bugün

entry'ler (11)

sanatı sevilip kendi sevilmeyen ünlüler

biz sanat tüketicileri sunulan esere ve eser sahibine illa ki birşeyler bulup söyleriz. bunlarda çoğunlukla haklı da olabiliriz. ama yapılan en büyük hata kurunun yanında yaşın da yakılması. misal, bir müzisyenin görüşleri beğenilmiyorsa yaptığı şarkıyı güzel bulsa da dinlememek ne kadar doğru?.. ahmet kaya'yı pek sevmeyen bi arkadaş radyoda çalan ahmet kaya'nın bir şarkısının girişini duyunca heyacanlanmış ve biraz sesini açmıştı. şarkı ilerleyince ahmet kaya'nın şarkısı olduğunu anlar anlamaz kızgınlıkla radyoyu kapatmıştı.
- ibrahim tatlıses: kişiliği yaramaz ama allah vergisi bir sesi var. hertürlü şarkıyı, türküyü hiç zorlanmadan enfes okur.
- yılmaz vural: değil türkiye, dünyanın futbol bilgisi bakımından sayılı teknik direktörlerindendir. ama sadece işine odaklanmayı birtürlü beceremiyor.
- van gogh: büyük ressam.. tartışmasız.. ama insan kendi kulağını keser mi yav..
- ajda pekkan: müfredatta "bir şarkı nasıl söylenir" adlı bir ders olsa ajda pekkan da bu dersin ordinaryus profesörü olur. ama aşırı magazinel durumu kendisini itici yapıyor.
- selami şahin: mevcut dillerdeki şarkıların çoğunun söz yazarı ve bestecisi olması zor inanılacak bi durum ama gerçek. çok iyi bir müzisyen ama çok kötü bir şovmendir.

gerçek demokrasinin internette olması

demokrasinin sözlük anlamını bir kenara koyarsak, farklı seslerin farklı düşüncelerin aynı ortamda dile getirilmesi ve bunların herkesçe şiddet,baskı,engelleme vs. olmaksızın tartışılabilmesine olanak sağlamasıyla internet, demokrasinin tam anlamıyla vücut bulduğu bir yerdir. bir an için ülkelerin de bu şekilde çok sesliliğe müsaade edilen yerler olduğunu düşünelim. inançlısı inançsızı, sağcısı solcusu, feministi maçosu vb.. aynı otobüste yolculuk ediyorlar, fikirlerini söylüyorlar, ama baskı yok, şiddet yok. imkansız, değil mi?.. o zaman sloganımız: internet, büyük nimet!..

yol ver aşka

bir eda özülkü hayranı olarak bu başlığın ilk girisinin yazarı olmaktan kıvançlıyım. eda ablamızın ilk klip ve çıkış parçasıdır. klibindeki kaşlar (bkz: )http://www.youtube.com/wa...J9Qfc&feature=related ekranın üst kısmını tamamen kaplamaktadır. ayarlarla oynamayınız. ama güzel şarkıdır..

izlenince ağlatan film sahneleri

- babam ve oğlum : çetin tekindor ile hümeyra'nın hastane kantininde oturduğu sahne. çetin tekindor'un karısına, oğlunun hastalığını anlatışındaki ses tonu insana kendi başına gelmiş etkisi yapar. ağlatır evet..

- titanik : jack'in denizin ortasında, tutunduğu tahtadan donarak kaskatı bir şekilde dibe doğru ağır ağır gidişi.. insan her izlediğinde de ağlar mı be kardeşim..

izlenince ağlatan film sahneleri

- altıncı his:
--spoiler--
çocukla annesi arabanın içinde trafiğin açılmasını beklemektedirler. bisikletli kadına araba çarpmıştır. o esnada sohbet etmeye başlarlar. çocuk annesine sırrından bahseder. inanması için de ölen anneannesinin onun hakkında söylediği ve kendisinin tanık olmadığı bir anıyı aktarır. bunun üzerine kadın şok vaziyette çocuğa bakar ve ağlamaya başlar. tabi biz de aynı şekilde..
--spoiler--
- sol ayağım:
--spoiler--
özürlü çocuk okumak,öğrenmek istemektedir. anne de sabırla ona ders öğretmeye çalışmaktadır. baba bunu gereksiz görür, boşa çabaladığını söyleyerek karısını azarlar. bunun üzerine çocuk bir gayretle yerdeki tebeşiri sol ayağıyla kavrar ve tahta zemine binbir meşakkatle "mother" yazmayı başarır. anne,baba ve evin diğer çocukları hayretler içindedir. baba çocuğu kaptığı gibi sevinçle bardaki arkadaşlarının yanına götürür.
--spoiler--
ayrıca, bu ve diğer sahnelerinde, rolü oynayan çocuğun rol yeteneği takdire şayandır.

izlenince ağlatan film sahneleri

başlıkla ilgili tenkitlere katılıyorum. "izleyince" kelimesi gereksiz olmuş. neyse..
- şampiyon: siyah beyaz tek kanallı dönemde izlediğim bir boksörün hayatını anlatan meşhur film. son sahne boksörün oğlu maç bitiminde, maçı kazanmış ama kendisi de ölmek üzere olan babasına sarılmıştır. "ölemezsin.. sen şampiyonsun baba!.." gibisinden feryat figan eylemektedir.
ağlamıştım. küçüktüm o zamanlar ama şimdi de ağlardım gibi geliyor.
edit: imla

şenol güneş

herkes şenol hocaya aykut kocaman'la ilgili son konuşmasından sonra methiyeler düzüyor. ancak ben bu tip bir konuşmayı gereksiz buldum. kamuoyu zaten aykut hocanın sözlerine gereken cevabı ağızbirliğiyle verdi. şenol hoca hiç konuşmasa daha da büyürdü. geçen sezonlarda bülent uygun'un çok konuşması sivasspor'u aşağıya çekmişti. bu sene aynı handikapla karşılaşmamasını dilerim. doğru,güzel ve bilgece de konuşsa insan çok fazla konuşmamalı. herkese haddini bildirme derdine düşmemeli. çünkü gerenk yok..

ahmakıslatan

bu yağmur çeşidini ilk öğrendiğim olay bir hababam filmi sahnesidir.şöyle ki; mahmut hoca hababam sınıfına bir vukuatlarından sebep ceza kesmiştir. sınıf toptan bahçede,yağmurun altında ve gelen geçenlerin gözleri önünde tekayak üzeri durmaktadır. şaban,güdük ve damat yanyanadır.yanlarına, şimdi ismini çıkaramadığım ve gülüşüne hasta olduğum tombulca velet yanaşır.dalgasını geçerek: " - içeri girsenize yağmurda ıslanacaksınız.. ama doğru ya bu yağmur sizi ıslatmaz, "ahmakıslatan" yağıyor. hehehehe.. " der.. ferit de sittiri çeker tabii..
not: izlediğim sahne yüzbininci tekrarlarından değil,ilk seferindeki sahnesindendir. yıl sanırım 1988 olmalı.. oha yaşlanmışız a.q.

umut sarıkaya tipi espri bulma yöntemi

herhangi bir konu tesbit edilir.örneğin uzaylı.. bu konuyla ilgili bir makro olay ve bir de mikro olay aynı anda konu içine yerleştirilir. örneğin NASA yetkilisi gelir, mahalle bakkalıyla polemiğe girer..ve olaylar gelişir. güldürmek için ekstra espriye ihtiyaç yoktur.normal koşullarda yanyana gelemeyecek herhangibir büyük obje ile yine herhangibir küçük objeyi yanyana getirdiniz mi insanı gıdıklamaya yakın bir etki yapmış olursunuz. bkz; isviçre konsolosluk yetkilisinin gelip mahallede geyik çeviren gençlere sopayla dalması.. siz de evinizde kendiniz deneyebilirsiniz. kolay gelsin..

hayatın tek kelimelik ifadesi

hayatın tek kelimelik ifadesi "sorumluluk" dur.. doğduğun anda başlar,öldüğün güne kadar birşeylere karşı sorumlusundur mutlaka.

güneşi gördüm

mahsun kırmızıgül'ün yönettiği filmlerinden tek izlediğim filmdir.önyargısız bir bakış açısıyla ama biraz da pek birşey ummayarak izlemeye başlamıştım.sonra izledikçe baya baya sevdim filmi.izlediğim çoğu filmden -ki buna yabancı filmler de dahildir- gayet iyi kotarılmış bir filmdir kanımca. izleyen kimselerin pek dikkatini çekmediğini sandığım bir sahneyi hatırlatayım: mahsun, balık kasalarını taşırken acı haberi öğrenir. kendini yerlere atar ağlarken,balıklar yerlere saçılır. kamera yerde çırpınann balıklara zoom yapar.arka planda da aynı şekilde çırpınan bir baba vardır.