bugün

entry'ler (65)

ağacın katli

“Ne o, kalkıp şimdi beni de mi kirleticeksin?…” dedi önümde boş boş bana bakan sayfa…“Kirleticeksin denmez ona, kirleteceksin denir! Bunca yıldır bir sürü kalemin altına yatmışsın hala yazmayı öğrenememişsin.” dedim kızgınca bana diklenen boş sayfaya. “Elimde değil birader” dedi. “Elinde olmayan ne?”dedim. “Kalem” dedi boş sayfa ve devam etti: “Kalem, senin ve senin gibi o meşhur ilk cümleyi bulamayınca sürekli mızmızlanan hasta ruhların eline geçince ben de mecburen kirleniyorum, yoksa biz de biliriz kendimizi lekeletmemeyi!” “Siktir” diye bağırarak kesip attım bu boş tartışmayı. Kendi isteğiyle “ex” olmuş sevgilimin beni terk ederken “al manyaklıklarını buna yaz ama bitirince mutlaka oku. Sen bile senden korkacaksın!” diyerek verdiği 50 sayfalık defterin 45. sayfasını da kopardığım gibi yazı masamın altındaki çöp kovasına attım. “Çevre katili” dedi çöp kovası bana. Duymamazlıktan geldim. “Ulan biriniz de farklı baksın be, hepiniz boş boş bakıyorsunuz” diye çıkıştım 46. sayfaya. “Kardeş, senin yeteneksiz olmandan dolayı sürekli telef oluyoruz zaten, kalkıp da suçu biz de arama.” “Yeteneksiz olduğumu mu düşünüyorsun?” diye sordum içerlemiş biçimde. 46. sayfa sesimdeki kırgınlığı hissetmiş olacak ki geri adım attı: “Yok be, sen öyle birden çıkışınca sert yaptım o kadar. Hatta sana bir sır vereyim mi: Bazen deliliklerin hoşuma gitmiyor da değil…” “Elimde değil” dedim. Biraz önce avucumun içinde tüm gücümle taş gibi sert olana dek sıktığım 45. sayfa çöp kovasının en üstünden kafasını kaldırdı: “Asıl bizim elimizde değil, senin elinde!” “Sizinle ne alakası var be?” dedim 45. sayfaya. Kalem kesti sözümü: “Birader elimde değil derken benden bahsediyor.” “Söyle ona herkes haddini bilsin!” dedim sesimi biraz yükselterek. “Ben yazarım, sen yazarsın, ona yazılır.” 45. sayfa söze direk girdi. “Sen yazar değilsin, kalem biter, ben kalırım. Beni çöpe atman da bir şeyi değiştirmez, dönüşür gene gelirim ve bir gün mutlaka gerçek bir yazarın olurum.” Gözüm sigaramın üstünde duran çakmağa ilişti bir an. Göz göze geldik 45. sayfa ile. Çöpten kaldırdığı kafasını korkuyla indirdi. “Yakarım” dedim. 45. sayfa “yakarsın” dedi ürkekçe. “Seni yakarım sonra gider şu koltuğa yatarım” dedim. “Yatarsın” dedi. “Gider şu koltuğa yatarım sonra boş boş yaşarım” dedim. “Yaşarsın” dedi. “Yazarım” dedim. “Değilsin” dedi. Masamdan kalkıp elimdeki yanan sayfayı mutfağın lavabosuna bıraktım. Aşağı yukarı 2 paket sigara içmiştim ve içim adeta kavruluyordu. Mutfaktan 46. Sayfaya bağırdım içecek bir şey getireyim mi diye. “Alkollü bir şeyler varsa içerim” diye cevapladı beni. Ardından sesini bana duyurmamak için mırıldanarak: “içmeden çekilmiyorsun” dedi. Duydum. Buzdolabını açtım. Votka şişesi; “henüz erken” der gibi baktı yüzüme, yapıştım boğazına ve çıkardım dolaptan. “Senin için erken, benim için çok geç” dedim votka şişesine. Masama tekrar oturduğumda boğazını sıktığım votka şişesine kadehimi doldursun diye şiddet uyguluyordum. “Hani bana?” dedi 46. Sayfa dostça bir tavırla. “Nasıl içersin?” diye sordum. “Sek” diye cevapladı beni. Boğazını sıkmayı bırakmadığım şişeyi üzerine boşalttım. Çakmağın ateşini görür görmez yanmaya başladı. “Sen de” dedim, “…sen de içmeden çekilmiyorsun.” Sıranın kendisine geleceğini hiç düşünmediğini uykulu ve boş boş bakan gözlerinden anladığım 47. sayfa, “çok bencilsin” dedi. “O niye?” diye sordum. “Sen yandın diye biz de mi yanacağız anasını satayım!” Alaycı bir ses tonuyla; “sen yanmazsan, ben yanmazsam, o yanmazsa…” dedim 47. Sayfaya. “Hah!” dedi ve devam etti: “…bu salak hikayenin en başından beri tek doğru dürüst cümle bu, o da senin değil. Birden şanslı hissettim, büyük bir şairin dizesinin üzerime yazılmasından dolayı” diye tamamladı cümlesini. “Madem bu kadar şanslı hissettin, hemen bir tane daha yazayım üzerine” dedim ve devam ettim: “içine hiçlik giyince üşümüyor insan.” “Vaaay! Birader çok iyiymiş bu! Kimin?” “Benim” dedim… “Öyle…” dedim. “Büyük bir yazarın değil…” dedim. “Benim” dedim. “siz” dedim. “…etiket manyağısınız” dedim. “Benim” dedim. “Anladık” dedi. “Hayır! bırak sözümü bitireyim!” dedim. “Benim, anlatacak çok şeyim var” dedim. “Anlatamıyorum” dedim. “Bu da büyük bir şairin: Anlatamıyorum” dedi 47. Sayfa. “Oh be!” diye ekledi. Masamdaki kalemliğin içinde duran makası yakaladım. “Hocam, uzun zamandır buradayım, ilk defa kullanıyorsun beni” dedi Makas. “Bana Hocam deme, keserim!” dedim makasa. “ironik olmadı mı biraz bu… Bir makasa ‘keserim seni’ demek…” “seni de kesecek bir şey bulunur elbet!” dedim makasa. “Olabilir de geç onu, hadi ne yapacağım ben, origamiye mi başlıyoruz?” dedi makas. 47. Sayfa alaycı bir ifadeyle daldı konuşmalara: “Onun elinden öyle işler gelmez, yeteneksizin tekidir o… Yazdıklarından belli olmuyor mu? Peh!” “Origamiye niyetim yok zaten, meşhur şairlerin dizelerini keseceğim” dedim ve makası sapladım 47. Sayfanın böğrüne, canı yandı. “Yavaş ol be!” diye haykırdı. Elimde tuttuğum ‘ben yanmazsam, sen yanmazsan, o yanmazsa’ cümlesini gösterdim 47. Sayfaya. Göstermem yetmiyormuş gibi bir de yüksek sesle söyledim bu dizeyi. Canı yanan 47. Sayfa bağırdı bana: “Yahu senin derdin ne birader?!!” Sonrasında kestiğim ‘Anlatamıyorum!’ dizesini gösterdim ona bu sefer. “Anlatamıyorum!” dedim, ve suç aletim makas ile 47. Sayfayı küçük parçalara ayırdım… Biraz alaycı bir ifade ile “kağıt kesiği gibi bir gün bugün” dedi 48. Sayfa. “Sana sormadık!” diye azarladım. “Ben de sormadığın bir şeye cevap vermedim zaten, can çekişiyorsun ilham versin diye söyledim!” “ilhamımı senin gibi boş bir sayfadan mı alacağım be!” diyerek çıkıştım 48. Sayfaya. “Kevgire çevirdiğin içinin boşluklarından mı alabileceğini zannediyorsun, tabii ki de benden alacaksın!” “Kimsin lan sen bana dikleniyorsun!” diye kafa tuttum 48. Sayfaya. “Yeteneksizliğinin kanıtıyım.” dedi. Kağıt kesiği gibi söyledi. Diğer tüm sayfalar gibi o da sakatlamak için vurdu. Sakatladı. “içimden seni de yok etmek gelmiyor hiç! Bravo siz kazandınız. Kalkıyorum masadan…” dedim. “Sen” dedi “her sıkıştığında masadan kalkıyorsun zaten. Ne zaman sıkışsan, ortamı terk edip mızmız bir çocuğa dönüşüyorsun zaten. Sen hep kaçıyorsun zaten. Sen korkağın tekisin zaten. Sen korkağın teki olduğun için bu kadar öfkelisin zaten. Sen bu kadar öfkeli olduğun için çevrendeki herkese ve her şeye zarar veriyorsun zaten. Sen herkese ve her şeye zarar verdiğin için bu kadar zavallısın zaten” diye sıraladı 48. Sayfa gözlerimin içine bakarak. “Kağıt kesiği gibi söyledin” dedim. “Seninle başka türlü nasıl konuşulur bilmiyorum” dedi ve ekledi: “Yakıyor musun, kesiyor musun, yırtıyor musun beni? Ne yapacaksan yap haydi!”… “Uçak” dedim. Boş boş baktı suratıma. “Uçak yapıp pencereden fırlatacağım seni” dedim. En son kağıttan uçağı çocukken yapmıştım. Hatırladım. 48. Sayfa’nın rüzgarda süzülüşünü seyrettim. “Sonunu biliyorum” diye girdi söze 49. Sayfa. “Daha başlamadım ki sonunu biliyorsun…” dedim. “O zaman sonumu biliyorum diyeyim” dedi. “Onu bilemem” dedim. “Gerizekalısın sen!” diye bağırdı birdenbire. Durup dururken bu çıkış garibime gitti ve tek söyleyebildiğim “Hayda!” oldu. “Hocam sana yalakalık yapanları kestin böldün parçaladın, sana hakaretler yağdıran 48. Sayfayı, uçak yapıp rüzgara bıraktın! O yüzden ağız dalaşına girmeden direk hakaret edeyim dedim ki belki beni de rüzgara bırakırsın…” Ani bir hareketle koparıp paramparça ettim 49. Sayfayı. Canı yandı ve şaşkınlıkla sordu: “Daha başlamamıştık bile! Niye?” “Bana ‘hocam’ dedin diye…” “Bu ne lan? Ali Veli kırk dokuz- 50!” dedi 50. Sayfa. “Ne saçmalıyorsun sen be?” dedim yüzüne anlamsız gözlerle bakarak. “49’u çabuk yedin, hemen 50 olduk.” dedi. “Haketti” dedim. “Haketten de hak etti” dedi. “Haketten diye yazılmaz o” dedim. “Haketti diye de yazılmaz!” diyerek yanıtladı beni. “Dalga mı geçiyorsun?” diye sordum. “Nasıl olsa birazdan gelecek sonum, niye dalga geçip seninle eğlenmeyeyim ki!” diye kestirip attı. “Ya bitmezse?” dedim… “O zaman senin gibi olurum, hayatın içine sıçar dururum.” “Doğru” dedim, “hayatım çok boktan.” “Hayatın boktan değil, sen içine sıçıp duruyorsun. Boktansa o yüzden boktan…” “Çok boktan oldu bu muhabbet” dedim. “Zaten yazdıkların da boktan” dedi gülerek. Gülüştük. “Bulamadım” dedim. “Arama” dedi. “Yazamıyorum” dedim. “Yazma” dedi. “Anlatamıyorum” dedim. “Anlatma” dedi. “Üzgünüm” dedim. “Üzülme” dedi. “Arama, yazma, anlatma… Bu kadar basit mi yahu?” dedim. “Değil” dedi. “Senin gibi boş bir sayfadan ne bekliyorum ki zaten?” dedim. “Bekleme.” dedi. “Nereden başlayacağımı bilmiyorum.” dedim. “Bulursun” dedi. “Nereden başlayacağım?” dedim. “Beni koparıp şu sallanan masanın ayağının altına koyarak başlayacaksın. Dikkatini dağıtyor…” 50. Sayfayı katlayıp masanın sallanan ayağının altına koydum. Artık sallanmıyordu. Beyaz bir sayfa çıkardım ve ilk cümleyi yazdım: “Her son çoğu zaman yeni bir başlangıçtır.”

ipad için böbreğini satan genç

umarım apple yakın zamanda fenomen olacak bir ürün daha çıkarmaz. lakin bugün böbreğini satan yarın...

otuz bir

3'ün 1 dir önünde sonunda...

yalnızlık bir insan olsaydı ona söylenecekler

yalnızlık; seni "yanlızlık"tan daha çok seviyorum.

devrimden sonra

"emek" israfı bir film.

asena ya 90bin liralık tek taş hediye edilmesi

kim vermiş? tek taşaklı bir adam mı?

kapıdan girer girmez ilaç yazmaya başlayan doktor

bari yazısı okunsa!..

pas verecek arkadaş bulamayan futbolcu

yalnızlığı yetmiyormuş gibi bir de egoistlikle suçlanır o.

bade işçil in günde 8 litre su içmesi

Bade Çiş-çil olsun onun adı bundan böyle o zaman.

kültürlü insana değil paralı insana değer vermek

oldukça "züğürt" bir düşünme biçimidir.

ateşi bulan insanların ilk sözleri

bu yanıklar iz bırakır mı?

ayrılık psikolojisi

çok derin bir kuyu verirler size, ve toplu iğne büyüklüğünde küçük taşlar. her gün sadece bir tane taş atma hakkınız vardır, o kuyuyu doldurana kadar.

alp kırşanın tezeği yemesi

Afiyet olsun.

şahin ve doğan otomobillerinin tekrar üretilmesi

"yedek parçası bakkalda bile var" kalıbı yüzünden bakkalları sevindiren durumdur.

eski sevgilinin son kez görüşmek istemesi

"ilk kez" görüşülen günü özlediği içindir.

sevgiliyi hayatın merkezine koymak

"eksen kayması" ihtimalini artıran durumdur.

11 işçinin ölümü kaza değil kader

kötü ne oluyorsa, ya "kader" yüzünden ya da "kendi rızasıyla"... Şu "Kader"i ve "Rıza"yı bir yerde sıkıştırıp dövmek lazım!

zeki insanların ortak özellikleri

önce kendilerine sonra tüm dünya insanlığına karşı alerjilerinin olması.

bülent ersoy un bıraktığı ruj izi

uzaydan çok net görülebilir.

aşığım diyen sonra başkasıyla nişanlanan kız

aşığım derken kastettiği kişinin sen olmadığını nişanlanınca anladığın kızdır.