bugün

insanın büyüdükçe, ruhundaki melankoli eğiliminin kendisini geliştirdiğini ve hayatı kendisine içinden çıkılmaz dertler silsilesi hâline getirdiğini belirtir yargıdır. üç yaşındayken, her hayat güzeldir velhasılı...

orada, çorak tepelerin ardında güzel bir diyar var. buna inanırım ben. evimizin balkonuna çıktığımda, karşımda bütün heybetiyle varlığını sürdüren o dağları aştığım gün; kendi cennetime dokunmuş olacağım, biliyorum. birgün gene balkondaki demir korkulukların arasındaki boşluktan o dağlara, çorak tepelere bakıyordum vakit bir akşamüzeri ve babamın işten gelmesini bekliyorum. hava giderek kararıyor ve tepelerin ardındaki cennetimde kutlama başladı sanıyorum. havai fişek atıyorlar ve ben, bu manzarayı yakından göremeyecek kadar küçüğüm henüz. derken babam geliyor eve... elinde, bir poşet ve poşetin içinde de yenebilecek şeyler var. ooo, babamın ne de büyük ayakkabıları var. bu kadar büyük ayakkabı giyen birisi, "mutlaka o tepelerin ardına gidebilir" diye düşünüyorum.

yemek masasında babama sormak niyetindeyim bu konuyu... o kadar büyük ayakkabı giyen birisinin, bilmediği bir şey yoktur herhalde. hem tabağımdaki bütün yemeği bitirirsem babam gibi büyük ayakkabılar giyme hakkı kazanabilirim sanırım. yemeğe oturmadan önce babam, tepelerin ardında savaş çıktığını söylüyor. sanırım yaptıkları kutlamanın, havai fişek gösterilerinin kısaca adı buydu...

derken yemek sofrası kuruluyor. masada babama düşündüklerimi anlatıyorum savaş kutlamalarının devam ettiği o tepe ardında bir cennet olma ihtimalinden bahsediyorum, günün birinde oraya gideceğimi söylüyorum. beni düzeltiyor babam. ki dediğim gibi bu kadar büyük ayakkabısı olan birisi, eminim benden daha iyi biliyordur bir çok şeyi. ölümden falan bahsediyor babam hız kesmeden. savaşta ölen çocuklar olduğunu, cennete onların gittiğini söylüyor. cennet'in, bu dünya üzerindeki her hangi bir yer olmadığını açıklıyor kendince. tüm anlattıklarını dikkatlice dinledikten sonra anlıyorum, birileri benim cennetime zarar veriyorlar. birileri, benim cennetimi tahrip ediyorlar... o kadar büyük ayakkabı giyen birisi de yanılabilir pekala. orası, benim cennetim işte. ve bir gün o kadar büyük ayakkabıları giyebilecek olduğumda eminim ki oraya gideceğim.

hala inanıyorum ben o tepelerin ardında bir cennet olduğuna. babam, bu durum için "çocuk aklı" dese de bence sorunlu olan katiyen "büyük aklı" olmalı. ve ben, düşündüklerimde doğruyum. biliyorum ki o tepenin ardında ölümlere sebep olan şey "çocuk aklı" değil, bilakis "büyük aklı" orada insanları öldürüyor. ve gene bahse varım o tepenin ardında 3 yaşındaki hiç bir çocuk, savaşın ne olduğunu bilmiyor. savaşa en ufak(olumlu veya olumsuz) bir etkide bulunmuyor. boş kovanlardan, kendilerine oyuncak yapanlar bile vardır.
8 yaşındaysanız ve aşıksanız hayat daha güzeldir.

(bkz: cedric)
(bkz: cedric)
(bkz: chan)
(bkz: love)
koskoca bir yalandır.
değildir efendim. neden olduğunu merak edenler bi zahmet her gün gazetelerin 3. sayfalarına bi göz atıversinler neler geliyo başlarına 3 yaşında çocukların.
hayat aşık olana kadar güzeldir. aşık olduktan sonra ise zindan.
ruhumuz büyüdükçe tahammülümüz küçüldü çok kereler. bedenimiz büyüdükçe, küçülen hayal gücümüz, çabukluğumuz gibi.

daha büyük olanın hızının küçülmesi gibi. oysa basit oyunlarımız vardı ve en az iki kişi ile oynanırdı o zamanlar. şimdilerde tek başımıza oynayıp durduğumuz oyunlara inat sanki.

biri ev olurdu, biri cilik. ve akşama kadar sürerdi oyunumuz. nasıl bir psikopat ruh hali ise bizimki daha el kadar çocukken hayal gücümüzü, ebeveynlerimizin "doğru" hayatları ile doldurmuşuz. "aile hayatını" alıp da "oyun" yapmışız kendimize bir yol bulup ama gene de gülmüşüz, eğlenmişiz.

ayaklarımız, artık büyüdüler. ama ayaklarımızınkiler dışında bir numaramız da kalmadı hani...

büyüdük işte nihayetinde. artık ağlamak bile bir cenaze merasiminden fazlası değil gözümüzde.
--spoiler--
Beş yaş insanın en olgun çağıdır; sonra çürüme başlar.
Ben Alper Kamu, birkaç ay önce beş yaşına bastım. Doğum günüm yaklaşırken vaktimin büyük kısmını pencerenin önünde, dışardaki insanları izleyerek geçiriyordum. Hızlanarak, yavaşlayarak, türlü sesler çıkararak ve bir yerlere bakarak yaşayıp gidiyorlardı. Bir gün onlardan biri haline geleceğimi düşünmek beni hasta ediyordu. Ne yazık ki bundan kaçış yoktu. Zaman acımasızdı ve ben hızla yaşlanıyordum.

Hayatımdaki tek iyi şey artık anaokuluna gitmek zorunda olmayışımdı. Zarardan kâr. Uzun süre annem ile babama anaokulunun bana göre bir yer olmadığını anlatmaya çalışmıştım aslında. Bütün rasyonel dayanaklarıyla. Hiçbir işe yaramamıştı maalesef. illa ki uykumda kan ter içinde tepinmek, servis minibüsü kapıya geldiğinde küçük çaplı bir sinir krizi geçirmek gibi yöntemlere başvurmam gerekecekti derdimi anlamaları için. Kepazelik. insanı kendinden utandırıyorlardı.
--spoiler--

Alper Canıgüz-Oğullar ve Rencide Ruhlar