bugün

Sana birkaç iyi adam hakkında sorarlar.
De ki: '’Onların tam olarak kaç kişi olduklarını ve nerelerde yaşadıklarını
yalnızca âlemlerin rabbi bilir.’’

ilkin, onca teknolojiye rağmen mutfaktan bir türlü çıkmayı başaramayan annelerinin kontrolü dışında, ekrana göre dizayn edilmiş oturma odalarında, çizgi filmlerin, kliplerin ve reklâmların kuşatması altında büyüdüler. Hollywood’un Beni israil-Anglosakson yapımı buram buram manipülasyon kokan, pagan, profan ya da pornografik filmleri de işin cabasıydı. [Aslında annenin kötü bir niyeti yoktu. Akşama misafirler gelecekti. Çocuklar ortalığı dağıtmasın diye televizyonu açmış, kumandayı ellerine vermişti. O mutfaktayken yıllar ne de çabuk geçmiş. Oturma odasında televizyon koltuğuna gömülü çocuklar, nur topu gibi birer şizofren olmuştu. Anne bir ara kendini suçladı ama birden aklına kocası olacak adam geldi. Bir türlü mesaisi bitmemiş, bir gün bile çocuklarla ilgilenmemişti.] Sonra, siyah önlük-beyaz yakalık, bir yandan küresel sisteme entegrasyon merkezlerinde pozitif bilimlerin determinist terapilerine maruz bırakıldılar; diğer yandan aynı zamanda -bu ne yaman çelişkidir hocam- yarı insan, portatif ve totaliter tanrıların alın yazısı yazan doğaüstü güçlerine imana çağrıldılar.
Okul aile işbirliğiyle, işbirlikçiliğe meyyal, kapitalin ve otoritenin emrine amade ve aynı zamanda güdülebilen bir toplum projesi kadim zamanlardan beri sürmektedir. Fakat, pozitivizmin tütsülü laboratuvarlarının şaşmaz ritüeli kontrollü deneylere ve müstebit sistemlerin pratisyen ilahlarına düzenlenen efsunlu törenlere inat, tüm zamanlarda, gayba inanan ve aşka sarılan birkaç iyi adam hep var olmuştur. Birkaç iyi adamın yeryüzünden kazınması ya da köklerinin kurutulması şeytan destekli tanrı bozuntularının, psikolojik, biyolojik ya da kimyasal özel harp metotları ile başaracağı bir iş değildir. Bilakis, iyi kaimdir ve kötü zeval bulacaktır ve dahi birkaç iyi adam her daim var olacaktır. Onlar yeryüzü dâhilinde kaç kişi olduklarını umursamadıkları gibi, halkın yönetime alet edildiği ülkelerin çok partili hayatlarında hangi yüzdelik dilime tekabül ettiklerini de önemsemezler. Önemli olan çok olmak değil var olmaktır.
Emekli din tafsilatçılarına, kıbleyi Washington’a taşıyan azaltılmış islam müntesiplerine, tefeciliğe fetva veren teoloji mühendislerine, inancı ulusal sınırlara sıkıştıran ırka tapıcılara rağmen var oluşlarını sürdürmektedirler. Fakültelerin kazan dairelerinde, şehirlerarası otobüs yolculuklarının zorunlu dinlenme tesislerinin metruk mescitlerinde, mabetsiz ve merhametsiz şehirlerin kurtarılmış yeşilliklerinde, kamusal alanın izbe arşiv odalarında, fındık bahçelerinde ve pamuk tarlalarında, dere kenarlarında ve deniz kıyısında kınayıcıların kınamalarına aldırış etmeden varlıklarını deklare ederek kıyama/namaza dururlar. Zalime ve zulme karşı dik duran başları bir tek âlemlerin rabbine karşı rükûa gider. Onlar peygamberlerin takipçileridirler, ancak günah da işlerler, tevbe de ederler.
Âşkları ‘açık öğretim’ aşklarıdır; dokunmadan ve uzaktan severler. Sohbete ve muhabbete meftundurlar. Uyduruk günler kutlama partileriyle işleri olmaz. Hediyeleşmek için tüm zamanların müsait olduğuna inanırlar. Matbuat kokusuna düşkündürler. Ellerine geçen paranın büyük bir kısmıyla kitapevlerine olan borçlarını öderler. Geri kalan parayla da yeni kitaplar alırlar. Kendilerine rızk olarak verilenlerden yoksun ve yoksul kimseler için de infak ederler. Muhannete minnetsizdirler. Yardımı Allah’tan beklerler.
Kara Afrika’nın, çekik gözlü Asya’nın ve esmer Amerika’nın ve dünyanın tüm mustazaflarının dertleriyle dertlenirler. Kudüs’ün ve Mescid-i Aksa’nın taş atan çocuklarını alınlarından öperler.
Tel Aviv’den uzatılan kirli elleri asla tutmazlar. Ümmetin coğrafyasını kana boyayan despotlarla aynı karede poz vermezler. Duruşları sahicidir ve zalime karşı dururlar.
Yeryüzünü zapt edip, kayıt altına alma dertleri yoktur. Mücahedeleri adalet içindir. ikametgâh edinip uzun süre kalmaya hevesleri yoktur. Allah’tan gelirler ve Allah’a giderler.
Mb
Alıntıdır.