bugün

entry'ler (87)

çocukluk dönemi sanrıları

Ben çocukken çok salaktım. Edip Akbayramın ismini Edi zannederdim. Yani o, benim için Edi Pakbayramdı. Ablama, Nasıl olup da koca bir günü canın sıkılmadan evde oturarak geçiriyorsun? demiştim. Büyüyünce insanın canı sokakta oynamak istemez ki cevabını vermişti. Uzunca bir süre büyüyüp büyümediğimi anlamak için kendime, "canın sokakta oynamayı istiyor mu? diye sormuştum. Annem erkeğin cinsel organını pipi kadınınkini kutu olarak tanımlamıştı. O zamanlar TRTde Cenk Korayın sunduğu Tele Kutu diye bir yarışma vardı. Yarışmacılar, Hayır Cenk Bey, ben kutumu açmak istiyorum deyince koşarak odadan kaçardım.

Sabahları kalktığımda aklımın hala yerinde olup olmadığını anlamak için 2+2, 3+4 gibi toplama işlemleri yapardım. Sonuçlar doğru olunca da çok sevinirdim. Dedemle parka gittiğimiz bir gün TRTciler çekim için oradaydı. Beni oynarken çektiler. Yayın günü bizim aile jeneriğinde gözüktüğüm çocuk programını izlemek için televizyon başına geçti. Kendimi ekranda görünce, "Beni niye parkta unuttunuz?!?" diye gözyaşlarına boğulmuştum.

Geri vites kavramım yoktu. Şoför, kolunu koltuğa atıp arkaya doğru bakınca araba otomatikman geri geri gidiyor zannederdim. Benden büyük kuzenlerim dondurmacıların dondurma külahlarının sivri kısmıyla kulaklarını karıştırdığını söylemişti. inanmıştım. Hala da külahların sivri kısımlarını yemem. Çöpe atarım.

Babaannem bir gün gelirse sevdiğim dizilerin olmadığı bir gün gelsin istiyordum.

Abimle Karaoğlancılık oynardık. O Karaoğlan olurdu, beni de Bizans askeri yapardı. Sonra evire çevire döverdi. Çok mühim bir şey yaptığımı sandığım için canım yansa bile hiç sesimi çıkarmazdım. Yeşil ve siyah zeytinin ayrı ağaçlarda yetiştiğini sanırdım. Bulmacalardaki, annenin erkek kardeşi kısmına dayımın beş harfli ismini sığdırmaya çalışırdım.

Anaokulunda patates baskısı yapmayı öğrenmiştik. O kadar hoşuma gitmişti ki, evde duvarlara, masa örtülerine filan basmıştım. Ancak sanat merakım annemin yeni aldığı beyaz eteğe patatesi yapıştırmamla son bulmuştu. Hem gönlünü almak hem de el koyduğu patateslerime kavuşmak için dahiyane bir fikirle öğretmenimin yanına gittim. Annem yazısını patatese oydurttum. Sevinçle eve gelerek soyundum. Renkli boyalara batırdığım patatesi vücudumun her
tarafına bastım. Sonra da annemin karşısına geçtim. Beni o halde görünce ağlamaya başlamıştı.

Madonna ile Maradonayı kardeş zannederdim. Kendi kendime, bunların babası ne şanslı be. Bir çocuğu futbolun kralı, biri müziğin kraliçesi derdim. Birinden özür dilediğim zaman Allahın bana bir özür vereceğini sanırdım. Sakat olacağımı düşünüp hemen dilediğim özrü geri alırdım.

Kurban Bayramında toplanan derilerden uçak yapıldığını sanırdım. Uçakların dış yüzeyi bu derilerle kaplandığı için Türk Hava Kurumunun topladığını düşünüyordum. Uçak kaçırma filmlerinde silahla ateş edildiğinde ya da a patladığında, Ayyy! Deri delindi! derdim.

Gil diye konuşanları fakir zannederdim. Annem banyodan çıktıktan sonra babamın söylediği, "Sıhhatler olsun" lafını "saatler oldu" diye anlardım. Bunun da, banyoda amma çok kaldın gibi bir şey demek olduğunu sanıp babamın anneme kızdığını düşünürdüm. Annemin buna karşın niye sadece, sağol dediğini merak ederdim. Ne kibar kadın, derdim.

alttan ders almak

sınav kağıdında sadece bu yazıyor: "kendiniz bir soru yazınız ve onu cevaplayınız". hiç çalışmamışım sınava, mantık kullanarak yazarız bir şeyler felsefesiyle sınava girmişim. cevapları uydurabilirdim belki de soru olsaydı amma velakin soru yokken cevabı nasıl bulacaktım. soruyu bulsam, cevabın doğru olduğunu nasıl çıkarayım? durduk yerde montla sıçıyorum yani.

devam zorunluluğu da olmadığından dönem boyunca derse devam etmeyişime yanıyorum bir süre. tek bir soru aklıma gelmiyor. başkasına baksam kopya çektiğim anında anlaşılır. "neden istatistik?" desem, aklıma gelen tek cevap "çünkü eşşeğin sikinden dolayı" oluyor. "risk nedir" yazıp boş kağıt versem, efsanelerden beslensem, dersten direk kalırım adım gibi eminim.

sınıftaki ipnelerin aklına soru gelmiş, yardırıyorlar hatta cevap için ikinci kağıdı istiyorlar. zaman azalıyor ve benim kağıdım kalbim gibi tertemiz. afrika steplerinden ışınlanmış zebra gibi bakıyorum arkadaşlarıma. cevabı olmayan sorular ve sorusu olmayan cevaplara kafamda uçuşuyorlar. uzayda olsaydık belki bu kadar düşünceden mutlaka iki tanesi birbiriyle kombinasyon olacak şekilde dizilecekti.

boş kağıt verirsem kalacağım kesin olduğundan "istatistik dersinin önemini anlatınız" oluyor sorum. soruya bak. iddialı demeçlerle yazdıkça yazıyorum cevabımı muhtar adayı gibi. "tutmayın küçük enişteyi" diyor içimden bir ses. az bilgi ve bol sallamasyonla arkalı önlü bir tane kağıdı dolduruyorum.

kısa zamanda açıklandı sonuçlar. sınıfta iki kişi kalmış. birisi benim. sonra anlıyorum ki kalan diğer eleman da soramamış kendisine bir soru. düşünüyorum ve diyorum ki alttan ders almak öğrenciliğin şanıdır, hem ne gerek var derslerin üstüne gitmeye. kişi zaman zaman alttan almayı da bilmelidir.

ares

zamanında nice downloadlara vesile olmuş programa saygımdan dolayı gözlerinden öptüğüm yazardır.

öğrenci öğretmen diyalogları

lise yıllarından hafızamın derinliklerine işlemiş bir kare.

tenefüs zili çalması ile sınıftaki öğrenciler ağır ağır dışarı çıkmaktadırlar. öğretmen masasındaki eşyalarını toplayan hocamız o esnada ani ve gürültülü bir şekilde sırayı öne itmem ile irkilir ve gözlerini bana dikerek:

- evladım kaldır çek yoksa gelmez.

der ve derin bir southpark sessizliğinin ardından;

ben: "peki hocam bi dahaki sefere öyle denerim."

jetonlar düşer, sessizlik yerini kahkahalara bırakır. bir öğretmen-öğrenci diyalogunu da tarihin tozlu raflarına kaldırmışızdır.

erkekleri çekici yapan detaylar

(bkz: sola yatırmak)

tek tip askerlik gereklidir

son derece saçma bir iddiadır.

şöyle ki...

eğitimli insan gücünden daha fazla yararlanmayı planlayan silahlı kuvvetler "tek tip askerlik" gibi bir çözüme gitmiş.

sikerim böyle işin ızdırabını.

devletin bütçesinin %40 gibi büyük bir kısmını alan tsk, 5.5 ay süresince leblebi gibi asker yetiştirmesi yetmedi artık bunu 9 aya çıkarıyor. lan ben sinirlenmiyim kim sinirlensin. siktigimin ülkesinde bir kere de götümün sikilmediğini hissedeyim ya, bir gün. lan kim diyor "insan hakları", hani nerde! üniversite mezunu genç bir adamın hayatının en güzel 9 ayını çalmanın neresindedir hak hukuk.

bir kere şunu netleştirelim:

türk silahlı kuvvetleri düzenli bir ordudur. terör örgütü pkk ise dağları avcunun içi gibi bilen militan bir örgüttür. yani tsk ile savaşa giren devlet ya da örgüt de onun standartlarında olmalı ki "savaş" kavramından bahsedelim. ancak hal böyle olunca, aktütüne yaptığın kümes gibi karakollarda senin askerini adamlar harcarlar baba. sen orda vatanı koruyorum diye kendini avuturken 3 km öteden kafana mermi yagdırırlar. pekala, 5.5 ayda ölen insan sayısının artık biraz daha artacağını tüm samimiyetimle belirtiyorum. (bu ilk eksi)

sonrasında devletin bütçesinden askerlik kurumu için akacak paranın haddi hesabı olmayacaktır. bu demek oluyor ki birçok kurumdan kayıplar ve kısıntılar olacaktır ki denge sağlansın(ikinci eksi)

türk silahlı kuvvetleri daha önce askere gelen gençlerden 5.5 ay süresinde süfer yararlanmıştır. "elektrik elektronik mühendisini alıp trafo bakımında kullanmak" ne kadar da ulvi bir yararlanmaymış.

neyse ya... tek tipini sikiyim, o kadar açık ve net.

vatan haini değilim olum. askerliğimi yapacaktım en kısa sürede, ama artık görünen o ki birçokları artık yeni kurtuluş yolları arayacak benim gibi. bu iş böyle olmaz. valla olmaz.

üniversiteli olup sevgilisi olmayan öğrenci

suçu yoktur.

olm üniversiteli olunca sevgili default olarak gelen bir ayar değil. anlayın artık lan şunu! şantiyedeki işçiler bu muhabbeti yapıyorlar lan, "ooo delüganlı sen şinci üniversitede garıları götürüyondur ha"...

vay arkadaş ya, zihniyete bak.

swastika

şirin, sevimli bir yazardır.

entrylerden güzel kız tespit edebilmek

öncelikle şunu netleştirmeliyiz: ilk olarak elimizde veri olarak sadece ve sadece subjektif yargı ve beğeniler belirten kanka entryleri var.

yani bir hatun hakkında "canım","benim birtanem o", "dünyalar güzelim" şeklinde giri girilmiş ise ilk dikkat etmemiz gereken faktör bu giriyi yazanın, o hatun ile yakınlığı olduğudur. bu durumda bir yol ikiye ayrılmaktadır. şayet giri giren kişi bir hatun ise, %80 oranında güvensizlik oyunuzu kullanın ve itibar etmeyin derim.
diğer ihtimal olan kanka ya da sevgiliyse de "güzeller güzelim" yine bir bok ifade etmiyor.

önemli olan x ve y kişilerin yani o hatunu tanımayan ya da zirvede görmüş insanların "güzelliği ile dikkati çeken" tipi sık, kısa ve tekrar eden entrylerle başlığı şekillendirmeleri. entrylerin tümünü okuyoruz ve farklı tarihlerde, farklı 3. kişilerin hedefimiz olan hatun hakkında "güzel" dediği hatunun güzel olma şansı yüksektir.

ikinci olarak, elimizdeki kanka entarileri ya da başkaları tarafından yazılan diğer girilerdeki önemli kelimeler:
"şirin", "sevimli", "tatlı", "gülüşüne hayran olunan", "bıcır bıcır"
bu tip tanımlarla anılan kızlar özetle:
"1.50 boylarında, dombalak, ve çirkin" oluyorlar. bana güvenin. sevimli, şirin dediğin çirkin demektir.

"peki abi nasıl oluyor da bu kadar eminsin" diye sorarsan hemen diyim. kendi aramızda 8 senesinde anlaştık abi. erkekler arasında gizli bir kod bu, eğer bir kızın çirkin olduğu sinyalini vereceksek başlığı altına gidip "sevimli, şirin" yazıyoruz.

son olarak, hatun kişisinin kendi yazdığı girilerdir. bir hatun sinema, felsefe ve edebiyat ile ne kadar ilgili ise ortalama olarak o kadar çirkinleşmektedir. şimdi lütfen "ben sinema, edebiyat ve felsefe ile ilgileniyorum ama çirkin değilim" diyerek itiraz etmeyin. elbette güzelsiniz, elbette bana böyle bir mesaj atarsanız sizinle polemiğe girer gibi yapıp msnimi vereceğim ama çoğunluk için geçerli olan hadise bu. ha unutmadan bir diğer dikkat edilmesi gereken nokta ise siyaset ile ilgilenen hatundur. siyaset ile aktif olarak ilgilenen hatunların çirkinliği destansıdır.

edit: (yoğun msj uyarısıyla)

pek kıymetli hatun olan uludağ sözlük yazarlarına ithafen,

bizler farkındayız ki hepiniz güzelsiniz. bundan hiç şüphemiz yok. fakat gelecek nesilleri de düşünmeliyiz. onlar kimseyi tanımıyor olarak bulunacaklar burda bir süre. peki bu birlik ve beraberliğe ihtiyacımız olan böyle günlerde onlara yardım etmeyelim mi yani? lütfen.

bisküviye büsküvüt diyen tip

(bkz: mahmut demesin de ne derse desin)

yalnızlık

diablo oynarken, koca haritada doğrayacak yaratık bulamayıp, üstüne kaybolup çıkışı bulamadan town center ile level arasında gidip gidip gelmektir yalnızlık.

köylüleri bile bulamadığım zaman oturup ağladığımı bilirim. çok fena bir duygudur. yalnız kalmıyım diye karakterime ölme diye yalvarmışımdır defalarca. o derece acınası bir durumdu benimki, gözünden yaş akar ya.

ntv yayın grubu 2010 türkiye basketbol yayınları

ızdırabı sikilesi yayınlardır.

lan yıllardır bu an için yanıp tutuştuk, şampiyonayı evimizde olsun dedik ve nihayetinde bunu başardık. ama şu siktiğimin ntv'si yayın haklarını almış olup gün içinde yapılan 10-12 karşılaşmadan 1-2 tanesini gösteriyor. en iyi ihtimalle 3 maç. lan am beyinliler bu mudur dünya şampiyonası!!

gece gece sinirlendim yine... neyse. dört maçın dördünü de kazanmamızın şerefine sakin oluyorum şimdi.

ya ben istanbul u alırım ya istanbul beni

bu cümleyi söyleyen şahsı içinde bulunduğu gafletten uyandırmak lazım gelir.

"ya ben istanbulu alırım ya istanbul beni alır."

(bkz: anlatım bozukluğu)

unutulmaz aktörlerden unutulmaz replikler

bizim aile, münir özkul:

bak beyim, sana iki çift lafım var. koskoca adamsın. paran var, pulun var, her şeyin var. binlerce kişi çalışıyor emrinde. yakışır mı sana, ekmekle oynamak? yakışır mı bunca günahsızı, çoluğu çocuğu karda kışta sokağa atmak, aç bırakmak? ama nasıl yakışmaz. sen değil misin öz kızına bile acımayan, bir damlacık saadeti çok gören. anlamıyor musun beyim, bu çocuklar birbirini seviyor.
ama ben boşuna konuşuyorum. sevgiyi tanımayan adama sevgiyi anlatmaya çalışıyorum. hıh!.. sen, büyük patron, milyarder, para babası, fabrikalar sahibi saim bey. sen mi büyüksün. hayır ben büyüğüm, ben, yaşar usta. sen benim yanımda bir hiçsin, anlıyor musun, bir hiç!
gözümde pul kadar bile değerin yok. ama şunu iyi bil, ne oğluma ne de gelinime hiç bir şey yapamayacaksın. yıkamayacaksın, dağıtamayacaksın, mağlup edemeyeceksin bizi. çünkü biz birbirimize parayla pulla değil, sevgiyle bağlıyız.
bizler birbirimizi seviyoruz. biz bir aileyiz. biz güzel bir aileyiz. bunu yıkmaya senin gücün yeter mi sanıyorsun. dokunma artık aileme. dokunma çocuklarıma. eğer onların kılına zarar gelirse ben, ömründe bir karıncayı bile incitmemiş olan ben, yaşar usta, hiç düşünmeden çeker vururum seni. anlıyor musun? vururum, ve dönüp arkama bakmam bile.

para

bir zaman uzun bir şehir içi otobüs hattında, tatlı bir biletçi amca ile sohbeti şu şekilde açmıştım:

- amca ya yaşının fazla olduğunu tahmin ediyorum ancak nasıl oluyor da böyle genç görünüyorsun?

amca inanılmaz genç görünüyor ama bir o kadar da yaşlı: ihtiyar delikanlı. sonra gülümsüyor ve anlatmaya başlıyor.

- dogru bildin. 65 yaşındayım. bak yigenim, şincü beni eyi dinle. ne kadar hayat teşalesine, paraya pula gendini gaptırdıgın vakit o kaddar yaşlanır gidersin.

*tink lamba yandı kafamın içinde*

babamı düşündüm. böyle bi adam. hak veriyorum çocukları en iyi şartlarda okusun istiyor. ve kendini bu uğurda yıprattı. 44 yaşında ama bu amcanın abisi gibi görünüyor. fakat babam bir noktayı atlamıştı. her şey dengede. fazlasına gerek yok. çocukları iyi okullar okuyor. hali vakti yerinde. bildiğin orta halli yaşam işte. kaç tane üniversite ögrencisi tek başına kalıyor da o oğluna böyle bir lüksü lütfetmişti. ha o zaman sorarlar bey baba napcan bakalım sen parayı. tamam işte limittesin, herkesler mutlu mudur? öyle.

amca devam ediyor...
- çocuklarımı okuttum. hepsi gendine toktor oldu, müendiz oldular. çalışıyolar. evlendiler. hepsi uçtu gitti. bi benimlen eşim kaldık goca evde. eee çok zengin olsam da böyle olmaz mı idi?

*tink lamba tekrar yanıyor*

teyzem çok zengindir. ama çocugu olmadı. eniştemle öyle istanbul'un en gözde yerlerinde saraylarda yaşıyolar. bağdat ceddesinde tripleks bir evde yaşamak bence muazzam bir olay. fakat vakti zamanında kendilerini ziyaret etmiştim. ev o kadar sessiz ki, gözleri "şu evin içinde bir çocuk gürültü yapsa ya" diyor idi adete. anlıyorum, demek ki mutluluk parayla olmuyor sadece.

amca devam ettikçe ben düşünüyorum. ben düşündükçe amca anlatıyor.
- bak yigenim. evet para gerçekten çok önemli değildir. ben çok çalıştım, her bir işte çalıştım amma velakin sinirlenmedim, üzülmeme çalıştım. çocuklarım ile mutlu yaşadım. para bir tuzaktır. varlığı ile yokluğu insanı sapıttırır. çok paraların olunca şaşırırsın, az olunca kıvranırsın.

son cümleyi ben kafamın içinde kuruyorum : "amma velakin eğer limitinde isen o zaman hattı koru asker."

sevgilinin ölmesi

bana bir zaman sormuştu "sen hiç aşık oldun mu" diye, bende "olmadım" demiştim. sonra da "peki hiç aşık olmadıysan şu an aşık olmadıgını nerden biliyorsun?" diye bir soru sordu ki, o kendimi çok çaresiz hissetmiştim. hani derler ya rüyada ölürsen, gerçek hayatta da ölmüşsündür. bu da öyle bir paradoks idi. şu an günün ağarmasını beklerken düşündüm bu sorunun cevabını bulduğum anı. kelimelerin hissi anlatabilecegine her zaman inanmışımdır.

***

bayram tatili. insanlar akrabalarını, sevdiklerini ziyaret için yollara düşüyor. benim sevgilim de ailesi ile birlikte eskişehire dogru yol almaktaydı. sonra düşünüyorum...

***

her gidişin bir dönüşü var mıydı acaba?

***

4-5 gün haber alamazsan sevdicekten o zaman düşünme vakti gelmiştir dedim. kendisine hiç bir şekilde ulaşamadım ve arkadaşını aramayı düşündüm. garip bir ses bana "alo??" demişti ki ben o an bir şeylerin ters gittigini anladım, malum sormasam tabi ki rahat edemezdim. telefondaki ses:

- trafik kazası geçirdiler...

***

30 saniye boyunca konuşan telefondaki ses "orda mısın" diyor. bir an kanımın vücudumda artık dolaşmadıgı hissine kapılıyorum. başımdan asağı kaynar sular akması da cabası. o yaş gelmesin diye kendimi kastığımda isteksiz olurak yutkunmak istedim. ama bunu beceremedim o an. en derinde hissettim bütün duygunun yoğunluğunu. kamera yavaşça uzaklaşıyor benden, arka planda çalan müzik çok uzaklardan geliyor, ekran kararmak üzereyken...

***

"evet burdayım".

"teşekkür ederim, hoşçakal..."

***

telefonu kapattıktan sonra ne yapacağımı bilemeden öylece durdum. gözümü kapattığımda akan bir damla yaş yüzümde uzun bir seyahat etti ve çenemden telefona damlarken ben sorduğun sorunun cevabını düşündüm: sanırım sana aşıkmışım da haberim yokmuş.

çirkin kadın yoktur

olaya matematiksel bir çözümle yaklaşan isviçreli bilimadamı olan bir arkadaşımdan aynen aktarıyorum:

kadınlarda zeka x güzellik x bulunabilirlik çarpımlarından oluşan sabit bir sayı vardır.

a = z. g. b olsun denklemimiz.
burada a doğuştan gelen bir değişken oldugundan sabit kalması şarttır. o halde denklemin sağ tarafındaki degişkenler üzerinde işlem yapılmalıdır.

a = (z+10). g. b olursa, a sabit kalacagından g ve b değişkenlerinde azalma görülmesi muhtemel:

http://img689.imageshack.us/img689/7261/gbg.jpg

yine aynı şekilde a = z. (g-10).b denkleminde , b de mutlak bir azalma mümkün.

deneyin sonuçları:

1. çirkin kadın vardır, midesiz erkek çoktur, votkanın hiçbir suçu yoktur.
2. "çirkin kadın yoktur, bakış açısı vardır" diyenleri burdan evin salonunda hazırlamış olduğum fight club'ıma davet ediyorum. çirkin kadın vardır. sokarım bakış açınıza.

ön sevişme

türkiye şartlarında en az dört saat yalvarma olarak da adlandırılabilir.

açılmak bilmeyen makarna ambalajı

evde kalan son makarnayı da pişirmek üzere yeltendim. paketi açmaya çalışırken, bir anda makarna paketinin %46.2 sinin yere göğe saçılmasıyla artık düşünme vakti gelmişti. beynimi buzluktan aldım, yerine monte ettim ve düşünmeye başladım.

makarna üreten firmalar bunu bilerek yapıyorlar abi. evet evet öyle olmalı. yoksa bunun başka bir izahı olamaz. paketi açmak için uğraşan kişi açamasın, açarken de her yere döksün ve bir dahaki sefere yine alsın, yine alsın diye. bir taktik yani: amaç ürünün tüketimini arttırmak. nedir lan o janjanlı ambalajın bu kadar sağlam yapılmasının sebebi? paketten kaçmaya mı teşebbüs ediyor makarnalar? heba oldu lan sizin yüzünüzden bir ton makarna, oldu mu şimdi bu yaptığınız?

bu arada, makarnanın hacmi kadar su taşıracağını göz önünde bulundurup su ilave edin. %46.2 si gitmiş makarnanın %23.86'sından da mahrum olmayın bi de durduk yere.

kadınlar kendilerini güldüren erkeklere aşık olur

yalandır.

kadınlar kendilerini güldüren erkeklere çok gülüyolar. bu kadar yani...