bugün

ortada çelişkilerin varolduğu önermemsi cümle. hadi diyelim bizi allah yarattı o zaman gönderdiği kitaptada bir yaratıcı vardır oda allahtır vs. yazmıyormu madem yazıyor 'yaratanların' derkenki -lar çoğulluk eki nerden geliyor.
(bkz: cismi olmayan şeyin güzelliği)

badum-tıss!
sözlükteki ateistlerin neye inandıklarını bir türlü anlamlandıramamıza yol açan başlık. dün allah yok diyorun, bugün bak kendisi söylüyor birden fazla varmış diyorsun, sevgili sözlükçü neyin peşindesin, bu kadar mı boşluktasın anlamıyorum ki, ayette açık açık siz bir şeyler yaratırsınız, ya da yarattığınızı sanırsınız ama hiç biriniz benim kadar hayırlı olamaz deniyor, yani tam olarak size hitap ediyor, bir düşünce bir fikir yarattığınızı sandınız, kendinizi bir bok sandınız ya, işte ondan bahsediyor o ayet hiç bir bok değilsiniz.
basitçe anlatmak gerekirse,

söz konusu ayette geçen ve türkçeye "yaratmak" olarak çevrilen fiil arapçada "h-l-k" fiilidir. bu fiil hem yaratmak anlamına geldiği gibi hem de biçim vermek anlamına da gelmektedir. bu ayette türkçeye "yaratanlar" olarak çevrilen kısım, yani "halk edenler" birden fazla tanrı bulunduğuna işaret edebilir mi? yazarların tıkandıkları nokta burası.

"halk edenler" tabiriyle insanlara atıfta bulunulmuş. yoktan var etme sadece allah'a mahsus bir özellik ancak vardan var etmek yani halk etmek insanlara da bağışlanmış bir niteliktir. bilim, teknoloji ve sanat insanın bu özelliğinin sonucu ortaya çıkmıştır.

bu ayetle kastedilen de insanların yarattıklarına yani kendi elleriyle yaptıkları putlara, lat'a uzza'ya menat'a bak. hem de allah'ın yarattıklarna bak diyor. hangisi daha güzel? kendine bile faydası olmayan insanların yaptıkları putlar mı, yoksa allah'ın yarattıkları mı güzeldir. elbette allah'ın yarattıkları güzel olacaktır. o yüzden allah yaratanların en güzelidir, ahsen'ül halikin'dir. abes bir durum yok bunda.

ama yine de kendini tatmin etmek istiyorsan okumadan araştırmadan körü körüne ilk yazılan entrylere inanabilirsin. eğer ki arapça dili hakkında bilgin yoksa; kuran'da belirtilen allah'ın yaratma derecelerinden haberin yoksa; türkçe meal okuyup ne anlatmak istemiş diye tefsirine bakmıyorsan; bu çeviri yetersizliğini istediğin şekilde yorumlamak sana kalmış.
Bediüzzaman sözler adlı eserinde aynen söyle demiştir:

Umum ehl-i dalâletin vekili, ikinci suâline karşı, katî ve muknî ve mülzim cevabı aldıktan sonra, şöyle üçüncü bir suâl ediyor, diyor ki:
"Kurânda, ahsenul halıkın -1- erhamurrahimin-2- gibi kelimât, başka hâlıklar, râhimler bulunduğunu işâr eder.
Elcevap: Beş işaret ile cevap veririz:
BiRiNCi iŞARET: Kurân baştan başa tevhidi ispat ettiği ve gösterdiği için, bir delil-i katîdir ki; Kurân-ı Hakîmin o nevi kelimeleri sizin fehmettiğiniz gibi değildir. Belki, Ahsenül-Hâlıkîn demesi, "Hâlıkıyet mertebelerinin en ahsenindedir" demektir ki, başka hâlık bulunduğuna hiç delâleti yok. Belki, hâlıkıyetin, sâir sıfatlar gibi, çok merâtibi var. Ahsenül-Hâlıkîn demek, "Merâtib-i Hâlıkıyetin en güzel, en müntehâ mertebesinde bir Hâlık-ı Zülcelâldir" demektir.
iKiNCi iŞARET: Ahsenül-Hâlıkîn gibi tâbirler, hâlıkların taaddüdüne bakmıyor; belki, mahlûkıyetin envaına bakıyor. Yani, "Herşeyi, herşeye lâyık bir tarzda, en güzel bir mertebede halk eder bir Hâlıktır." Nasıl ki, şu mânâyı, - O herşeyi en güzel şekilde yarattı. (Secde Sûresi:- gibi âyetler ifade eder.
ÜÇÜNCÜ iŞARET: Ahsenül-Hâlıkîn, Allahü Ekber, Hayrül-Fâsılîn, Hayrül-Muhsinîn gibi tâbirâttaki muvâzene, Cenâb-ı Hakkın vâkideki sıfât ve efâli, sâir o sıfât ve efâlin numûnelerine mâlik olanlarla muvâzene ve tafdil değildir. Çünkü, bütün kâinatta cin ve ins ve melekte olan kemâlât, Onun kemâline nisbeten zayıf bir gölgedir. Nasıl muvâzeneye gelebilir? Belki muvâzene, insanların ve bâhusus ehl-i gafletin nazarına göredir.
Meselâ, nasıl ki bir nefer, onbaşısına karşı kemâl-i itaat ve hürmeti gösteriyor, bütün iyilikleri ondan görüyor; padişahı az düşünür. Onu düşünse de yine teşekkürâtını onbaşıya veriyor. işte böyle bir nefere karşı denilir: "Yâhu, padişah senin onbaşından daha büyüktür. Yalnız ona teşekkür et." Şimdi şu söz, vâkideki padişahın haşmetli hakiki kumandanlığıyla, onbaşısının cüzî, sûrî kumandanlığını muvâzene değil. Çünkü, o muvâzene ve tafdil, mânâsızdır. Belki, neferin nazar-ı ehemmiyet ve irtibâtına göredir ki; onbaşısını tercih eder, teşekkürâtını ona verir, yalnız onu sever.
işte bunun gibi, hâlık ve münim tevehhüm olunan zâhirî esbâb, ehl-i gafletin nazarında Münim-i Hakikîye perde olur. Ehl-i gaflet onlara yapışır, nimet ve ihsanı onlardan bilir; medih ve senâlarını, onlara verir. Kur;ân der ki: "Cenâb-ı Hak, daha büyüktür, daha güzel bir Hâlıktır, daha iyi bir Muhsîndir; Ona bakınız, Ona teşekkür ediniz."
DÖRDÜNCÜ iŞARET: Muvâzene ve tafdil, vâki mevcudlar içinde olduğu gibi, imkânî, hattâ farazî eşyalar içinde dahi olabilir. Nasıl ki ekser mahiyetlerde, müteaddit merâtib bulunur. Öyle de, esmâ-i ilâhiye ve Sıfât-ı Kudsiyenin mahiyetlerinde de, akıl itibâriyle hadsiz merâtib bulunabilir. Halbuki Cenâb-ı Hak, o sıfât ve esmânın mümkîn ve mutasavver bütün merâtibinin en ekmelinde, en ahsenindedir. Bütün kâinat, kemâlâtıyla bu hakikate şâhiddir. - En güzel isimler Onundur. (Haşir Sûresi: 24.) -, bütün esmâsını ahseniyet ile tavsif, şu mânâyı ifade ediyor.
BEŞiNCi iŞARET: Şu muvâzene ve müfâdale; Cenâb-ı Hakkın, mâsivaya mukabil değil, belki iki nevi tecelliyât ile sıfâtı var.
Biri: Vâhidiyet sırrıyla ve vesâit ve esbâb perdesi altında ve bir kanun-u umumi sûretinde tasarrufâtıdır.
ikincisi: Ehadiyet sırrıyla, perdesiz, doğrudan doğruya, hususi bir teveccüh ile tasarruftur.
işte, ehadiyet sırrıyla, doğrudan doğruya olan ihsanı ve icadı ve kibriyâsı ise, vesâit ve esbâbın mezâhiriyle görünen âsâr-ı ihsanından ve icad ve kibriyâsından daha büyük, daha güzel, daha yüksektir, demektir. Meselâ, nasıl bir padişahın-fakat velî bir padişahın-ki, umum memurları ve kumandanları sırf bir perde olup, bütün hüküm ve icraat onun elinde farz ediyoruz. O padişahın tasarrufât ve icraatı iki çeşittir:
Birisi, umumi bir kanunla, zâhirî memurların ve kumandanların sûretinde ve makamların kabiliyetine göre verdiği emirler ve gösterdiği icraatlardır.
ikincisi, umumi kanunla değil ve zâhirî memurları da perde yapmayarak, doğrudan doğruya ihsanât-ı şâhânesi ve icraatı; daha güzel, daha yüksek denilebilir.
Öyle de, Sultân-ı Ezel ve Ebed olan Hâlık-ı Kâinat, çendan vesâit ve esbâbı icraatına perde yapmış, haşmet-i rubûbiyetini göstermiş. Fakat, ibâdının kalbinde hususi bir telefon bırakmış ki, esbâbı arkada bırakıp, doğrudan doğruya Ona teveccüh etmek için, ubûdiyet-i hâssa ile mükellef edip, -Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz. (Fâtiha Sûresi: 5.)- deyiniz diye, kâinattan yüzlerini Kendine çevirir.
işte, Ahsenül-Hâlıkîn, Erhamür-Râhimîn, Allahü ekber maânîsi, şu mânâya da bakıyor.
eleştirilen allahın varlığı değil; allahın var olmadığını söyleyen herhangi bir birey; sonradan gelip allah neden böyle demiş de demiyor. "yaradanların en güzeli" sözünü yanlış anlayan/anlatmaya çalışan her katılımcı gibi bunu da tamamen yanlış anlıyor eksik okuyor sonrasında da sadece yazıyorsunuz.

tartışılan allahın varlığı değil; üzerinde tartışılan şey; allahın varlığının bilgisi. zaten yok dediğin şeyi neden tartışıyorsun değil konu; konu gayette var olan, dokunulabilir, tutulabilir, taşınabilir ve insanların hayatları üzerinde birebir olarak her gün yaşayan/yaşatılan bir şey. kuran. bu tartışma kuran da yazılan allah bilgisi üzerinde yapılıyor. ve arapça hakkında kimsenin bilgisi olmak zorunda değil. bu sanıyorum dünydaki en salakça şey.

bir tanrıya inanıyorsun/inanmak istiyorsun. ama onu yanlış anlamamak için; önce gidip yeni bir dil öğrenmen; sonra o dilin özelliklerini bilmen sonra o coğrafyayı tanıman ama 1400 yıl önceki halini; o dönemde ki adetleri öğrenmen, o dönemdeki siyasal ilişkileri çözmen gerekiyor.

böyle bir evrensellik var mı? şirketine iqsu en 130 olan adamlar mı alıyorsun? yoksa kendi ruhunun kurtuluşu için umut edecek insanlar mı bu dine inanacak. o değil verilen örnekler;

"yahu inanmıyorsan inanma bana neden karışıyorsun" diyenler var. sen inanıyorsun da bana neden karışıyorsun. ortalama bir müslüman dini gereği karışmak zorunda. sen karıştığın sürece de insanları irrite ettiğin sürece de insanlar tehdit altında hissettikleri için kendilerini doğal olarak konuşacaklar.

istenilen başlık açılır. bunda bir sorun yok. girmek istmezsen yazmak istemezsen yazmazsın olur biter. okumazsın olur biter. ama kendini dahil olmak zorunda hissedip kimseye de neden açıyorsun başlık diyemezsin. bu çok ilginç bir ayrımcılık arzusu.

ha ateist/deist/budist olsun; ama şurada kıpırdamadan otursun; uzatsın kafasını yeterince güçlenene, kafasını kesebilecek duruma gelene kadar biz; sesini çıkarmasın. o arada da biz hristiyanlıkla, budizmle, ateizmle, deizmle dalgamızı geçelim. neden. çünkü biz müslümanız. oh ne ala.
anlamam kişiliksiz dinsizler neyine güvenirde Allah (c.c) hakkında böyle yorumlar yapabilir aynı bu yolda devam edin siz sonunuz ne olacak belli.
(bkz: Ahsenü l-Hâlikîn)
insanın da yaratıcı bi vasfı olduğunu zaten güzel rabbim belirtiyor.

"Sizin yarattıklarınızla bizim yarattıklarımız arasında ki farkı görmezmisiniz."

Burda insan oğlunun yarattığı $eyler dünya ko$ullarının el verdiği derecede onları kullanarak yeni bir$ey yapmaktır. Ancak Allah (c.c) yoktan var edendir.
kur'an'da allah hakkında "kendinden başka ilah olmayan" ifadesinin defalarca geçtiğini bilmeyen(!) ya da okumamış din karşıtlarının nedense çok kafaya taktığı bir kur'an ifadesidir. allah örneğin kur'an'da hz. adem için kendisinin onu topraktan "halk" ettiğini, sonra da "ol" dediğini ve olduğunu ifade etmektedir. demek ki allah'ın bir farkı varmış, değil mi?
inananların da inanmayıp çürütmeye çalışanların da henüz 40 lı sayıda entry olmasına rağmen farklı farklı anlamlar çıkarabildiği cümle. e madem herkes kendi gönlüne kendi yorumuna göre bir anlam çıkaracak , kim nasıl bilecek bunun gerçek manasını , anlatmak istediğini ? yada inanmak isteyen kendi yorum yapıp ona inanacaksa dinin amacı nedir , inanmayanın kaybı nedir nasıl açıklayabiliriz ?
Evet yaratanların en güzeli Yüce ALLAHtır.

(Maide, 110)” âyetinde, Hz. isa için “…Benim iznimle çamurdan kuş şeklinde bir şey halk ediyordun…"

Demektedir Halk etme yaratma anlamındadır.
insan ALLAHın halifesi olarak yeryüzünde bulunmaktadır ve ALLAHın izni ile oda bir yaratıcıdır.
Konuyu bir fıkra ile belki daha iyi anlatabiliriz.
Çok çok ileriki yüz yıllarda insanlar Mevlamın huzuruna çıkmışlar, demişler ki Biz insanı aynı senin gibi topraktan yaratmayı başardık yüce mevlam.
Mevla tamam buyrun o zaman, yapın göreyim demiş
Bilim insanları başlamışlar su ve toprağı karıştırmaya
Mevlam seslenmiş

"Hoop herkes kendi malzemesini kullansın!!!!"