bugün

entry'ler (156)

sözlük yazarlarının itirafları

çok yalnızım olm. bara, diskoya, meyhaneye, birahaneye, markete, alışveriş merkezine, camiye, okula, kafeye her yere yalnız gidiyorum. marjinallik değil marji-mallık lan benimki. triplere girmek için de söylemiyorum. vallahi öyleyim. iş güç derken ihmal ettiğim sözlük tekrar aklıma geldi baksana. çok değişmiş yalnız buralar *

babam

Hastaydı. Hastaneye ziyaretine gidememiştim zaten bir önceki hafta da. Henüz ilkokuldaydım, daha yaşım 10. Kimseye belli etmesem de arka sırada oturan çakmak çakmak gözleri olan kıvırcık saçlı o esmer kıza aşıktım. Kalbim buruktu hep, söyleyemiyordum aşkımı gerek çocukluktan gerekse de kahramanımın hastalığından. Dedim ya, görememiştim o hafta ve iyice moralim bozuktu. Bir akşam okul çıkışı geldi yanıma esmer kız. Eve birlikte yürümeye başladık, aynı mahallede oturuyorduk sonuçta. Hava kararmaya başlamıştı. Çocuk da olsam, sorumluluklar erken yüklendiğinden omzuma bir kadını hava kararınca sokaklarda yalnız bırakmamam gerektiğini biliyordum. Onların ev arka mahalledeydi. Okul bizim eve daha yakın olmasına rağmen onu evine bırakmak için yolu uzattım. Yürürken pek konuşmadık, evlerinin önüne geldiğimizde birbirimize koca koca, mantıklı insanlar gibi iyi akşamlar deyip ayrıldık. Adımlarım hızlanmıştı. Günlerden perşembeydi. Çünkü perşembeler görüş saatiydi. Hastanede birinci dereceden bir akrabanız bile yatsa eğer refakatçi değilseniz belirli günlerde belirli saatlerde ziyaret edebilme hakkınız vardı o dönemler. Onkoloji bölümüymüş çünkü. Hiç anlamazdım hastane isimlerinden o dönemler. Nöröloji, kardiyololoji, gastroloji, dahiliye falan… Biraz anlasaydım çadır kurardım kesin onkoloji servisinin önüne. Koşmaya başladım saati annemlere yetişeyim de birlikte gidelim diye. Koşarken ayaklarımın açıldığı mesafe kadar uzaklaşıyordum yetişebilme ihtimalime. Eve vardım. Anahtarım yoktu henüz, kaybederim diye vermemişti annem. Haklı kadın, üçüncü sınıfa kadar silgisini boynundan asan bir nesildik biz. Parmak uçlarımın üzerinde durarak bir balerin gibi, zili çaldım. Kapı açılmadı ama. Tekrar çaldım, bu kez daha uzun. Yine açılmadı. içimi bir korku kaplamıştı. Gittiler mi diye sordum kendi kendime. Sonra parmak uçlarımda boyumun yetebildiği diğer zillerden birine daha bastım. Kapı açıldı hemen, seslendim annem nerede diye. Onlar gitti diye söyledi bir ses, duyunca beni kendimden uzaklaştıran bir ses. Çaresiz hissettim bir an. Donup kalmıştım. Bir hafta daha göremeyeceğim korkusu içimi kapladı. Ağlayacak gibi oldum, gözlerim kızardı ve acıdı. Ağlamadım ama. Arabanın sürekli gitmiş olduğu yöne doğru baktım. iki yüz metre ileride kırmızı ışığa takılmış kalmış, yeşilin yanmasını bekliyordu. Sırtımda çantam, boynumda suluğum koşmaya başladım. Çantam ağırdı, hızımı kesiyordu ve o an dünyanın sırrı da olsa kitaplarımda umurumda değildi. Bir yandan koşup bir yandan da çantamı çıkardım sırtımdan. Yol ortasında koştuğumdan öylece bırakmıştım yol ortasına. Daha da hızlıydım artık. ilk kez Murphy ile orada tanıştım. Tam yetiştim derken yeşil ışık yandı. Çığlıklar attım, camları kapalı olan arabadan kimse duymadı sesimi. Hızlanarak gözden kayboldu. Nefes nefese yol ortasına çöküp kaldım. Nefes almakta zorlanıyordum, yorulduğum için değildi bu, çaresizliktendi. Kalktım sonra, iyice kararan havaya inat aksi istikamette olan durağa yürümeye başladım hızlı adımlarla. Önce çantamı aldım yol ortasından, sonra küfrettim korna çalan diğer arabalara. Durağa geldim ve geçen her otobüse sordum, “Araştırma hastanesine gider mi, amca?”. Aldığım soğuk birkaç cevaptan sonra biri gider dedi, atladım otobüse. Cebimde kuruş para yoktu. Muavin param olmadığını öğrenince bir sonraki durakta indirdi beni. Tekrar sormaya başladım, “Araştırma hastanesine gider mi, amca?”. Orta yaşlı bir teyze acıdı halime. Altında ezildiği kocaman çantanın altında küçücük bir çocuk akşam o saatte ne yapardı ki hastanede diye düşündü herhalde, anladı sonra sebebimi ve aldı beni yanına soru sormadan. Bir otobüse bindik, teyze benim de yol paramı verip birkaç durak sonra indi. Hastaneye ilk kez otobüsle gidiyordum ve tam olarak kestiremiyordum nerede ineceğimi. Gözüm hep camdan dışarıyı gözetlemekte, hastanenin yakınlarında bir yer görüp de tanıyayım diye tetikteydim. Hastaneye varıp geçmiştik bile. iki durak sonra sordu bana muavin, o zaman anladım ve hemen indim. Otobüsle geldiğim yollardan koşa koşa geri gittim. Hastaneye vardım nefes nefese, içeri girdim. Kocaman kocaman insanların içinde başım dik yürüdüm. Hasta ziyareti giriş kapısının önünde nöbette duran bir amca vardı. Ücretliydi girişler. Elinde bir deste fiş, parayı verene kopardığı bir kopçayı verip kapıyı açıyordu. Birilerinin arkasına onların çocuğuymuşçasına geçtim. Eğer yanınızda ebeveynleriniz varsa para almazlardı sizden, daha önceki ziyaretlerimden öğrenmiştim bunu. Kapıdan geçtikten sonra hızla uzaklaştım yanından sahte anne-babamın. Asansöre koştum. Daha önceleri çok hızlı olduğu için başımı döndüren asansör adeta bir öküz arabası niteliğinde çıktı dördüncü kata. Herkesten önce çıktım ve 207 numaraları odanın kapısının önünde durdum. Nefesimi topladım bir an ve kapıyı açtım. içerisi çok kalabalıktı. Sürekli bir şeyler soran herkes kapı açılınca bir anda kapıya döndü. Babamı aradı gözlerim ve orada, yatağında yatıyordu solgun yüzü, iyice zayıfladığı için daha da belirgin olan elmacık kemikleri ve kolunda bulunan serumuyla birlikte. Annem şaşırmıştı, nasıl geldin sen buraya, yalnız başına mı geldin gibisinden bir şeyler soruyordu muhtemelen, ama ben duymadım hiçbirini. içeriye adımımı attım kalabalığın şaşkın bakışları arasında. Babama gittim, sarıldım, kokladım. Hastane kokuyordu biraz, ama daha çok baba kokuyordu işte. iyice içime çektim. Sonra aldı beni karşısına ve herkese dönüp “işte, bu benim oğlum dedi!” gözleri dolu. Suratımda garip bir gülümseme vardı. Bir daha sarıldım, muyluydum…
Ertesi hafta okula gitmedim Perşembe günü çünkü biraz daha erken gidecektik annemle. Annem hazırlanmadan önce aradı hastaneyi bir şey lazım mı diye sormak için. Yıllardır babamın yattığı odada yabancı bir ses açtı telefonu. Annem sordu, sonra ağladı. Telefon elinden kayıp düşerken yığılıp kaldım ben de olduğum yere. Çığlıklar birikti boğazıma, bağıramadım. Sustum ve sessizce ağladım o an ve o günden sonra her gece..

tanga giyen türbanlı

giymesinde sakınca olmayan ama gösterdiği zaman işlerin değişeceği durumdur.

erteleyemeyeceğiniz şeyler

sevişmek.

entry si ilgi çekmeyince silip tekrar yazmak

sosyalleşmenin internet ve sosyal ağlarla değişmeye başladığı ve hatta değiştiği günümüzde reel hayatta göremediği ilgiyi sözlük bünyesinde de göremeyen, ilgi gösterilmesi gereken yazardır.

döşü kıllı olduğu halde yaka bağır açan erkek

birey yaşamını çoğu zaman karşı cinsin beğenilerine göre şekillendirdiğinden çok fazla ayıplanmaması, hoşuna gitmeyenin kafasını çevirmesi gereken, kimilerine göre iğrenç gelen bir durumken bazı diğerlerine göre seksapalitesi gayet yüksek olan ve tıpkı kadınların makyaj yapmalarının altında yatan gerçekliği içinde barındıran erkeksi eylem.

travesti ile sevişmek

gay olan ya da olabilme ihtimali yüksek kişinin yapabileceği insanca bir eylemdir. doğadaki diğer canlılarda başka bir örneğinin olmaması düşündürücüdür.

kafede kitap okumak

bekleneni beklerken beklemekten sıkılmamak için yapılabilecek en güzel bekleme eylemidir.

küçükken balta ile sünnet olan yazar

taş devrinde yaşamış, muhtemelen yüzyıllardır hayatta olduğu için bilge olabilecek fosildir.

edit: bir baltaya "sap" olamayacak kimsedir de denebilir.

iç savaşın çıktığını televizyondan öğrenen adam

iç savaşın olmadığı bir yerde yaşayan adamdır.

sevgilinin bekaret kanında sigara söndürmek

insanı cinsellikten soğutan, sapkınlı ve sapıklıktan da öte bir iğrençlikle yoğrulmuş fantezi.

yazarlarda anısı olan şarkılar

leonard cohen - famous blue raincoat

--spoiler--

http://www.youtube.com/watch?v=6fMnF0Fvdpo

--spoiler--

cinsel ilişki teklifini kabul eden sevgili

bir ilişkide böyle bir teklife gerek var mı sorusunu akla getiren başlık. eğer bir ilişkide basamakları tek tek çıkarsanız zaten kendiliğinden olabilecek bir durum olan sevişmenin teklif edilmesi gayet abes bir durumdur. teklif edilerek yapılan bir sevişme, hem erkek için hem de kadın için, fahişeliğin bir başka boyutudur.

kadın ırkının günümüze kadar yaşayabilmesi

erkeklerin cinsel tatminleriyle alakalı olan ve bu yüzden de freud'u haklı çıkaran ve yine kadınların feminizm, kadın hakları vb. şeylerin arkalarında durmalarına rağmen erkekleri cinsellikleriyle, kadınlıklarını bir objeden farksızmışçasına kullanabilemerindeki ustalıkları sonucu var olmuş bir gerçekliktir. evrim falan hikaye, kadın güçlüdür. bu önermeye göre, aslında güçlü olanın değil aklını, kurnazlığını kullananın hayatta kaldığı bir olgudur.

giyecek hiçbir şeyim yok

sadece kız milletinin değil, benim gibi haftanın 8 günü yoğun bir şekilde çalışan bireylerin temel ihtiyaçları dışında alışveriş yapmaya vakti olmadığından özellikle kendi kendine çok fazla sarf ettiği cümledir.

wireless ına şifre koymayan komşu

cahil adamdır vesselam. bu bilişim devrinde, özellikle kimseye güvenilmeyecek,, sadece google'da yaptığınız aramalara bakarak sizi en geç iki güne bulabilecekleri bir çağda yaşarken ve komşunun ne halt karıştıracağından emin olmadan bu tedbirsizlik internet sahibini yerinden edebilir. bakınız bir büyüğümüz ne diyor;

"apartman dahilinde, internetine sahip olanlar gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. işte bu ahval ve şerait içinde dahi, birinci vazifen wpa-2 şifreni koymandır. kablolarındaki o yavaş internet, başkalarının parmakları ucundadır."

hoşlandığı erkeğe omuz atan kız

(bkz: yarmagül)

bir erkeği adam edip başkasına kaptırmak

insanın aklına; madem adam değildi ne diye çıktın, böyle bir şeyi kendine misyon edindiysen sokakta adam olmayı bekleyen binlerce gençten birine yardım etsen daha güzel olmaz mıydı gibi soruları getiren ve hatta hadi bunları geçtim madem adam ettin sen adam değil miydin de başkasına kaçtı diye kişinin de kendisini sorgulaması gereken, tüm bunları düşünmeden sırf kendi egosunu tatmin etmek, kişiler arası sürtüşmelere ve bilhassa it dalaşına sebebiyet verecek hötü* tavan yapmış kız düşüncesi.

felsefe okuyup overlokçu olmak

(bkz: aynı kaynım aynı)

türk dizilerinin genelde kalitesiz olması

özellikle yaz aylarında, üç dört aylık bir süreyi doldurmak için çekilen diziler için geçerli durumdur. ve fakat, sezon başladığında gerçekten kaliteli dizilerin de olduğu su götürmez bir gerçektir ki bu da son bir iki senedir süregelmektedir.