bugün

çocuklar duymasın. mazallah toplanıp eylem yaparlar, rejimi devirirler. geleneksel bir davranıştır çocuklara tahakküm kurmak. ancak geleneği eleştirmek için dahi bir geleneğe ihtiyaç vardır. eminim bi yerlerde çocukların özgür olmasını gönülden isteyen biliminsanları çocukları deney amaçlı başı boşluk içine bırakmıştır. ancak özgürlüğün ancak siyasal bir mahkumiyetten sonra mümkün olabileceğini fark etmiş olmalarını umuyorum.
sinema yönetmeni godard'ın çocuklar için söylediği meşhur söz.

öylesine haklıdır ki bu sözü söylerken. çocuk önce ailede, sonra okulda bir baskıya maruz kalır sürekli. devletin, ailenin hegemonyası altındadır hep. sürekli bir iktidar ilişkileri bağlamında devletin ya da ailenin kendi ideolojisinin nesnesi haline getirilmeye çalışılır eğitim kurumlarıyla. ders kitaplarıyla, öğretmenler aracılığıyla. kendi olmasına izin verilmez. atasözleri bile çocuğa biçilen rolün ne olduğunu gayet iyi anlatır: "sus küçüğün, söz büyüğün." çocuksan fikirlerinin bir önemi yok. "uslu" çocuk olup büyüklerinin sözünü dinlemen gerekir hep. aksi gerçekleştiğinde "yaramaz" olursun. ya da "kötü" çocuk. "hayırlı" evlat, "hayırlı" vatandaş, ülkesine, milletine bağlı vatandaş olman beklenir senden. bunu gerçekleştirmediğinde, sana çizilen sınırın dışına çıktığında ise çok geçmeden damgayı yersin, dışlanırsın.

deleuze'ün, godard'ın bu sözünden hareketle yazdığı bir denemesi var. denemeden bir alıntıya denk gelmiştim, şöyle diyordu:

“Okulda öğretmenin bir işlemi açıklarken ya da yazım kurallarını öğretirken enformasyon ilettiği şüphelidir; emreder, daha ziyade buyruk tümceleri söyler. Godard'ın sözünü kelimesi kelimesine anlamak gerekiyor: Çocuklar siyasi tutuklulardır. Dil bir enformasyon aracı değil; bir buyruklar sistemidir.”

"denetim toplumları" başlıklı yazısında ise birey'i ele alışı, çocuğun da bugün denetim toplumlarındaki "siyasi tutukluluk" konumunu gayet iyi anlatır:

"birey hiç durmadan, her biri kendi yasalarına sahip olan bir kuşatma mekanından öbürüne geçer; önce aile; sonra okul ("artık ailende değilsin"); ardından kışla ("artık okulda değilsin"); en sonunda fabrika; arasıra hastane; olasılıkla hapishane, yani kapatılmış-kuşatılmış çevrenin en önde gelen örneği."

foucault da sanki godard'ın bu sözünü doğrularmışcasına bir konuşmasında çocuğun aile içindeki konumu hakkında şöyle der:

"bana kalırsa anne babalar, çocuklarını bilgiye yönelik büyük bir endişe içine sokuyor. o sürece gösterdikleri ilgi yoluyla hatta. çünkü bu sürece kendi itibarlarını, fedakarlıklarını, kendi gelecek planlarını, kendi rövanş duygularını boca ediyorlar. bana kalırsa, anne babaların çocuk üzerinde kurduğu baskı endişe yüklü. ve çocuklar da genellikle bu endişeyi hissediyorlar."

tam da godard'ın bize söylediği şekilde, ailesi tarafından tutuklu değil midir çocuk bu durumda?

sürekli bir yerden bir yere koşturuluyor çocuklar. sürekli bir şeylere maruz kalıyorlar. ailesi tarafından, eğitim kurumları, devlet tarafından. küçücük yaşlardan itibaren bir ideolojiinin nesnesi haline getiriliyorlar.
çocukların bu hallerini gördükçe yazık diyorum.