bugün

geçen yine kendime acıyorum sözlük.
Yalancı ve çirkef bir kadına müsamaha ve sevgi gösterdiğim için kendime.
karamanda madende mahsur kalanlara.
ayten gökçer'e. o açıklamayı yapacak duruma gelmesine acıdım.
Kendime.. Çünkü başkalarının işi için kendimi yırttım. Onlar ise bacak bacak üstüne atıp beni izlediler. Bir daha aptalca davranmayacağım.
ömür dediğin programını izledim,
eşiyle çocuğu olmamış, gençlik yıllarında evlatlık edinmişler, zaman geçmiş oğlu koca adam olmuş evlenmiş, sonra babasına yol görünmüş,
şimdi huzurun evinde,
şimdi hayata dair tek pişmanlığım; neden karım ölünce 2 sene içinde evlenmedim ki !
bi de oğluna esef ediyor,
evden kovuluşu hakkında ise diyor ki "ben size ne yaptım"
88 yaşındaki dedenin durumu beni çok müteessir eylemişti.

bir gün gelecek biz de öyle olacağız, allahım hayırlı kişilerle karşılaştırsın, hayırlı evlat nasip eylesin.
dindarlara.
Kendime.
ekmeğini yiyen, ağlamaktan yorgun düşen küçücük savaş maduru kıza;

adana'da otogarda otobüsümü bekliyordum. ben her zaman bir saat önceden otogarda beklemeye koyulurum. tuvaletti, sigaraydı, arayacağım kişilerdi derken anca hazırlanıyorum. o gün de tam sigaramı içerken, bir anne ile küçük, daha küçük ve küçücük olmak üzere üç tane kız çocuğu vardı. kızlardan en büyük görüneni ( 8-10 yaşlarında gibi ) annesinden sürekli fırça yiyor ve ağlıyordu. annesi pis bir poşetten parmak kadar ekmek çıkarıp kızlarına veriyordu. yine bu büyük olanı ekmeğini küçücük lokmalarla, sanki hiç bitirmemek ister gibi ısırıyordu. suriyeli olduklarını biliyordum ama ne konuştuklarını anlamıyordum. ama öyle his vardı ki annesi '' yeter, çok yeme, kardeşlerin de aç '' dercesine ekmek parçalarını büyük kızdan alıp daha küçüklerine veriyordu. artık kız o kadar ağlıyordu ki, ben de ağlayacaktım az daha. gözümün önünde toplasan bir ekmek olan parça parça ekmek, bir o ağızdan diğerine gidiyordu. daha küçük olanlar kendi arasında şakalaşıyor, eğlenebiliyordu ancak büyük olanıysa hiç öyle değildi. gözleri donuk, dudağı titrek bu da yetmez miş gibi gözünün önünde satılmak üzere dizilmiş tablada yo-yo denen ışıklı oyuncağa bakakalmış, elinde salya-sümük olmuş bir pide parçası kesinlikle bu durumu sorguluyordu; evimizi yaktılar, yıktılar, kaçmak zorunda kaldık, başımızda babam yok, bir ekmeğimiz var ama dört kişiyiz ve ağlamaktan da açlıktan da ölmek üzereyim...
her ne kadar, bu entry'i bir çaylak olarak yazıyor olsamda, çaylaklara, dolayısıyla kendime acıdım.
istiklalde soğuk havada mızıka çalan çocuğa . Biz kat kat giyinmemize rağmen üşüyoduk . Çorabı bile yoktu ayağında.
ülkeme.zira vatan elden gidiyor memleket yangın yeri millet uyuyor.
Eminönünde balık ekmek yiyecektim. O kadar da param vardı zaten. Bir tane teyze geldi elinde bir parça kuru ekmek. biraz balık koyar mısın dedi. belli ki çaresizdi. dilenciyi 40 mt öteden anlıyoruz artık. Dilenci olmadığına eminim ki onları ben de siklemem. Balık veren adam da hakaret etti teyzeye vermedi az bir şey de olsa. o an boğazım düğümlendi. Kim bilir kaç gündür açtı. Tamam vermek zorunda değilsin arkadaşım niye ağıza alınmayacak laflar söylüyorsun ki. Kusura bakmayın para yoksa balık da yok demek çok mu zor ulan. Acımıştım o teyzeye işte. aklıma geldikçe de kötü olurum bazen.
bugün asgari ücretle kendisini, ailesini geçindirmeye çalışan maden işçilerine acıdım. yarın bir başka işçi grubuna acıyacağım, daha sonra sıra bana gelecek ve sen bana acıyacaksın. sorunun çözümünün acımak olmadığını öğrendiğimizde artık çok geç olacak. çünkü patronlar acımasız olur.
sokaktaki yavru kediye.
geçen bayram arifesinde mezarlığa gitmiştim. o kadar çok insan vardı ki... ölüler, onları ziyarete gelen yaşayanlar.
kime göre yaşamak diye düşündüm sonra. yani ya toprağın altındaki bizden daha canlıysa? nefes almak, hareket etmek, sevmek, ağlamak... yaşamak bu mudur, ya ölüm yaşamın değil de aslında eziyetin bir son bulmasıysa? ya huzur aslında yaşamaksa?
sonra yaşayanlara acıdım, toprak altındaki babasını ziyarete gelen çocuğa, abisini ziyarete gelen kardeşe, kızını ziyarete gelen anneye... unutacaklardı... mezarlığın bahçe duvarını geçer geçmez çoğu unutacaktı... yaşamak unutmayı gerektiriyodu çünkü. içim öyle acıdı ki. ben olsaydım mesela o 2 metrekare yerdeki. unutulacaktım. ama farkında olmayacaktım bunun. yaşayanlarsa unutmanın acısını her gün yaşayacaklardı. yaşam unutmadan yürümezdi çünkü.

görsel
denizlide fabrikada çalışan kadınlara acıdım. ekmek parası işte aga. çocuğunu okutmak için evine ekmek götürmek için kadınlar toz kepir içinde fabrikada çalışıyorlardı. Allah yardımcıları olsun.
çocuğu olmayan ve üzüntüsünü gizleyemeyen arkadasima, allah sabir versin.
Kendime, bir yalanciya inanip guvendigim icin.
ortalıkta dolanan suriyeli küçük çocuklara acıdım. büyüklerin ne hali varsa görsün de mini minnacık çocuklar yazık degil mi böyle ortalıkta elaleme el açıp dileniyorlar.
Çalıştığım iş yerindeki getir götür işlerine bakan arkadaş. Bana futbol hayatının nasıl bittiğini, antrenman sırasında ayağına aldığı müdahale sonucu bağlarının koptuğunu ve 3 ay hiç yürüyemediğini, kaç ameliyat geçirdiğini anlattı. işin garibi aynı takımda oynadığı arkadaşlarının milli takımda bile oynadığını, yıllık milyonlarca euro aldığını söyledi ama o şuanda asgari ücret karşılığı çalışıyor ve kimse onun yaşadıklarını bilmiyor.
Suan sozlukte ben de dahil etry giren butun yazarlara acidim, ne kadar yalniziz.
deralilar.

(bkz: derada yine çocuklar katledildi)
hükümetin zabıtasının ufak bir çocuğun baskülünü kırmasına...
bugün üst geçitteki çocuğa aklım hala onda.