bugün

Geçenlerde başıma gelen ve beni ziyadesiyle etkileyen bu olayı Uludağ suserleriyle paylaşmak istiyorum.

Çok değil, sadece birkaç hafta öncesiydi, Yağmurun çizelediği sıradan bir istanbul gecesiydi işte. Her zamanki koşuşturma, her zamanki sıradanlık..
Yağmurun pencere camlarını kaygısızca dövdüğü o gecede ben bir arkaşımın Nişantaşındaki evinde ayaklarımı uzatmış bir yandan Jack daniels viskimi yudumluyor, bir yandan hoyratça kahkalarla yakın dostumun o her zamanki muhteşem espirilerini dinliyordum. Ancak zaman çabuk ilerliyordu, bir an kafamı kaldırıp dostumun özenle koruduğu o aile yadigarı guguklu saate baktım. Epey geç olmuştu, artık gitmeliydim... Ancak arkadaşımın yoğun ısrarları üzerine o gece orda kalmayı kabul ettim. Yatağa girdim, kafamı kuş tüyü yastığa koydum, göz kapaklarımın ağırlaştığını hissettim. Az sonra ise rüyamda koyunları sayıyordum... Farklı birşey yoktu işte , nede olsa sıradan bir istanbul gecesiydi...

Güneşin ilk ışıkları kendini pencere pervazlarından sızan ince şeritler halinde belli ederken, camı bir kavgada kırılan emektar telefonumun çalar saatiyle uyandım. Hızlı ve sessiz bir şekilde hazırlandım, Şükran belirten kısa bir not yazıp dostumun salonunda bulunan bir masanın üzerine bıraktım. ama oda ne ! aniden baş parmağımı masanın bacağını vurdum, bir küfür savurdum ve bozuntuya vermeden yavaşça evin dış kapısını açtım, artık dışarıya adımımı atmıştım. Ancak o günün benim için çok farklı ve özel olacağını nereden bilebilirdim ? Tabikide bilemezdim, o yüzden yaşayıp görmeliydim...

O Gün Okulumla ilgili halletmem gereken bazı ufak işler vardı onları halletmem saatler sürdü, daha sonrası birkaç ufak ve sıkıcı akraba ziyareti gerçekleştirdim. Güneş yavaş yavaş batmaya başladığında ise ben tek manasıyla bitmiş haldeydim ve Galata köprüsü üzerinden evime doğru ilerliyordum, hafif esen rüzgar genç yaşımda ak düşen saçlarımı havadaki bir tüy misali savururken, kendimi aniden bastıran yağmurun insafiyetine bırakmıştım. Ama ben akıllı bir adamdım, hemen şemsiyemi çıkardım ve adımlarımı hızlandırdım. Ama o da ne ? ileride köprüden aşağı bakan bir kadın silueti gördüm, biraz daha yaklaştığımda ise kadının yağmurdan sırılsıklam bir halde ağladığını gördüm, biraz tereddütle yanına yanaştım:
- iyimisiniz bayan ?
hafifçe başını salladı, onu orada bu şekilde bırakamazdım, delikanlılığa yakışmazdı, biraz daha dikkatli incelediğimde onun en fazla 25 yaşlarında ela gözlü, kumral bir kız olduğunu gördüm, o kadar güzeldiki, hemen ceketimi çıkarıp onun ürkek omuzlarına koydum, Daha sonra ona döndüm ve
- Benimle gel, artık güvendesin !
Yaklaşık yarım saat sonra evime varmıştık, hemen ona sıcak bir kahve yaptım, ona uzattığım kahveyi utangaç bakışlarla yudumladı, kahve bittikten sonra ise ona benim gömleklerimden ve eşofmanlarımdan birisini verdim ve isterse duşa girebileceğini söyledim. o hiç tanımadığım kız duştayken bende bir bira açtım, koltuğuma serilip dede yadigarı gramafondan bir şarkı açtım. Artık kafamı dinleyebilirdim çünkü tek duyduğum gelen keman sesiydi...
Az sonra o tanımadığım kız duştan çıkmıştı, üzerinde pazardan 20 liraya aldığım çin malı bornozum vardı. Bana doğru ürkek adımlarla yaklaştı ve en şirin gülümsemesiyle bana teşekkür etti. Daha sonra benim odamda üzerini değiştirdi ve yanıma geldi, sabaha kadar sohbet ettik. Bana bisikletle avrupayı dolaştığını, manş denizini yüzerek geçen ilk türk olduğunu anlattı, gerçekten çok etkilenmiştim... Bir ara mutfağın yerini sorup bana bir kahvede o yaptı, kahveyi içtikten sonra üzerime bir yorgunluk çöktü, göz kapaklarımın ağırlaştığını hissettim ve sonra karanlık bir uykuya daldım, acaba kahveme ilaçmı katmıştı ? Kimdi bu kız ?
Aradan saatler geçip Uyandığımda ise küvette çıplak şekilde yatıyordum. hemen ayağa kalktım önce böbrekleri kontrol ettim sorun yoktu, bornozumu aradığım sırada aniden buğulu banyo camının üzerine rujla yazılmış o yazıyı gördüm
-Hoşçakal...

Anadan üryan vaziyette banyodan fırladım, ancak manzara karşısında şok olmuştum, çünkü soyulmuştum, dededen kalma gramafon, tüm birikimim herşey bir anda yokolmuştu. Hatta içmeye kıyamadığı o 70 lik yeni rakıyı bile çalmıştı hayırsızın kızı..
Velhasıl bu olaydan sonra tanımadığım kimseyi eve almadım ama o ela gözlü kızıda hiç unutamadım, çünkü ona aşık olmuştum. şimdi her yağmur yağdığında onu birkez daha görebilmek umuduyla galata köprüsüne gidiyorum ama o hiç gelmiyor, uzaklara bakıyorum o tarihi köprüden, ve hayali bir siluet görüyorum, uzaklarda, çok uzaklarda...
(bkz: Yağmurda ağlayan kadını eve almak)
Keşke böbrekler gideydi dedirten olay.
"Nişantaşındaki evinde ayaklarımı uzatmış bir yandan jack daniels viskimi yudumluyor" dedikten sonra okumadığım olay.