bugün

en az insan kadar eski olan tanrı düşününün nerede kök saldığını bilinmese de, kaçınılmaz olarak gözlerimizi greklere çevireceğizdir. şimdi anladığımız tanrı düşününün ne şekillere girdiğini ve insan kültürünü nasıl yansıttığını görmek şaşırtıcı olmayacaktır. tanrılar vardı bir zamanlar; doğa olaylarının her biri, insanın karşısında aciz kaldığı tanrılardı. kimine insani özellikler yüklenmişti; yiyor, içiyor ve konuşuyorlardı. bazense, dedik ya insan kültürünü ve akılsallığını yansıtıyor diye, şehvet, ihtiras ve öfke gibi insani zaaflara sahiptiler. kimi zaman ozanların toplumsal taşlama yapabilmek adına değindikleri figürlerdi bunlar. gel zaman git zaman, tanrı, felsefi düşün haline geldi. doğa olaylarının kontrolünde olan ve bizi cezalandırıyormuş gibi görünen tanrılardan, felsefenin "ilk halleri" olan,evrenin kendisinden çıkan şeyin ne olduğu araştırmasında tanrı düşünü olarak, plotinus'un bir'i, thales'in suyu, platon'un iyi ideası sorgulandı. bunlar tanrı mıydı değil miydi önemli değil. önemli olan, insanın evrene ve kendisine dair soruşturmasında, ilk neden olarak sunduğu hemen hemen her şey, tanrı olup olmamasıyla ilişkilendirilmiştir. biraz daha bize yaklaşırsak, tanrı düşünü yine şekil değiştirecektir. felsefi ama her şeyden daha önemlisi, ontolojik bir tanrı düşünü çıkacaktır karşımıza. musa, tanrı'ya onun kim olduğu soracaktır ve tanrı I am who I am diyecektir. bu tanrı düşününde hiç olmadığı kadar önemli bir kırılma noktasına işaret eder çünkü o ana dek, tanrı'nın ismi bu kadar net belirtilmemiştir. tanrı kendisini, "ben Var olan'ım" ya da "ben ki varım" ilk kez var olan olduğunu ifade ederek, meseleyi, tanrı düşününü ontolojik boyuta taşımış olur.