bugün
- anın görüntüsü9
- diamond tema25
- oktay kaynarca'nın türkiyeliyim açıklaması19
- kayseri de atatürk heykeline baltalı saldırı13
- millet öğle yemeğine çıkarken yeni uyanan tipler8
- özgür özel13
- abber'ın ruh hastası olması26
- babalar günü17
- kitap okuyan erkek16
- çinliler her şeyi üretebiliyor türklerin neyi var19
- saraca silsüpüroğlu8
- sevgiliyle aynı evde yaşamak9
- kaka'nın eşinin boşanma gerekçesi9
- insan olmaya ceyrek kala15
- diyanetin türkleri araplara şikayet etmesi14
- sözlükteki 11 yaşında yazar olması19
- buralarda dinsiz denen bir tarzan varmış17
- yurtdışı çıkış harcı13
- ne hissediyorsun8
- larisalisa12
- steven s power law10
- gideon reid morgan jj38
- kurban eti dağıtmak mecburi mi12
- yazarların başarılı olduğu dersler11
- kendini hunharca teşhir eden liberal türk kızları15
- memati192310
- ismeti yazar yapan moderatör13
- memati1923'ün gelişiyle başlayan süreç13
- özge özacar'ın memeleri10
- hoşlanılan kıza bayramda mesaj atmak11
- yatakta fırtına gibi esen erkek12
- inciden yazar nakli13
- güzel kadınların problemli olması16
- yazın göt boyunda şort giyen kızlar9
- dünyanın en güzel kızlarının olduğu ülkeler9
- ups boobss nickli yazar28
- yazarlarin orgazm olurken kurduklari cumleler11
- 15 haziran 2024 macaristan isviçre maçı9
- 14 haziran 2024 almanya iskoçya maçı14
- iğneye iplik geçiremeyenlerin ioçk'yı eleştirmesi11
"tahammul" un bos bir kelime olmaktan cikip, kulture mal olmus bir kavram olarak islenmesi ile asilabilecek bir rahatsizliktir. ancak ustu ortulebilecek, gormezden gelinebilecek veya onemsiz sayilabilecek bir rahatsizlik degildir. eger tahammul kulturunu yerlestirmez ve buna bagli olarak sosyal alanda iletisimin baglari koparilirsa, iste o zaman insanlar gruplar halinde birbirine zarar vermeye baslar.
ve tahammul'un bir tek ise yarar prensibi vardir: kendini karsindakinin yerine koyup anlamaya calismak. hepsi bu. ancak soylendigi kadar basit olmadigini da kabul etmek gerek. bu prensibin uygulanabilmesi icin bir cok formul, metod uretilebilir; mesela deriz ki "acaba ben o'nun yerinde olsam ne dusunurdum, ne hissederdim?". buna kisaca empati denir. istisnasiz tum insanlar bu kapasite ile dosenmistir; insanlar arasindaki farklar ancak "niyet"'e gore ayrisir. bir ornek: bir erkek bir kadin olamaz. ancak "acaba ben kadin olsam nasil hissederdim" diye dusunebilir. ne kadar dusunebilecegi, kendisini ne kadar bir kadin yerine koyabilecegi ancak ne kadar niyeti oldugu ile orantilidir. yani istese yapar, "ben yapamam, beceremem" demek teknik olarak kabul edilebilecek bir ozur veya bahane degildir.
ha, denilecektir ki "bir de kapasite meselesi" var; yani "adam kendisini ne kadar zorlasa bir kadin gibi dusunemiyor iste, ne yapalim?" iyi de, bu kapasite denen sey zaten bu adamin halihazirda kadin hakkinda sahip oldugu, bu noktaya kadar edinmis oldugu dusuncenin ta kendisi. bizim "empati kuralim, kendimizi karsimizdakinin yerine koyalim" demekteki esas amacimiz zaten bu dusunceyi bir adim oteye tasimak, gelistirmek. bir adam tamamen yuzde yuz kadin gibi dusunebilse (ne demekse artik) zaten artik "adam" degil, ya kadin, ya da cinsiyetler otesi insan otesi bir yaratik olurdu. biz de biliyoruz adam'in kadin'i yuzde yuz anlayamayacagini. ancak adam'in kadin'i daha iyi, daha insanca, daha onyargidan uzak anlayabilmesini hedefliyoruz. neden yaslandikca insanlar genclere gore, diger insanlara karsi daha anlayisli olmaya baslar (genelden bahsediyorum, bir kac huysuz ihtiyar ornegi gostermeyin bana)? kani kaynamasi durdu diye mi? kismen dogru olabilir; ancak buyuk oranda tanimis oldugu insan sayisi arttigi, bildigi hikaye sayisi zenginlestigi ve kimin neyi neden yaptigini daha iyi bildigi icin.
ama "niyet" her daim orada asili duran hayalettir. soyle ki; bazi insanlar digerlerini anlama konusunda tecrubelidir, iyidir, beceriklidir sudur budur: ama arkadas anladigini kullanirken fesatlik niyeti ile hareket ediyorsa isin rengi degisir. ben karsimdakinin nasil dusunebilecigini ve hissedebilecegini cok iyi anlayim, ondan sonra bu bilgimi o kisiyi ezmek, o topluma zarar vermek icin kullanayim. bu da mumkun. ancak takdir edilir ki buna "yetenegini kotuye kullanma" denir, ve konumuz olan "tahammul"e hic bir katkisi yoktur.
ve donersek turkiye meselesine;
ayni topraklarda yasamalarina ragmen, muhtelif dini, milli, sosyal ve kulturel sebepler dolayisiyla farkli farkli olan insanlardan olusmus tablo ile karsi karsiyayiz. denecektir ki, "ee, sadece bu toplum mu boyle?" elbette ki hayir. dunyanin hemen her cografyasindaki toplumlar degisik duruslara sahip insanlardan olusur. oyle herkesin birbirinin aynisi oldugu bir toplumu ben duymadim, gormedim. ama; ki burasi zaten en can alici noktadir; degisik toplumlar bu farkliliklarini anlama, yasama, dinleme, kabul etme, ciddiye alma/almama gibi konu basliklarinda birbirlerinden degisik hareket ederler. yani "tahammul" sinirlari ve kulturleri farklidir.
gelgelelim, bu tahammul sinirlari kesinlikle bir toplumun "dogasinda" olan turden bir sey degildir. yani "ingilizler daha tahammullu, cunku onlar ingiliz, cunku onlarin bizimki gibi sorunlari yok, cunku onlar soyle cunku onlara daha cok yagmur yagiyor" gibi sebepler, sebep degil bos bahanedir. evet, zaman ister bir toplumun tahammul ayarlarini degistirmek; ancak topluma icsel bir sey degildir. "turkiye toplumu tahammulsuzdur, her zaman da boyle kalacaktir" diye bir kural yoktur. bir kere boyle bir kuralin bastan yanlis oldugunu bize hatirlatan sey konu nesnemiz olan toplum denen yapinin kurallarina aykiridir. sen nasil tahammul sinirlari surekli asagida seyreden bir toplumu uzun vadede "toplum" olarak koruyabilirsin? sen bir toplumun ne kadar sure tahammulsuz olarak bir arada kalabilecegini hesapliyorsun? yirmi yil, otuz yil, elli yil? hangisi? bu ise mutlaka bir cozum getirilmesi gereklidir.
ama kimse hata yapmasin: "bu ise cozum getirilecek o zaman devlet bir sey yapsin", yok "karsi taraf bir adim atsin once" diye bir hadise yok, unutun onu. once kisi kendisinden ve bulundugu anlayistan, gruptan, dunya gorusunden baslayacak. once aynayi kendisine tutacak. bak ben kendimden ornek vereyim. herhangi bir konuda genis olarak bir konuyu ele almak isterim, bu sozlukte de ayni yontemi uygulayarak ise basladim. ancak gelen tepkiler beni bir kampa itmeye calisti. mesela din konusunda bir konu actim "zaten bu ateistler" diye karsilandim. kurt sorunu konusunda fikir beyan ettim, "apocu/terorist" olarak damgalandim. bu konuda yanliz olmadigimin da farkindayim. peki bu beni nereye goturdu? bu kez konulari tartismak yerine insanlarin damarina basmaya basladim. her agzimi actigimda, her fikir belirttigimde dinlenmeden damgalanmak insanlari bu hale getiriyor. "madem bundan anliyorsunuz, cosun o zaman" demeye basladim. daha once basima geldi, tum yazilarimi silip bir sene sozluge ugramadim. tekrar geldim ve ayni sogukkanlilik ile tekrar basladim. bugun geldigim nokta yine ayni. tekrar herseyi silip cekip gitmek istemiyorum, eminim bir cok insan da bunu istemiyordur. cunku her sey bir tarafa bu bir cozum degil. birbirimize kuserek hic bir sorunumuzu cozemeyiz. bunu yaparsak sicariz, bitiririz bu toplumu, bunun sakasi yok, hicbirimiz sag cikamayiz, sag kalanlarimiz da daha once hic bir savastan cikmadigi kadar perisan olur.
birbirimizi dinlemek zorundayiz. karsimizdakinin ne demek istedigini anlamaya calismak zorundayiz. yoksa bunun adi birlikte yasamak olmaz. ben ustume duseni yapmaya ve din konusunda -yada millet konusunda- insanlari gereksiz yere tahrik edecegini dusundugum basliklari acmamaya gayret edecegim. ancak sadece konuyu masaya yatirmak adina fikrimi soyledigim zaman, "hakaret var, tahrik var" diye ne demek istedigim dinlenmeyecek ise; su kadarini soyleyim, dunyanin ilk ve tek insan toplumu bu degil, sonuncusu da olmayacak, hepimizin kokune kibrit suyu arkadaslar, kolay gelsin herkese...
ve tahammul'un bir tek ise yarar prensibi vardir: kendini karsindakinin yerine koyup anlamaya calismak. hepsi bu. ancak soylendigi kadar basit olmadigini da kabul etmek gerek. bu prensibin uygulanabilmesi icin bir cok formul, metod uretilebilir; mesela deriz ki "acaba ben o'nun yerinde olsam ne dusunurdum, ne hissederdim?". buna kisaca empati denir. istisnasiz tum insanlar bu kapasite ile dosenmistir; insanlar arasindaki farklar ancak "niyet"'e gore ayrisir. bir ornek: bir erkek bir kadin olamaz. ancak "acaba ben kadin olsam nasil hissederdim" diye dusunebilir. ne kadar dusunebilecegi, kendisini ne kadar bir kadin yerine koyabilecegi ancak ne kadar niyeti oldugu ile orantilidir. yani istese yapar, "ben yapamam, beceremem" demek teknik olarak kabul edilebilecek bir ozur veya bahane degildir.
ha, denilecektir ki "bir de kapasite meselesi" var; yani "adam kendisini ne kadar zorlasa bir kadin gibi dusunemiyor iste, ne yapalim?" iyi de, bu kapasite denen sey zaten bu adamin halihazirda kadin hakkinda sahip oldugu, bu noktaya kadar edinmis oldugu dusuncenin ta kendisi. bizim "empati kuralim, kendimizi karsimizdakinin yerine koyalim" demekteki esas amacimiz zaten bu dusunceyi bir adim oteye tasimak, gelistirmek. bir adam tamamen yuzde yuz kadin gibi dusunebilse (ne demekse artik) zaten artik "adam" degil, ya kadin, ya da cinsiyetler otesi insan otesi bir yaratik olurdu. biz de biliyoruz adam'in kadin'i yuzde yuz anlayamayacagini. ancak adam'in kadin'i daha iyi, daha insanca, daha onyargidan uzak anlayabilmesini hedefliyoruz. neden yaslandikca insanlar genclere gore, diger insanlara karsi daha anlayisli olmaya baslar (genelden bahsediyorum, bir kac huysuz ihtiyar ornegi gostermeyin bana)? kani kaynamasi durdu diye mi? kismen dogru olabilir; ancak buyuk oranda tanimis oldugu insan sayisi arttigi, bildigi hikaye sayisi zenginlestigi ve kimin neyi neden yaptigini daha iyi bildigi icin.
ama "niyet" her daim orada asili duran hayalettir. soyle ki; bazi insanlar digerlerini anlama konusunda tecrubelidir, iyidir, beceriklidir sudur budur: ama arkadas anladigini kullanirken fesatlik niyeti ile hareket ediyorsa isin rengi degisir. ben karsimdakinin nasil dusunebilecigini ve hissedebilecegini cok iyi anlayim, ondan sonra bu bilgimi o kisiyi ezmek, o topluma zarar vermek icin kullanayim. bu da mumkun. ancak takdir edilir ki buna "yetenegini kotuye kullanma" denir, ve konumuz olan "tahammul"e hic bir katkisi yoktur.
ve donersek turkiye meselesine;
ayni topraklarda yasamalarina ragmen, muhtelif dini, milli, sosyal ve kulturel sebepler dolayisiyla farkli farkli olan insanlardan olusmus tablo ile karsi karsiyayiz. denecektir ki, "ee, sadece bu toplum mu boyle?" elbette ki hayir. dunyanin hemen her cografyasindaki toplumlar degisik duruslara sahip insanlardan olusur. oyle herkesin birbirinin aynisi oldugu bir toplumu ben duymadim, gormedim. ama; ki burasi zaten en can alici noktadir; degisik toplumlar bu farkliliklarini anlama, yasama, dinleme, kabul etme, ciddiye alma/almama gibi konu basliklarinda birbirlerinden degisik hareket ederler. yani "tahammul" sinirlari ve kulturleri farklidir.
gelgelelim, bu tahammul sinirlari kesinlikle bir toplumun "dogasinda" olan turden bir sey degildir. yani "ingilizler daha tahammullu, cunku onlar ingiliz, cunku onlarin bizimki gibi sorunlari yok, cunku onlar soyle cunku onlara daha cok yagmur yagiyor" gibi sebepler, sebep degil bos bahanedir. evet, zaman ister bir toplumun tahammul ayarlarini degistirmek; ancak topluma icsel bir sey degildir. "turkiye toplumu tahammulsuzdur, her zaman da boyle kalacaktir" diye bir kural yoktur. bir kere boyle bir kuralin bastan yanlis oldugunu bize hatirlatan sey konu nesnemiz olan toplum denen yapinin kurallarina aykiridir. sen nasil tahammul sinirlari surekli asagida seyreden bir toplumu uzun vadede "toplum" olarak koruyabilirsin? sen bir toplumun ne kadar sure tahammulsuz olarak bir arada kalabilecegini hesapliyorsun? yirmi yil, otuz yil, elli yil? hangisi? bu ise mutlaka bir cozum getirilmesi gereklidir.
ama kimse hata yapmasin: "bu ise cozum getirilecek o zaman devlet bir sey yapsin", yok "karsi taraf bir adim atsin once" diye bir hadise yok, unutun onu. once kisi kendisinden ve bulundugu anlayistan, gruptan, dunya gorusunden baslayacak. once aynayi kendisine tutacak. bak ben kendimden ornek vereyim. herhangi bir konuda genis olarak bir konuyu ele almak isterim, bu sozlukte de ayni yontemi uygulayarak ise basladim. ancak gelen tepkiler beni bir kampa itmeye calisti. mesela din konusunda bir konu actim "zaten bu ateistler" diye karsilandim. kurt sorunu konusunda fikir beyan ettim, "apocu/terorist" olarak damgalandim. bu konuda yanliz olmadigimin da farkindayim. peki bu beni nereye goturdu? bu kez konulari tartismak yerine insanlarin damarina basmaya basladim. her agzimi actigimda, her fikir belirttigimde dinlenmeden damgalanmak insanlari bu hale getiriyor. "madem bundan anliyorsunuz, cosun o zaman" demeye basladim. daha once basima geldi, tum yazilarimi silip bir sene sozluge ugramadim. tekrar geldim ve ayni sogukkanlilik ile tekrar basladim. bugun geldigim nokta yine ayni. tekrar herseyi silip cekip gitmek istemiyorum, eminim bir cok insan da bunu istemiyordur. cunku her sey bir tarafa bu bir cozum degil. birbirimize kuserek hic bir sorunumuzu cozemeyiz. bunu yaparsak sicariz, bitiririz bu toplumu, bunun sakasi yok, hicbirimiz sag cikamayiz, sag kalanlarimiz da daha once hic bir savastan cikmadigi kadar perisan olur.
birbirimizi dinlemek zorundayiz. karsimizdakinin ne demek istedigini anlamaya calismak zorundayiz. yoksa bunun adi birlikte yasamak olmaz. ben ustume duseni yapmaya ve din konusunda -yada millet konusunda- insanlari gereksiz yere tahrik edecegini dusundugum basliklari acmamaya gayret edecegim. ancak sadece konuyu masaya yatirmak adina fikrimi soyledigim zaman, "hakaret var, tahrik var" diye ne demek istedigim dinlenmeyecek ise; su kadarini soyleyim, dunyanin ilk ve tek insan toplumu bu degil, sonuncusu da olmayacak, hepimizin kokune kibrit suyu arkadaslar, kolay gelsin herkese...
güncel Önemli Başlıklar