bugün

Serin bir sonbahar sabahı çiğ yağmış, çatılardan damlayan sular yerde izler yapmıştı. Yerdeki bu ıslaklığı görünce bendeki üşüme hissi biraz daha arttı. Avlu kapısını açmak için tuttuğumda onda da ıslak bir soğukluk vardı. Sokaktan çıkıp caddeye doğru yürüyünce şehrin dışındaki dağların yükseklerinde sis bulutları olduğunu gördüm, içim biraz daha üşüdü. Kenardaki çimenlerin üzerinde de su damlacıkları vardı. Uzun zamandır yağmur yağmadığından çimenlere iyi geleceğini düşündüm. ilerdeki parkta hiç çocuk yoktu. Şehir hala uyuyordu sanki. Caddeye doğru yürümeye devam ettim. O taraftan serin bir rüzgâr esiyordu. Hava nemli olduğundan soğuk kemiklerime işliyordu. Caddeye çıktığımda rüzgârın hızı artmıştı. Karşıya geçip dolmuş beklemeye başladım. Yaklaşık 20 dakika dolmuş bekledim. Sırada ayaklarım üşümeye başlamıştı. Gelen dolmuşa bindim ve dolmuş hareket etti.

Vakit erken olduğundan işe yetişmeye çalışanlar dolmuşu doldurmuştu. Çarşı yakın olduğundan nasıl olsa orda inen çok olur diye düşündüm. Ayakta kendime bir yer edindim. Yanımda çantam da vardı ve onu iki ayağımın arasına aldım. Şoförün pek acelesi olmadığı dolmuşun hızından belliydi. Sanırım dolmuş 3. vitese geçmiyordu. içerdeki yolcular kendi aralarında mırıldanıyorlardı. Ama kimse şoföre bir şey demedi. Benim acelem olsa da ses etmedim. Ne kadar geç gitsem o kadar iyiydi. Boyum uzun olduğundan dışarıyı göremiyordum ama burada olduğumu bilmek bile bana iyi geliyordu. Çarşıya geldiğimizde herkeste bir hareketlenme oldu. Dolmuş durakta durunca ineceklere kolaylık olsun diye çantamı alıp dolmuştan indim. Dolmuş boşaldı ve geri bindim. Boş olan iki kişilik bir koltuğa oturdum. Çantamı da yanımdaki boş koltuğa koydum. Nasıl olsa bundan sonra binen olmazdı. Olsa da boş koltuklara oturabilirlerdi.

Dolmuşun camı içerdeki yolcuların nefesinden buğulanmıştı. Ceketimin koluyla camın yarısını sildim. Artık dışarıyı daha iyi görebilecektim. Vakit erken olduğundan mı yoksa hava soğuk olduğundan mı dışarıda pek kimse yoktu. Sadece yol kenarına dizilmiş beton yığınları
görünüyordu. Ruhsuz, nefes almayan, soğuk duran binalar. Sanki içlerinde insanlar değilde ruhlar yaşıyordu. Hiçbir yaşam belirtisi görünmüyordu, bir hareketlilik yoktu. Binaların otoparklarında duran araçlar terkedilmiş, üzerlerini toz bürümüş, hurdaya ayrılmışlar gibiydi. Bu manzara bana 2. dünya savaşını anlatan bir film karesi gibi geldi. Bulvara çıkınca yol kenarındaki ağaçlar beni rahatlattı. Sonbahar yorgunluğu çöken ağaçlar yapraklarıyla tek tek vedalaşıyorlardı. Rüzgar ağaçlara nispet yapar gibi kopan yaprakları havada savuruyordu. Kaldırım kenarlarına saklana yapraklar rüzgarın hışmından korunuyordu. Dolmuş bir kavşakta kırmızı ışıkta durdu. Karşıda dükkânlarını yeni açan esnaflar dükkânlarının camlarını siliyorlardı. Bazı insanlarsa bankamatik kuyruğuna çoktan girmişlerdi bile. Işık yeşile dönmüş dolmuş ilerlemeye başlamıştı. Bu sırada dolmuşun ön camına küçük yağmur damlaları düşmeye başlamıştı. Görüşü engellemediğinden şoför silecekleri çalıştırmıyordu. Biraz ilerleyince dolmuşa yağmurdan kaçan iki kişi bindi. Gidecekleri yer yakın olsa da ıslanmaktan korktukları konuşmalarından belliydi. ineceğim yere yaklaşmıştık, çantamın kulpundan tutup ayağa kalktım, müsait bir yerde inmek istediğimi şoföre ilettim ve müsait bir yere gelince dolmuştan indim. Biraz yürüdükten sonra otogarın giriş kapısından geçtim. Ana duraktan muavinleri sesi geliyordu. Oraya doğru yürüdüm. ilk otobüste oturacak yer yoktu. Taburede oturarak gitmek istemediğimden sonrakini bekleyecektim. Paketimden bir sigara çıkarıp ateşledim. Yağmur hafif hafif çiselemeye devam ediyordu ama ıslatacak kadar da yağmıyordu. Etraf kapalı olduğundan rüzgar pek hissedilmiyordu. Dolu olan otobüs hareket etti. Hemen ardından boş bir otobüs durağın önüne geldi. Nasıl olsa etrafta kimseler yoktu. Duraktaki herkes önceki otobüse binmişti. Sigaramı rahat rahat içebilirdim. Bu kentten bir başka gidecektim, sonra oradan da başka bir şehre. Bugünkü hayat planımda yolculuk vardı.

Yolculuğa ilk adımı evden çıkarak atmıştım. Kapıdaki soğukluk içimi burkmuş ayrılmamı zorlaştırmıştı. Çimenlerin üzerindeki su damlacıkları hayata umutla bakmamı sağlamıştı. Dolmuştaki insanlar gideceğim yerdeki kalabalıkların habercisi gibiydi. Yol kenarındaki soğuk bakan binalar kalabalıklar içinde yalnız kalacağımın habercisi gibiydi. Dükkanını yeni açmış esnaflar yeni bir başlangıç, bankamatikte sıra bekleyenler insan hayatının belli bir düzene göre işlediğini, ıslanmamak için dolmuşa binenler fırsatı değerlendirmeyi hatırlattı sonra. Buradan gitmek iyi mi olacaktı yoksa kötümü yaşamadan bilemezdim. En iyisi gidip yaşamaktı. Gitmek için bir adım daha atıp çantamı muavine verdim ve bagaja koydu. Ben de otobüse binip gitmeyi beklemeye başladım…

http://www.youtube.com/watch?v=_TjxnCgv8Uw
Otobüs hareket ettiğinde silecekler yavaş yavaş çalışmaya başlamıştı. Silecekler eski olduğundan cama her sürtüşünde ses çıkarıyordu. Otobüs terminalden çıkmak üzereydi ve silecek sesi artık o kadar duyulmamaya başladı. Kulağım alışmıştı belki, belki de yolculuğumun fon müziği olmuştu artık. Geldiğim yoldan geriye doğru gitmeye başladık. Yollar biraz daha kalabalıktı. Yolda yürüyenden adamlardan çok araba vardı. Arabaların fren lambaları daha parlak yanıyordu. Yol kenarındaki çocuk parkı bom boştu. Salıncaklara koşan, kaykaydan kaymak için sıra bekleyen, birbirinin üzerine toprak atan çocuklar parka gelmemişti bugün. Yağmur çocukları da etkilemişti. Karşı tepelerdeki sis bulutları aşağılara doğru inmeye başlamıştı. Bu yağmurun şiddetini artıracağının habercisi gibiydi. Bir an önce bu şehirden kaçmak lazımdı. Tüm şoförler bugün sözleşmiş sanki. Otobüs o kadar yavaş gidiyordu ki sanki o hareket etmiyordu, yol arabanın altından geri geri geliyordu. Sanırım rüzgar otobüsün arka tarafından esiyordu ve bizi yol boyunca sürüklüyordu. ilerledikçe yolda su birikintileri olma başladı. Yağmur damlalarının suyun üstünde halkalar oluşturması dünyanın en güzel manzaralarından biridir benim için. Bunu izleyerek bir ömür geçirebilirim. Ama yolun her yerinde su birikintisi yok maalesef ve biz benim hayal denizimde ilerlemiyoruz. Otobüs yolcu almak için durduğunda zamanda duruyor sanki. Bir tek yağmur hareket ediyor. Damlalar, bulutların dünyaya olan öcünü almak için saldıran askerler gibi saldırıyor sanki. Bu otobüste mahkum taşıyan Sibirya treni sanki. Suçumuz kendimizden kaçamayan zavallılar olmamız.

Keşke şu otobüslerde sigara içmeyi yasaklamasalardı. Ben küçükken millet cayır cayır sigara içerdi otobüste. Büyüyünce bende içecem amk derdim ama ben büyüyene kadar otobüste sigara içmeyi yasakladılar. Otobüs bizim evin oradaki parkın yanın geçiyordu. Ağaçlar yine sonbahar şarkısını mırıldanıyordu. Yağmur rüzgarla karışıp hızını arttırmıştı .
Yağmur damlaları otobüsün camını dövmeye başladı.

Yağmur damlaları acaba, bir insanın göz yaşı kadar değerli miydi? 8 yaşındayken babasını kaybeden, babası öldüğünde olayı idrak edemeyen, sırf annesinin ağladığını görüp ona üzülen, onun için ağlayan bir çocuğun gözyaşı. Sonbaharda pastel renklere bürünen ağaçların arasında koşan, ayakkabısı yerdeki su birikintilerinden ve çimenlerdeki çiğ taneleri tarafından ıslatın, kuruyan yapraklara basınca çıkardıkları sesten hoşlanan, ağaçlardaki sarı yaprakların neden düşmesi gerektiğini hala anlayamayan, yaprakların nasıl olup da baharda yeniden yeşerdiğine akıl erdiremeyen bir çocuk. Annesi o günden sonra gülmeyen, kendi karanlığında bir ömür yaşamaya mahkum olan bir çocuk. Geceleri gizli gizli ağlayan, üşüdüğünde üstünü örtecek biri olmayan, odasının duvarlarıyla konuşan bir çocuk. insanlara güvenemeyen, kendini affedemeyen, neyin cezasını çektiğini bilmeyen bir çocuk.

Büyüdüğünde buraya sevdiğiyle gelmeyi hayal eden, kalbinin ormanın sevdiğine açan, tüm yapraklarını biri uğruna feda eden, tüm hayatını biri uğruna solduran bir genç ihtiyar. Terk edilmenin acısını yüreğine gömen, yüreğinden yağmur gibi kan damlayan, kanayan yaralarına merhem bulamayan genç bir ihtiyar. Başka yerde, başka bir zamanda, başka insanlarla yaşayabilmek için kaçmaya çalışan biri.