bugün

entry'ler (18)

kayı boyu

Osmanlılar Kayı boyundandır, yaşadıkları coğrafyadaki sayısız Kayı yer adı bunun en basit ve kesin tarihî kanıtıdır.

ziya paşa

"Âyînesi iştir kişinin lafa bakılmaz,
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde..." gibi eşsiz dizeleriyle edebî dünyamızda derin izler bırakan büyük Türk şairi ve düşünürü...

diriliş ertuğrul

kronolojik ve bilimsel hiçbir kaygı gözetmeksizin piyasaya sürülmüş halkı oyalama ve oynatma dizisi...

ertuğrul gazi

Seyfeddin Tuğrul Beg Gazi, ya da Ertuğrul Gazi... Sultan Alâeddin'in haslarındandı, sonra Söğüt çevresine taşındı. Doksan yıldan fazla ömür sürmüş ve vefatıSöğüt'te bulunan tübesine gömülmüştür.

ulubatlı hasan gerçek mi

baris hemen simdi illa birşeyler yazmak için yazmak zorunda değilsin. Her ağzı olanın illa konuşması gerekmiyor yani, o yüzden sen rahat ol.

O makaleyi bende okudum. Hasan adında bir sekbanbaşının yaşadığını makaleye bakıp kabul etmişsen, orada o sekbanbaşının şehit oluşunun Mehmet Süreyya tarafından not düşüldüğünü de görmüşsündür. o zaman "koskoca sekbanbaşı ki yeniçerilerin başında ki bir kişi şehit olacak nasıl şehit olduğu yazılmayacak biz burada tahmin yürüteceğiz" demeyeceksin. Yazar tahmin yürütmemiş, senin yazılmadığını sandığın o notun nerede nasıl yazıldığını sana zaten göstermiş. Göstermeseydi sen yukardaki bilgileri nereden verecektin? Düşün de öyle konuş biraz.

O sekbanbaşının vakıf köyü Ulubat gölüne yakınsa Ulubatlı olmadığını asıl senin kanıtlaman gerekir.

Francis Ulubatlı der, Rum tarihçileri zaten kimden sözetse hep onun nereli olduğunu söyler. Bu bir yazım geleneğidir. Bizde bu yoktur. Senin Balaban Çavuşundan "Filan yerli Balaban" diye mi bahsediyor Latin yazar? Karıştıran süleyman için "Bilmemnereli Süleyman" mı diyor yoksa lakabıyla mı anıyor Behişti? Tabii ki lakabıyla anıyor, Grek tarihçisi olmadığı için memleketini hiç karıştırmıyor. Biz lakapla anarız ya da ünvanıyla anarız, Baba Hasan ya da Hasan Ağa deriz. Bunun neresinde anormallik var?

Bunları hiç düşündün mü arkadaşım, düşünmeden konuştuysan eğer konuşmanın bir anlamı da yok. Bu hikayeler ve sırf muhalefet olsun repliklerinden herkes sıkıldı artık.

Yazar kaynağın Melissenosa değil Francise ait olduğunu söylüyor ve uzun makalesinde bunu ispatlıyor da.

Öyle ise senin üfürükten bahanelerle hala ayak diretip bence 'ulubatlı hasan'ı'' baba hasan'a bağlamaman yani biraz sallama ..

ulubatlı hasan gerçek mi

ulubatlı hasan’ın kabri ve tarihî kimliği ortaya çıktı!

uzun zamandır bir “fetih efsanesi” olduğu öne sürülen ulubatlı hasan’ın kabri ve gerçekten yaşamış biri olduğu kanıtlandı.yeniçağ tarihi uzmanı araştırmacı-yazar hakan yılmaz’ın ortaya koyduğu tarihî kanıtlar,fatih’in şehit sancaktarı“baba hasan”a ait fatih’teki ilginç bir kabrin ulubatlı hasan’a ait olduğunu gösteriyor.

baba hasan-ı alemî” adıyla tanınan sancaktar hasan’ın kabri, fatih’in horhor semti yakınlarında, kırma tulumba sokak’la girdap sokak’ın birleştiği köşede yer alıyor. kabrin ilerisin de eskiden hasan’ın adıyla anılan kısa minareli kârgir bir mescit de varmış. ne yazık ki bu mescit, tarihî yarım adanın beş asırlık görüntüsünü değiştiren 1956 istanbul şehir planlamasında, açılan yola çok uzak kalmasına rağmen “ahşap çatılı ve değersiz” olduğu gerekçesiyle yıktırılmış. ulubatlı hasan’ın kabir ve mescidinin bulunduğu mahalle fetihten bu yana “alemdar (sancaktar) baba hasan mahallesi” olarak biliniyor ve kabri halk tarafından ziyaret ediliyormuş. mescid arsası şimdi park alanı olmuşsa da, önünden geçen sokak hâlâ “baba hasan camii” adını taşıyor.

kabirde yatan alemdar hasan’ın ulubatlı hasan olduğunu kanıtlayan en önemli delil ise, 1806’da tamir edilen kabrin yan duvarı üzerine yerleştirilen manzum kitabesi… şimdi kaybolan ve elde yalnız fotoğrafı bulunan kitabe de,“sıdkî” adlı şairin yazdığı beş beyitlik tarih manzumesinin ilk beyitlerinde, hasan’ın burca çıkıp ilk türk sancağını dikme ve şehâdete erme anları kendi dilinden şöyle özetleniyor: “elimde ateş saçan kılıç, dilimde settâr’ın nazmı (tekbir) / ben oldum fâtih’in o gün göz kamaştıran sancaktârı / kahır pençemle, düşmanla rüstem’ce ulu gazâ ettim / kanlar içinde kalarak oldum şehidlerin serdâr’ı…”şiirin “tarih”içeren en son mısrasında“hasan”ın adı da açıkça geçiyor ve: “ne devlet ki hasan baba’dır sekiz burcun sancaktârı” denilerek, onun istanbul’un sekiz kara burcu arasına ilk türk sancağını dikmekle,şehri fetheden askerler içinde en büyük devlete kavuştuğu belirtiliyor. çağdaş kaynaklarda hasan’dan sonraki ikinci sancağın dokuzuncu burca dikildiğini gösteren kayıtlar, kitabedeki bilgilerin otantikliğini açıkça gözler önüne seriyor.

kabir ve kitabe ortaya çıkmadan önce, ulubatlı hasan hakkında çağdaş bizans tarihçisi sfracis’in büyük kroniği’nde anlattıkları dışında hiçbir şey bilinmiyordu. bu çağdaş kaynak, on dokuzuncu yüzyıl başlarında haksız gerekçelerle fetihten 120 yıl sonra yaşamış olan makarios melissinos’a atfedilmiş, ulubatlı hasan’ın da onun eklediği efsanevî bir karakter olduğu iddia edilmişti. kitabedeki ilginç mısralar; hasan’ın sağ elinde kılıçla burcun üzerine çıktığını, orada bizans askerleriyle çatıştığını, kendisine has şiddetiyle düşmanlarını kaçırdığını, fakat sonunda atılan ok ve taşlar yüzünden kanlar içinde kalarak şehadete ulaştığını anlatan sfrancis’in betimlemeleriyle tam olarak örtüşüyor ve metnin onun kaleminden çıktığını da kesinleştiriyor.

ulubatlı hasan’ın kimliğine ışık tutan yeni tarihî bulgular yalnız bunlarla sınırlı değil. yılmaz’ın tespitlerine göre, ulubatlı alemdar hasan ağa’ya fatih’in babası ıı. murad tarafından 1425 yılında ulubat gölü’nün doğusunda yer alan kızılcıklı, şimdiki adıyla hasanağa köyü birkaç köyle birlikte vakfedilmiş ve başkent edirne’de, çöke yakınlarında bir köy de bunlara ilâve edilmiş. edirne’deki bu köyün adı da bursa’dakine benzer şekilde şimdi hasanağa adını taşıyor. vakıf belgesi şimdi bursa’nın nilüfer ilçesine bağlı hasanağa köyünde, soyundan gelen bir ailenin elinde bulunuyor. alemdar baba hasan kuşatmaya katılmadan önce hem bursa’da, hem de edirne’de vakıflar kurmuş ve her iki şehirde camii, mektep, zaviye, hamam… gibi hayır eserleri yaptırmış. yılmaz, arşiv belgelerinde baba hasan’ın istanbul’daki oğullarının adlarının, bursa ve edirne’deki hasanağa köylerinde de aynen ortaya çıkmasının her iki hasan’ın aynı kişi olduğunu kanıtladığına dikkati çekiyor.

vakfiyede ulubatlı hasan ağa’nın yüksek bir devlet adamı olduğuna işaret edilirken,“islâm sancağının dikicisi” olduğuna da göndermede bulunulmuş. hatta edirne’de yaptırdığı camii ve türbe alanı da, bu nedenle daha o dönemde“alemdar mahallesi” adıyla anılır olmuş. ne var ki alemdar baba hasan, altmış yaşının üzerindeyken katıldığı istanbul kuşatmasında, fatih’in teşvikiyle otuz kişilik bir grupla birlikte burcun üzerine çıkıyor ve bunlardan on sekiziyle birlikte burçtan aşağıya düşerek şehit oluyor. kitabeye göre sur dibinde, insan ölüleri ve yüksek taş kümeleri altında kaybolan bedeninin bir süre nerede olduğu bulunamamış. nihayet yeri rüyada birine gösterilmiş ve oradan çıkarılıp şimdiki kabir alanına nakledilmiş.

hasan’dan sicill-i osmanî yazarı mehmed süreyya da açıkça söz etmiş veonun ıı. murad’ın son zamanlarından beri “sekbanbaşı” iken, istanbul’un fethi sırasında şehit olduğunu kaydetmiş. bu önemli bilgi onun fatih’in sancağını topkapı burcuna son anda, onun emektar eski bir sancaktarı olarak diktiğini göstermiş oluyor.

bu tespitler yalnız ulubatlı hasan’ın kabrini ve ilginç yaşam öyküsünü aydınlatmakla kalmıyor; özellikle fetihte “sekbanbaşı” olduğunu gösteren son bilgi, şimdi kabrinin biraz yukarısında yatan ve “ilk fetih şehitleri” olarak anılan “on sekiz sekbanlar”ın da, onunla birlikte surlara çıkan ve aşağı düşürülerek şehit olan ilk on sekiz şehit olduğuna ışık tutuyor.

(bugün gazetesi, 21.05.2019)

Aynı konu hakkında başka bir gazetede yayınlanan haberin linki:

http://www.milliyet.com.t...ulubatli-hasan-mi-2872509




görsel
(resim:#2)
görsel

ulubatlı hasan

görsel
görsel
görsel
görsel

ulubatlı hasan

Haklısın turkuaz54 , türk tarihi gerçekten de büyüktür, hem de çok büyüktür. Ama onun yaşamış gerçek kahramanları da onun kadar büyüktür, hem de çok çok büyüktür. O eserin sahte olduğu saçmalığı gibi, delilsiz ve desteksiz "Düzmece" ve "safsatalar"la ortadan kaldırılamayacak kadar.

Aynı yazarın Türk Dünyası Araştırmaları Mart-Nisan 2019 sayısında yayınlanmış daha ayrıntılı bir makalesinden:

"Ahmed Muhtar Paşa’nın bu meşhur eserinde yer alıp, literatürde yavaş yavaş fethin simgesine dönüşmeye başlayan “Ulubatlı Hasan” rivâyeti, bundan sonra bekleneceği üzere özellikle Yunan ve Romen akademik çevrelerinde rahatsızlığa neden olmuş; bu ise 1930’ların başlarından itibaren Yunan târihçi Papadopulos, Hanak-Philippides ve Romen târihçi Grecu’nun yersiz iddiâları ekseninde, hiçbir bilimsel kaygı gözetilmeksizin Chronicon Maius’un “pseudo” (sahte) olduğu, XVI. yüzyılda Monemvasia metropoliti Makarios Melissinos (ö. 1585) tarafından uydurulduğu iddiâsının türemesi sonucunu doğurmuştur . Kısa kronik Sfrancis tarafından 1477 yazının sonuna ait yapılmış kısa bir girişle yarım kalırken, geniş kronikte bu târihin yerine bizzat yazarının dilinden: “29 Mart 1488’de çok hasta olmasına rağmen, önde gelen yurttaşların ricâsı üzerine” yazıldığının belirtilmesi , ilkinde Sfrancis “πρωτοβεστιαρίτης/protovestiaritis = imparatorluk muhâfızlarının başı” gösterilirken ikincisinde “πρωτοβεστιαρίτου/protovestiarios = imparatorun elbiselerinin sorumlusu” olarak gösterilmesi , içinde Melissinos ailesine ait yeni farklı bilgilere de yer verilmesi... gibi kolaylıkla açıklanabilir noktalar ; hattâ daha önce hiç kimse tarafından yapılmamış bir şeymiş gibi, müverrihin eserini Sakızlı Leonardo (ö. 1459), Paraspondylos Zotikos ve Laonikos Chalkokondyles gibi çağdaşı diğer yazarların eserleriyle genişletmesi bile bu konuda iddiâ sâhiplerinin alenî istismârına malzeme olmuştur .
Bu trajikomik sözde kanıtlar, meseleye objektif yaklaşan ciddî bilim adamları tarafından peşinen reddedilse de , içeriği yeterince sorgulanmadan yeni bir keşifmiş havasına sokularak târih câmiâsında kısa zamanda rağbet bulmuştur. Oysa ki metnin aslî yazarının, kroniğin bütününe hâkim olan ilk ağızdan anlatır üslûbu, olayların içinde olduğunu kesinleştiren “Bizimkiler / Türkler” şeklindeki özgün vurgusu, özellikle fetihle ilgili “III. Bölüm”ün dıştan hiçbir ilâve, çıkarım ve müdâheleye imkân vermeyen, giriş-gelişme-sonuç esâsına dayalı bütünleşik kompozisyonu bu gülünç gerekçeleri peşinen ortadan kaldıracak ve “Ulubatlı Hasan” rivâyetini de sağlam tarihî bir temele oturtacak derecede uyumludur. Nitekim yukarıdaki bilim ve mantık dışı iddiâların tam aksine; iki kronik arasındaki yazım zamânı farkının, bekleneceği üzere kısa metnin daha sonra genişletilmesinden kaynaklandığı, Sfrancis’in görevine ilişkin birbirine çok yakın iki kelimenin yazımında mükerrer bir istinsah hatâsı yapıldığı, Melissinos ailesi ile ilgili eklentilerin ise Sfrancis’in Mora’da kaldığı sırada aile mensupları ile ilişkilerinin güçlenmesinden ve onlardan daha geniş bilgi alma imkânı elde etmesinden kaynaklandığı izaha imkân bırakmayacak derecede açıktır. iddiâcıların Sfrancis’in Chronicon Minus’ta Fâtih’e ve Türkler’e karşı sadece “menfur ve gaddar emir”, “dinsiz”, “acımasız” gibi ithamlar yöneltirken, Maius’ta daha geniş hakaretlere yer vermesini bir çelişkiymiş gibi yansıtmaları da ilmî ciddiyetten çok uzak bir iddiâdır. istanbul’un fethini bile birkaç cümle ile geçiştiren yazarın, bu kadar kısa bir metinde hakaretlere çok geniş bir yer ayırması beklenemeyeceği gibi; Sfrancis’in oğlu ile ilgili çirkin îmâ üstü kapalı bir şekilde aslında Küçük Kronik’te de vardır ve onun eserini yazarken Dukas’a haber aktaran taraflı çevrelerin iftirâlarından etkilenip aşırı yorumlara sapmış olması da gâyet olasıdır.
Chronicon Minus’ta (Has Murad Paşa’nın ölüm sebebi örneğinde olduğu gibi), kendi yaşadığı zamanın olayları hakkında yanlış bilgiler de aktardığı görülen Sfrancis’in, adı üstünde “genişlettiği” bir eserde bu hatâlarını kendi eliyle düzeltmesi, değiştirmesi, verdiği bilgileri daha da genişletmesi, kelimeleri nâdiren yanlış imlâ etmesi ve te’lif târihini güncellemesinde şaşılacak hiçbir taraf olmadığı gibi, bunlar metnin “pseudo/sahte” oluşuna da ne ilmî ne mantıkî anlamda hiçbir delil teşkil etmez. Yalnız târih sahasında değil, tüm bilim alanlarında cârî olan eser yazım geleneğinin asırlardır süregelen kalıplaşmış en bilindik nüanslarını sergileyen bu durumlar, bir eserin “sahte” oluşuna delil teşkil etseydi, eserini genişletmeye teşebbüs eden her müellifin bu girişimini bir “sahtekârlık”, yazdığı daha ayrıntılı ve nitelikli her eseri “sahte” ve aralarında tek bir istinsah hatâsı bile bulunan her nüshasını “uydurma” kabul etmemiz gerekirdi. Bu ise bilimsellikle uzaktan-yakından alâkası olmayan bir yaklaşımdır.
Nitekim Chronicon Maius metni, kısa kronikte yer almayan; eserin bizzat Sfrancis’e ait olduğuna kesinlik kazandıracak ve dış müdâhale ihtimâlini peşinen ortadan kaldıracak şekilde, yazarın: “Καὶ ἀναβὰς ἐϕ’ ἵππου ἐξηλϑομεν τῶν ἀνακτόρων περιερχόμενοι τὰ τείχη, ἵνα τοὺς φύλακας διεγείρωμεν πρὸς τὸ ϕυλάττειν ἀγρύπνως : imparator atına bindikten sonra saraydan çıktık ve nöbetçilerin tüm dikkatleriyle mevzîlerinde bulunmalarını te’min için surları teftiş ettik...”, “ Ὡς οὖν εἶδεν ὁ δυστυχὴς βασιλεὺς καὶ ὁ αὐϕέντης μου, δακρυχέων ἐπαρεκάλει τὸν Θεὸν καὶ τοὺς στρατιώτας : Benim mutsuz imparator ve efendim bu manzarayı gördüğünde, yaşlı gözlerle Tanrı’ya duâ ediyordu...”, “Οὐαί, οὐαὶ κἀμοὶ τῆς προνοίας ἐν τίνι καιρῷ με ϕυλαττούσης·?.. : Heyhât! ilâhî takdir tarafından neleri görmem kararlaştırılmıştı?..” gibi özgün ifâdelerini içermektedir . Kısa kronikteki fetihle ilgili yegâne tarihî kayıt olan ve her iki kronikte de ortak ifâdelerle tekrarlanan: “ἐμοῦ πλησίον αὐτοῦ οὐχ εὑρεϑέντος τῇ ὥρᾳ ἐκείνῃ, ἀλλὰ προστάξει ἐκείνου εἰς ἐπίσκεψιν δῆϑεν ἄλλου μέρους τῆς πόλεως : Ben o sırada efendim imparatorun yanında bulunmuyordum; fakat emri üzerine şehrin başka bir tarafına teftişe gitmiştim.” cümlesinin , Chronicon Minus’ta bulunmayan, yalnız Chronicon Maius’ta karşımıza çıkan yukarıdaki daha önceki cümlelerle bire-bir aynı üslûbu taşıması, onların sonucunu açıklar nitelikte olması ve aynı görevdeki kişinin ağzından çıktığının aşikâr olmasından da anlaşılacağı üzere, kroniği genişleten kimse olaylara bizzat şâhid olan ve o sırada surları teftişle vazîfeli bulunan Sfrancis’ten başkası değildir .
Yukarıdaki zorlama iddiâları eserin sahteliğine delil getirmeye çalışanlar bu özgün ifâdelerden nedense hiç söz etmemiş, içine düştükleri bu çelişkili duruma mantıklı bir açıklama da getirememişlerdir. Oysa bu açık ifâdeleri bile Melissinos’un uydurmuş olduğunu iddiâ edecek kadar ileri gidenlerin; bu ilginç, aşırı ve sıradışı iddiâlarının bilimselliğini ispatlamak için “laf” değil, aynı düzeyde sağlam, inandırıcı ve sıradışı deliller ortaya koymaları gerekirdi."

(H. Yılmaz: Fatih'in Alemdarı, Şehidler Serdarı Ulubatlı Baba Hasan, Türk Dünyası Araştırmaları, 121/239, Mart-Nisan 2019, s. 383-404)

Ortaya direkt laf ve safsata bırakmadan önce beyin denilen mefhumu kullanmak lazım. Bunu söyler, başka da bir şey söylemeye gerek görmem. Tarihimizi uydurduğumuz saçmalıklarla, düzmece ve safsatalarla yok etmeye ne kadar da meraklısınız!

ulubatlı hasan

Bazıları ne amaçladır bilinmez, mit pozisyonuna düşürmekte hala inat ve ısrar etse de, varlığının net delillerinin şu iki makalede ortaya konulduğu fethin en büyük kahramanıdır:

https://www.academia.edu/..._May%C4%B1s_2019_s._74-78

https://www.academia.edu/..._May%C4%B1s_2019_s._24-29

ulubatlı hasan

görsel

ulubatlı hasan

Ulubatlı Hasan'ın kabri ve Ulubat gölü yakınlarındaki köyü vakfiyesiyle birlikte bulunmuş. Demek ki ne yapmak lazım? Öyle bilip bilmeden bol keseden hurafe diye, efsane diye atıp tutmamak lazım...

http://www.milliyet.com.t...hasan-mi--gundem-2872509/

ulubatlı hasan

Ulubatlı Hasan’ın Kabri ve Tarihî Kimliği Ortaya Çıktı!

Uzun zamandır bir “Fetih efsanesi” olduğu öne sürülen Ulubatlı Hasan’ın kabri ve gerçekten yaşamış biri olduğu kanıtlandı.Yeniçağ Tarihi uzmanı Araştırmacı-yazar Hakan Yılmaz’ın ortaya koyduğu tarihî kanıtlar,Fatih’in şehit sancaktarı“Baba Hasan”a ait Fatih’teki ilginç bir kabrin Ulubatlı Hasan’a ait olduğunu gösteriyor.

Baba Hasan-ı Alemî” adıyla tanınan Sancaktar Hasan’ın kabri, Fatih’in Horhor semti yakınlarında, Kırma Tulumba Sokak’la Girdap Sokak’ın birleştiği köşede yer alıyor. Kabrin ilerisin de eskiden Hasan’ın adıyla anılan kısa minareli kârgir bir mescit de varmış. Ne yazık ki bu mescit, tarihî yarım adanın beş asırlık görüntüsünü değiştiren 1956 istanbul Şehir planlamasında, açılan yola çok uzak kalmasına rağmen “Ahşap çatılı ve değersiz” olduğu gerekçesiyle yıktırılmış. Ulubatlı Hasan’ın kabir ve mescidinin bulunduğu mahalle fetihten bu yana “Alemdar (Sancaktar) Baba Hasan Mahallesi” olarak biliniyor ve kabri halk tarafından ziyaret ediliyormuş. Mescid arsası şimdi park alanı olmuşsa da, önünden geçen sokak hâlâ “Baba Hasan Camii” adını taşıyor.

Kabirde yatan Alemdar Hasan’ın Ulubatlı Hasan olduğunu kanıtlayan en önemli delil ise, 1806’da tamir edilen kabrin yan duvarı üzerine yerleştirilen manzum kitabesi… Şimdi kaybolan ve elde yalnız fotoğrafı bulunan kitabe de,“Sıdkî” adlı şairin yazdığı beş beyitlik tarih manzumesinin ilk beyitlerinde, Hasan’ın burca çıkıp ilk Türk sancağını dikme ve şehâdete erme anları kendi dilinden şöyle özetleniyor: “Elimde ateş saçan kılıç, dilimde Settâr’ın nazmı (tekbir) / Ben oldum Fâtih’in o gün göz kamaştıran sancaktârı / Kahır pençemle, düşmanla Rüstem’ce ulu gazâ ettim / Kanlar içinde kalarak oldum Şehidlerin Serdâr’ı…”Şiirin “tarih”içeren en son mısrasında“Hasan”ın adı da açıkça geçiyor ve: “Ne devlet ki Hasan Baba’dır sekiz burcun sancaktârı” denilerek, onun istanbul’un sekiz kara burcu arasına ilk Türk sancağını dikmekle,şehri fetheden askerler içinde en büyük devlete kavuştuğu belirtiliyor. Çağdaş kaynaklarda Hasan’dan sonraki ikinci sancağın dokuzuncu burca dikildiğini gösteren kayıtlar, kitabedeki bilgilerin otantikliğini açıkça gözler önüne seriyor.

Kabir ve kitabe ortaya çıkmadan önce, Ulubatlı Hasan hakkında çağdaş Bizans tarihçisi Sfracis’in Büyük Kroniği’nde anlattıkları dışında hiçbir şey bilinmiyordu. Bu çağdaş kaynak, On dokuzuncu yüzyıl başlarında haksız gerekçelerle fetihten 120 yıl sonra yaşamış olan Makarios Melissinos’a atfedilmiş, Ulubatlı Hasan’ın da onun eklediği efsanevî bir karakter olduğu iddia edilmişti. Kitabedeki ilginç mısralar; Hasan’ın sağ elinde kılıçla burcun üzerine çıktığını, orada Bizans askerleriyle çatıştığını, kendisine has şiddetiyle düşmanlarını kaçırdığını, fakat sonunda atılan ok ve taşlar yüzünden kanlar içinde kalarak şehadete ulaştığını anlatan Sfrancis’in betimlemeleriyle tam olarak örtüşüyor ve metnin onun kaleminden çıktığını da kesinleştiriyor.

Ulubatlı Hasan’ın kimliğine ışık tutan yeni tarihî bulgular yalnız bunlarla sınırlı değil. Yılmaz’ın tespitlerine göre, Ulubatlı Alemdar Hasan Ağa’ya Fatih’in babası II. Murad tarafından 1425 yılında Ulubat Gölü’nün doğusunda yer alan Kızılcıklı, şimdiki adıyla Hasanağa Köyü birkaç köyle birlikte vakfedilmiş ve başkent Edirne’de, Çöke yakınlarında bir köy de bunlara ilâve edilmiş. Edirne’deki bu köyün adı da Bursa’dakine benzer şekilde şimdi Hasanağa adını taşıyor. Vakıf belgesi şimdi Bursa’nın Nilüfer ilçesine bağlı Hasanağa köyünde, soyundan gelen bir ailenin elinde bulunuyor. Alemdar Baba Hasan kuşatmaya katılmadan önce hem Bursa’da, hem de Edirne’de vakıflar kurmuş ve her iki şehirde camii, mektep, zaviye, hamam… gibi hayır eserleri yaptırmış. Yılmaz, arşiv belgelerinde Baba Hasan’ın istanbul’daki oğullarının adlarının, Bursa ve Edirne’deki Hasanağa köylerinde de aynen ortaya çıkmasının her iki Hasan’ın aynı kişi olduğunu kanıtladığına dikkati çekiyor.

Vakfiyede Ulubatlı Hasan Ağa’nın yüksek bir devlet adamı olduğuna işaret edilirken,“islâm sancağının dikicisi” olduğuna da göndermede bulunulmuş. Hatta Edirne’de yaptırdığı camii ve türbe alanı da, bu nedenle daha o dönemde“Alemdar Mahallesi” adıyla anılır olmuş. Ne var ki Alemdar Baba Hasan, altmış yaşının üzerindeyken katıldığı istanbul kuşatmasında, Fatih’in teşvikiyle Otuz kişilik bir grupla birlikte burcun üzerine çıkıyor ve bunlardan on sekiziyle birlikte burçtan aşağıya düşerek şehit oluyor. Kitabeye göre sur dibinde, insan ölüleri ve yüksek taş kümeleri altında kaybolan bedeninin bir süre nerede olduğu bulunamamış. Nihayet yeri rüyada birine gösterilmiş ve oradan çıkarılıp şimdiki kabir alanına nakledilmiş.

Hasan’dan Sicill-i Osmanî yazarı Mehmed Süreyya da açıkça söz etmiş veonun II. Murad’ın son zamanlarından beri “Sekbanbaşı” iken, istanbul’un fethi sırasında şehit olduğunu kaydetmiş. Bu önemli bilgi onun Fatih’in sancağını Topkapı burcuna son anda, onun emektar eski bir sancaktarı olarak diktiğini göstermiş oluyor.

Bu tespitler yalnız Ulubatlı Hasan’ın kabrini ve ilginç yaşam öyküsünü aydınlatmakla kalmıyor; özellikle fetihte “Sekbanbaşı” olduğunu gösteren son bilgi, şimdi kabrinin biraz yukarısında yatan ve “ilk fetih şehitleri” olarak anılan “On sekiz Sekbanlar”ın da, onunla birlikte surlara çıkan ve aşağı düşürülerek şehit olan ilk On sekiz şehit olduğuna ışık tutuyor.

(Bugün Gazetesi, 21.05.2019)

diriliş ertuğrul

kronolojik ve bilimsel hiçbir kaygı gözetmeksizin piyasaya sürülmüş halkı oyalama ve oynatma dizisi...

ziya paşa

"Âyînesi iştir kişinin lafa bakılmaz,
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde..." gibi eşsiz dizeleriyle edebî dünyamızda derin izler bırakan büyük Türk şairi ve düşünürü...

ertuğrul gazi

Seyfeddin Tuğrul Beg Gazi, ya da Ertuğrul Gazi... Sultan Alâeddin'in haslarındandı, sonra Söğüt çevresine taşındı. Doksan yıldan fazla ömür sürmüş ve vefatından sonra Söğüt'te bulunan tübesine gömülmüştür.

kayı boyu

Osmanlılar Kayı boyundandır, yaşadıkları coğrafyadaki sayısız Kayı yer adı bunun en basit ve kesin tarihî kanıtıdır.

süleyman şah

Osmanlı kroniklerinde Osmanlılar'ın atası olarak gösterilen, ancak Anadolu Selçukluları'nın atası Kutalmışoğlu Süleyman Şah'tan başka bri olmayan tarihi kimliktir. Aşık Paşazade "En evvel Rûm diyârına bu gelmiştir." diyerek işi bitirmiştir, gerisi teferruattan ibarettir.

ertuğrul gazi nin babasının belli olmaması

Babası belli olmayanların kendilerini tatmin için uydurdukları çirkin yalandır. Ertuğrul Gazi'nin babası Gündüz Alp'tır, hem tarih kaynaklarında hem de oğlu Osman Gazi'nin sikkesinin arka yüzünde adı vardır.