bugün

klasik türk filmlerinin iki konusundan biridir. diğeri için; (bkz: zengin erkek fakir kız birlikteliği).
one nigth standen öteye gidemeyecek ilişkidir.
fakir erkek fakirliği derecesinde onursuzsa uzun süre yürüyebilecek ilişkidir ama hem fakir hem de onurluysa pek de uzun sürmeyecek ilişkidir.
klasik turk film konusu zengin kız sımarık, fakir erkek gururlu kendini ezdirmeyen sonu asla mutlu sonla bitmez ya biri olur ya da aileler karsı cıkar ayrılırlar sonuc itibariyle (bkz: davul bile dengi dengine calar).
zengin kızın 26 ay 4 gün boyunca her gün, kendi çıkarı için değil sevgilisinin mutluluğu için iş ve azim dilemesidir. onu bir yandan azcık gaza getirmek, bir yandan incinmesin diye kredi kartı ekstrelerini ondan saklamasıdır. kızın makyajını, yaşam tarzını, hatta arkadaş grubunu bile sadeleştirmek, gece gündüz ona dost olmak, ama komplekslerini yenememesini ağlayarak kabullenmesidir. "bana rağmen, bu kadar seven, para pulda gözü olmayan bana rağmen neden böyle oldu" diye düşünüp işin içinden çıkamaması, ve bu ilişkiyi yalnız yaşamasıdır.

paranın insanı adam etmediğini ne kadar biliyor olsa da, ona anlatamamaktır. seni ne kadar ay ne kadar gün tanısa da, aslında hiç tanımamasıdır. dipleri gelmiş ter kokulu orospulardan, paranın satın alabildiği kadınlardan farkın olduğunu nasıl anlayamadığına hayretler içinde kalmaktır. kalmak. durmak, hiç bir şey yapamamaktır.

paranın kızın değil babasının, annesinin olduğunu, övünecek bir şeyi olmadığını imalı hatta sözle vs. muhabbet arasında söylese bile yaranamamasıdır. hiç bir şeyin bizim olmadığını, kiralık yaşadığımızı bilse de anlatamamasıdır.

çünkü bazen mucizevi bir şekilde frekanslar tutar belki ama, genelde şudur:
bir erkeğin ne çektiğini asla bir kız bilemez. bir kızın ne çektiğini de bir erkek bilemez.

ve ilişki kendi kendini fesheder. yalvarsan da ağlasan da olmaz artık.
artıklarla da kırıntılarla da doyulmaz, çünkü erkek hep azcık azcık göstermektedir sevgisini. kırıntılarla.

seni ne kadar ay ne kadar gün tanısa da, aslında hiç tanımamasıdır. dipleri gelmiş ter kokulu orospulardan, paranın satın alabildiği kadınlardan farkın olduğunu nasıl anlayamadığına hayretler içinde kalmaktır. kalmak. durmak, hiç bir şey yapamamaktır.........
bazı zengin kız - fakir erkek birlikteliklerinde, erkek ilişkide kendine o kadar güvenmez ki, kızı reina'ya götüremediğine üzülür ama kızı emek cafe'ye de götürmek içinden gelmez. ya da taksim'e izbe bir bara. ya da eminönü'ne kuşlara yem atmaya. gönül gözünü kapatır artık erkek, olmayacağı hükmünü baştan giydirmiştir çünkü. kendini doğuştan bir sıfır yenik olarak kabul etmiştir. bu ilişki tamamen uzaktan sevmek, tek başına yaşamakla başlar ve biter. olan bitene hayretler içinde kalmaktır. kalmak. durmak, hiç bir şey yapamamak...
türk sinemasının üzerine defalarca film çekip de suyunu çıkardığı mevzu. lakin anca suyunu çıkarıp durmuşlardır. elin evropalısı, amerikanyalısı aynı suda, titaniği zengin kiz fakir erkek aşkı ile batırarak bilmem kaç dalda oscar almış, bilmem kaç dolar gişe hasılatı yapmıştır. defalarca film çekilmesine rağman konuyu güzel ele alamadığımızdan artık dayanamayan holivud bizim yapamadığımızı yapmış elimize vermiş golü atmıştır.

ama bu çok önemli değil biz konsepti zaten titanicten önce değiştirmiştik
zengin erkek fakir kız birlikteliği

bu konuyu da elimizden çalan elin keferesi pretty women filmini yapmış ve bize bile azımız açık izletmiştir.
tipik yeşilçam filmi konusu.
son derece rahat bir koltuktaydım. müşterinin göt huzurunu önemseyen bir mekandı burası. zira kol gibi sokacaklardı hesabı. o ana kadar en azından kıvama getiriyorlardı. açık renkler hakimdi ortama. klasik müzik çalıyordu. her şey parlıyordu. bir ben soluk kalmıştım. hele karşımda oturan sevgilinin gözleri... ışıl ışıldı. çünkü en sevdiği mekana gelmiştik. bense ilk defa bulunuyordum böyle bir yerde. o önermişti, hayır demek olmazdı.

gününü anlatıyordu. hangi mağazalara girip çıktığını, neler aldığını, arabasını servise bıraktığını, babasının aldığı yeni işi, annesinin ispanya turuna çıkmak üzere olduğunu, kardeşinin son model spor arabasına nasıl aşık olduğunu... ilgiyle dinledim. gerçekten... zira tek bir ortak nokta yakalamak için çırpınıyordum, zerre umudum olmamasına rağmen. kendi günümü düşündüm sonra, bu ayki aidatı ödeyemeyişimi, uzun zamandır iş alamayışımı, primi ödemek için annemden para isteyişimi...

ne işim vardı böyle bir yerde? gelirime bakılmaksızın şişirilmiş kredi kartı limitime güveniyordum. hesap kesim tarihi geçmişti, önümüzdeki aya kalacaktı buranın bedeli. onun da minimumunu ödeyecektim. iyice gerildim...

garson masaya geldiğinde önümdeki bıçağın sapını sıvazlıyordum ağır ağır. "buyrun beyefendi" diyerek menüleri bıraktı. sevgili susmak nedir bilmezcesine konuşmaya devam ediyordu. o esnada bıçağı, kızın kafasına fırlattığımı hayal ettim. akabinde masa örtüsünü hızla çekip her şeyi devirdiğimi... şaşkın gözler üzerimdeyken çekip gidişimi. hayalime bile gerçeği bulaştırdım hemen. vereceğim zararın bedelini ödeyemezdim.

fiyatları önceden aşağı yukarı tahmin etmiştim. ancak menüyü açtığımda tahminlerimin oldukça aşağıda kaldığını gördüm. adını dahi telaffuz edemediğim kökenleri avrupa kraliyet ailelerine dayanan yemekler ateş pahasıydı. boncuk boncuk terlemeye başladım. başımdan aşağı süzülen kaynar sular, yanağımda hasıl olan karıncanlanmayla birleşti. dişlerimi sıkıyordum. kısmi yüz felci geçirmek üzereydim. sesler iyice boğuklaştı. acaba belli ediyor muyum diye bir yandan sevgiliyi, diğer yandan yaklaşıyor mu diye garsonu keserken şeş beş olacaktım. o an buharlaşıp yok olmak istedim, yitip gitmek uzaklara... hatta mümkünse zamanı geri almak. en ucuzu seçsem belli olacaktı niyetim; en pahallıyı seçsem dilim tutulurdu, taş olurdum. çaresiz, seçimi ona bıraktım. ne de olsa mekanın gediklisi oydu. ancak benim gediklenmeye niyetim hiç yoktu.

garson elinde başka bir menüyle yaklaştı. "yemekle birlikte şarap alır mısınız?" diye sordu. "senin şarap alır mısınız diyen ağzını yüzünü skeyim" dedim. içimden. olan olmuştu artık. belli bir yerden sonra hayır demek mümkün değildi. pek tabi şarap seçimini de ona bıraktım. aklımdan saçma sapan şeyler geçiyordu.
tuvalete koşup arkadaşımı arayıp en basit numarayı yapmak istedim. 10 dakika sonra beni aramasını, acil bir durum nedeniyle çağırmasını isteyecektim. bir şeyler bulurduk elbet, yalan mı yoktu? boşver dedim sonra kendi kendime... tecavüz kaçınılmazsa zevk almaya bakmalıydım. sigara içmek niye yasaklanmıştı ki mına koduğumun yerinde, tam da en çok ihtiyacım olan şu anda!

yemekler geldi.... kocaman tabağın ortasında minicik bir et parçası, etrafında sebze parçacıkları ve üzerinde bir adet maydanoz. maydanozdan nefret ederdim oysa. keşke baştan söyleseydim. maydanozsuz ne kadar olurdu acaba?

yemek boyunca dengim olmayan bir insanla, dengim olmayan bir mekanda ne işim olduğunu sorguladım. bu ilişkinin devamı maddi, manevi anlamda çökmem demekti.

hesabı istemeden önce tuvalete gideyim dedim. en azından elimi yüzümü yıkayıp rahatlamam gerekiyordu. geri döndüğümde önüme çıkan ilk garsondan hesabı getirmesini istedim. "hesabınızı hanfendi ödedi" dedi. o anki hislerimi kelimelere dökebilmem çok zor. masaya doğru taklalar atarak ilerlemek, alnının ortasından öpmek, bıçak fırlatmak istediğim için defalarca özür dilemek istedim. elbette bütün ağırlığım ve sahte kızgınlığımla ilerledim. "neden böyle bir şey yaptın, teşekkür ederim ama hesap ödetmeyi sevmiyorum" dedim. bir süre sahte bir tavır takındım.

O gece sıçmadım. Bu kadar değerli bir yemeği bedenimden söküp atamazdım.

1 hafta kadar sonra da bir yeşilçam klasiği yaşamamak için zengin kız - fakir erkek ilişkisine noktayı koydum. şimdi düşünüyorum da... devam etseydim belki babası beni ofisine çağırıp kızının peşini bırakmam için kaç para istediğimi sorardı. en azından şu aidatı öderdim.
(bkz: fakir kız zengin erkek)
bi kız arkadaşımın, neden yalnızsın? diye başlayan ve sonunda da bana arkadaşları arasından bi kızı ayarlıcağını söylemesiyle bu duruma düşmüş birisiyim. önce farkında olmuyo insan. kendi dünyasından çıkıveriyo kızı birazcık tanıyınca. eziliyo, küçük görüyo kendini ve sonrada benim neden ferrarim yok, benim neden babam zengin değil diye kendi kendine soruyo:) zor bi durum. aslında bu durum aşka inmaylada alakalı. aşkın her engeli aşacağına inanmayanlardanım galiba...
maalesef sonu hüsranla bitecek olan birlikteliktir.