerde trekking yapın, vs. faaliyet çok.


"bu tip yollara başvurmanın nedeni ne olabilir?" diye düşünmeden de edemiyorum ve iki neden bulabiliyorum:

1-) benimsediğiniz görüşlerin savunulacak hiçbir tarafı yoktur.

bunun doğru olduğunu düşünmüyorum çünkü şimdiye kadar en saçma, en absürd görüşün bile sağlam bir retoriğin biraz fikir ve azıcık bilgi ile harmanlanması sonucunda savunulabilir hale geldiğini hem gözlemledim hem de kişisel olarak deneyimledim.

2-) görüşünüzde bir araz yoktur ama siz onu savunabilecek çaptan yoksunsunuzdur.

eh böyleyse de bir önceki bölümdeki tavsiyelerime dönüyoruz. kimse her konuda laf söylemek zorunda değil. başka mecralar arayın kendinize.

yok sorun bu ise ama "ben vazgeçmem arkadaş" demekte diretiyorsanız başlığın ilk entrysindeki ukalalığıma başvurun.
yeterli olmaz ise tanıdığım bir hoca var, okuyup üflediği kişiler katti suretle ayar almıyormuş. isterseniz bir seans ayarlarız.

alakasız not:

"sessiz sedasız eksilemek" ne demek? ben pek anlamadım.
sözlükte verilen oyun 'açık' veya 'gizli' olması arzuya bağlı mıydı da birileri gizli gizli oy vermiş?
(böyle idi ise gerçekten sinsice oy verenleri çok ayıpladım.)

"vatandaş oy ver!" propagandasının ucu size dokununca rahatsız mı oldunuz?
nalıncı keseri gibi her şeyi kendinize mi yontuyorsunuz?

o değilde oy verenin kim olduğu bizim gibi sıradan yurttaşların bilemediği bir şey. (ki daha önce bunun değiştirilmesini istemiştim: (#665412))

peki algı dünyası bizden üç-beş arşın yüksek olan moderasyon bunları bilebiliyor mu?
bilebiliyor ise bu enformasyonu, çaresiz kaldığında kullanılacak bir cephane olarak mı görmekte?

bunlar kafamı kurcalarken gittim fethi amcanın mezarının başına ve sordum "amca tarafsızlık nasıl bir şey? bende bir gün sahip olabilir miyim bu erdeme?" diye. ama bir cevap gelmedi, üzüldüm, ağladım. (oysa sırlar dünyasında hep farklı gelişirdi böyle şeyler.)

sonra bizim kankaya sordum "tarafsızlık hangi tarafa düşer hemşo?" gibilerinden. o da "bırak olum bu işleri! gel şurda iki duble yuvarlayalım, bak gör ne tarafın kalacak ne başka bir şey." dedi.

ali cizmaz

(bkz: gabloya basma)

zimbardo deneyi

(bkz: iktidar yozlaştırır)

aethewulf

idolünün 'kenan evren' olduğunu açıklayarak şimdiden saygımı kazanan sorumluluk sahibi, devrik darbeci.

(bkz: eksi sozluk darbecilerine kucak acalim)

ekşi sözlük darbecilerine kucak açalım

*

sözlüklerarası siyasette daha etkili bir konuma yükselmemizi sağlayacak öneri.

başarısız '21 aralık darbesi' sonrasında ekşi sözlük'te oluşan olağanüstü durum düşünülünce neden yapılması gerektiği sanıyorum ki daha iyi anlaşılacaktır.

sözlüğümüz en yakın zamanda bu darbe girişiminin bütün aktörlerine -koşulsuz- siyasi sığınma hakkı sağlamalıdır.

uludag sözlük olarak inisiyatif kullanıp, böylesi haklı bir hareketin öncülerine, olası bir yargılanma kepazeliği başlamadan kucak açmalıyız.

eğer arzu ederlerse devrimci faaliyetlerini buradan devam ettirmelerine de olanak sağlanmalı ve böylesi kahraman insanları kaybetmemek için bütün imkanlarımız seferber edilmelidir.

iktidar yozlaştırır

insanlık tarihi boyunca en ufak organizasyonun yönetiminden en büyük devletin iktidarına kadar bir şekilde doğruluğunu ispatlamış bir önermedir.

bir veya bir grup insanın diğerlerinden daha fazla -ve diğerlerini etkileyebilecek- bir güce sahip olması ister istemez kişiliklerinin değil iktidarın gerektirdiği gibi davranmalarını sağlamıştır.

zimbardo deneyinin de gösterdiği gibi en alaksız insan bile otoriter olması gereken bir role sokulduğunda kişiliğine, inançlarına göre değil konumuna göre hareket eder.

genelde organizasyonlarının, özelde devletlerin tarihsel olmasada yapısal gelişimi tamamamen iktidarın güçlerinin kısıtlaması ve eskiden bütünüyle sırtlandığı sorumluluğun, zamanla daha geniş kitlelere devredilmesi esasına dayanır.

insanlar sıkıntıdan cumhuriyete, demokrasiye geçmedi. kuvvetler ayrılığı, hukuğun üstünlüğü, anayasa, seçim, şeffaflık, vs. gibi kavramlar ipneliğine yaratılmadı.

bunlara ihtiyaç duyuldu, çünkü başlıkta sözü edilen şey her zaman olagelmiştir, bundan sonra olmayacagını da iddia edemeyiz.

böyle olmasa idi toplumun en akıllı, en zeki, en bilgili, en iyi, en ahlaklı, vs. kişi veya kişilerini bulur -sınırsız güçler ile- bütün iktidarı onlara bırakır sonrada siyaset denen boktan konuyu bir daha düşünmezdik.

ancak bu böyle olmadı, olamadı. bütün devrimler kendi çocuklarını yedi, insanlığın büyük bir kısmının umudu olan sosyalizm bile bu yüzden amacından saptı.

elimizde bu kadar deneyim varken kendi çapında bir organizasyon olan sözlükte bunun farklı gelişeceğini söylüyorsanız izin verin de "nasıl olacak o iş?" diye sorabilelim.

konu iyi insan, kötü insan meselesi değil. marvel dünyasında yaşamıyoruz buralarda mutlak iyi ya da mutlak kötü insanlar yok.

dünya üzerindeki hiçbir insan tamamen tarafsız olamaz. hiç kimse her konuya objektif yaklaşamaz.

misal: bir arkadaşını ile hiç tanımadığınız birisi arasında geçen tartışmaya nasıl nesnel yaklaşabileceksiniz?
peki sizin bizzat taraf oldugunuz bir çatışmaya?

"bizde insanız zaman zaman hata yapabiliriz" iyi bir savunma değil. hayatı boyunca tek yanlışlık yapmış bir hakim o yanlışın etkilediği kişiler açısından kötü bir hakimdir. kimse bu adam eskiden ne yapmış diye bakmaz.

sizin yaptıgınız her şeyi haklı görmeniz de durumu değiştirmez. belki gerçektende haklısınızdır ancak şu durumda bizim bunu anlama şansımız bulunmuyor.

sözlükte bulunduğum süre zarfında moderasyon ile ilgili hep şikayetler var idi. (zaman zaman çoğaldı, zaman zaman azaladı)
belli ki ortada bir sorun var. gerçekte bir sorun olmasa dahi sözlüğün ciddi bir bölümü bir sorun olduğuna inanıyor.

-açık konuşayım sizi eleştirenler(ben dahil) sizin bulunduğunuz konumunuzda olsalardı durum pek farklı olmazdı, yine aynı sorunlar patlak veriridi. (çünkü burada sorun kişi sorunu değil.)-

bu durmda "ne yapapılır?" diye kafa yorma yolunu da seçebilirsiniz, konuya "ya sev ya terket" mantıgı ile yaklaşıp her muhalifi uçurmayı da. (ama bu sorunun kendisini halleder mi? bilmiyorum)

belki böyle bir şey yapmak da istemiyorsunuzdur ama ufak bir eleştirinin altına "bu yakında uçurulur" mealinde şeyler yazılıyorsa anlayabiliriz ki insanlarda böylesi bir kanı oluşmuş.

neyse, bana müsaade. dediğim gibi seçim sizin, isterseniz benim böyle şeyleri dillendirmemin asıl nedeninin soros'tan aldığım altı haneli rakamlar olduğunu da iddia edebilirsiniz.

güç sizinle olsun.

uludağ sözlük ün adının değişmesi

(bkz: uludag sozluk un tadinin degismesi)

tarafli yazarliktan tarafsiz moderatorluge

saniyeler içinde gerçekleşebilen bir değişimdir.

kendine ait görüşleri, fikirleri, ideolojisi, tavrı, tarzı, çevresi, sevdikleri, sevmedikleri, dostları, düşmanları, aidiyetleri, hırsları, kompleksleri, alışkanlıkları, vs. bulunan, yani sıradan -hepimiz gibi- bir insan olan kişi moderasyon asası başına değdirilir değdirilmez tarafsız, kadim bir meleğe dönüşüverir.

zaman zaman gerçekleşiyor böyle mucizeler.
sorgulamamak, iman etmek lazım...