henüz 9 yaşımdaydım. o zaman başladı bu. ya da şöyle diyeyim o zaman böyle şanslı biri olduğumun farkına vardım, götümden bal aktığını keşfettim.

para biriktirmek hayatın anlamıydı benim için. sadece kendi paralarımı biriktirmiyor yolda yürürken sürekli para arar bi halde oluyordum. gözlerim kaldırım kenarlarında ellerim minik dizlerimde aranıyor duruyordum. yaz idi.* gözünü benim gibi para ve para biriktirme hırsı bürümüş 2 arkadaşımla kumsalda para arıyorduk. koskoca altınkum sahilinin her deliğine bakıyorduk. her kum tanesine.. herkes 2500 kuruş bulurken ben 5.000.000 bulmuştum. ve çok gıcırdı. az değildi bu para en büyük banknottu. herkes beni kıskanıp 2500 kuruşlarını saklıyordu ellerinde utancından.*. aynı yaz sezonunda denizde yüzerken yanımda bu sefer 250.000 geçmişti. ıslaktı ama saç kurutma makinesiyle kurutulabilirdi. kuruttum..

11 yaşımdaydım. yine yaz mevsimiydi. tüm arkadaşlarımın gümüş künyesi vardı ve bende istiyordum. ablam "kıro gibi ne o oyle." diyordu aldırmıyordum. künyeyi değil, ablamın lafına aldırmıyordum.* annecikle babacık 2 çocuğundan uzak romantik bir sahil yürüyüşü yapıcaktı, planlarıydı buydu. ama fırsat bu fırsat deyip, babamın huzurundan yararlanarak künyeye ikna etme çabalarında bulunucaktım. onların peşinden gittim, koştum daha hızlı koştum!* yetiştim.. "anne! baba!" diye feryad figanda bulundum. beni gördüklerinde yıkılan çift bana çaktırmamaya çalışıyordu bu hayal kırıklığını, biliyordum ve aldırmıyordum. yalın ayak yürürken üstüne bastığımız midye kabuklarına ve yengeçlere bakıyorduk. belgesele olan ilgim ve hayvan sevgimden dolayı çoğunu inceliyordum oracıkta. bir deniz anası görmüştüm deniiz deniiz diye bağırıyordu. yanına gittim. teyze deniz'i mi arıyorsun diye bir soru yönelttim. gluk gluk etti. evet demek istiyor herhalde diye düşündüm ve denizi gördüm! diye bağırdım. annem şaşırdı, deniz kenarındaydık çünkü. garipsedi bağırmamı. bana gümüş künye al yerini göstereyim dedim. "siktir git burdan çocuk! hayalinin esiri olma, ben ne konuşabiliyorum ne de evladımın adı deniz!" diye dışladı beni o hayvan. bi kere de çükümü yakmıştı zaten, onu hatırladım mandakof! diye bağırıp uzaklaştım yanından. koşuyordum, bir şeye takıldım ve düştüm.

parlıyordu. elime aldım. okşadım, öptüm, tükürdüm ve kuru kuma sildim. böylece parlatmış oldum. bir gümüş künyeydi.(o künyeyi 2 hafta sonra sattım)

14 yaşımdaydım. casio nun televizyon kumanda edebilen saatini almak istiyordum. almıyorlardı yine.

bir hafta sonuydu, aile dostlarımızla yakakent'e balık yemeğe gidicektik. gittik. balıkları yiyip, özgürce geğirdikten sonra sahile indik. o çok istediğim saat, büyük kayalıkların arasından bana bakıyordu. elimi uzattım ve yine o ses "deniiiz deniiiiz."
kalakaldım. birden kendimi toparladım ve "allah belanı versin kadın! çık artık hayal gücümden" diyerekten bağırdım. sonra arkamda iri yarı bir deniz oğlan belirdi. ve de deniz annesi. deniz'in annesi yani. deniz insanmış. kara murat'ın denizden çıkan atı geldi aklıma.. çok dua etmiştim kumsalda at çıksın denizden diye.(bunu başka bir entry'de anlatıcam) saati alıp koşarak uzaklaştım ordan. koşarak..

18 yaşındaydım. evime gitmek için dolmuşa binmiştim. evime çok yakın bir yerde inip, 2 3 dakikalık yol yürüyecektim. indiğim müsait yerde bir çöp kutusu vardı. günlerdir montumun cebinde olan yarı sümüklü selpak geldi aklıma. buruşturup 'yok artık librağn ceeymss' diyerekten 3lük attım büyük tenekeye. demin kutu mu dedim? teneke o. hafif olduğundan selpak, tenekeye ulaşamadan yere çakıldı. düştüğü yere baktım ve gördüğüm şey bir flash bellekti. bulduğum hiçbir şey bu kadar çekici gelmemişti bana. yepisyeniydi henüz. kaybolan belleğim geldi aklıma, anılarım, çocukluğum. deniz geldi aklıma. kara murat, onun atı. atın taşağı. çok büyük olurlardı hep korkmuştum.

ne yapıyorum lan ben deyip evime doğru koşar adım ilerledim cebimde flashbellekle. hemen bilgisayarıma taktım ve otomatik kullan seçeneğine tıkladım. karşıma çıkan manzara, bana bakan şey.. her şeyi düşünmeme sebebiyet verdi. * içinde 2 adet ilahi, bir de kibariye şarkısı vardı. kibariyeyi hemen sildim. oasis koydum yerine, üşümesin orası diye. ve ilahiyi açtım. "silsem günaha girer miyim lan?" dedim. arkadaşlarıma danıştım, sil dediler. beynimde "sil sil sil siil silsene maaal" sesleri yankılanırken ilahi bana bakıyordu. "bu bir sınav mı?" dedim. "evet" dedi. istediğimiz sorudan başlayabilir miyiz diyecektim ki "2 dakikan var" dedi. refleks olarak sildim hemen. içine fotograflarımı atıp çekip çıkardım flash bellek i.

şimdilerde düşünüyorum, keşke silerken o ilahiyi shift'e basmasaydım da bi anı olarak yaşatsaydım yav.

tanım : mübarek bir olaydır.

edit : imlâ.
aklıma şu hadiseyi getiren durumdur:

benim bir arkadaş flash diskin içine beni oku diye bir txt açmış, içine de "bu flash disk şu kişiye aittir. numarası ve adresi şudur. flash diskimi hemen bana getir" tarzı bir yazı yazmış. dumur olmuştum.