bugün

gerçeklerden sıkılıp kendine "o" dünyayı kurmaktır.

antreden gelen garip sesler duyuyordum uyurken. hani sesleri duyarsınız rüyalarınızdaki sahneler ona göre çekilir ya, işte öyle. uyandığımda odamın kapısının açık olduğunu gördüm. usulca çıktım. sesler çekilmez hal almaya başlamıştı. her adımımda yaklaşıyordum seslere. "bu ne?" diye sordum. her sabah gördüğüm anneme. ancak annem? annem üzerinde gri parlak bir balıkla duruyordu. bir an evin garip atmosferini önemsemeden anneme takıldım kaldım. tepetaklak havada asılıydı. "korkma zombi kardeşin geldi." ütü yapar gibi elindeki aleti sallıyordu. gözleri garipti. elindeki gömleği yere düşürdü. ütü olduğundan emin olamadığım o aletten alevler çıkıyordu. "yanacaksın!" diye bağırdım. "henüz cehennemde değiliz." dedi. bu kadar rahat olmaları beni geriyordu. zombi kardeşte ne idi? mübalağa mı etmişti? annem niye tersti?

oturma odasına doğru ilerlediğimde onu gördüm. gerçek bir zombi. "gel otur" diye seslendi. o kulak tırmalayan sesi ben gidince kesilmişti. homurtusuydu herhalde diye geçirdim içimden. severdi beni. uyanmamı ister, uyanana kadar da homurdanırdı. gülümsemeye çalıştı. beceremedi. çenesi boynuna değiyordu neredeyse. sustum. oturdum. saatlerce bana dünkü maçı anlatıp durdu. 90 dakikayı 7 saate yaymıştı. susmuyordu. topun kimin ayağına, hangi dakikada, kimin pasıyla nasıl geçtiğini, o sırada yanında kimlerin koştuğunu, hangi seyircinin ne diye bağırdığını, maçtaki hangi kızların daha güzel olduğunu tek tek anlattı. ve burada daha sayamayacağım bir çok belaltı şeyleri.

zombi benim kardeşimdi.

gece çok içtim diye düşünüp tekrar yatağıma yattım. ellerimden tutup beni yatağa götürdü. korkumu gizlemeye çalıştım. başardım da sanırım. annem bu sefer de duvarlarda yürüyordu.
"anne bir ara bana da öğret şu işi." diye belli belirsiz söylendim. ve uyudum.

uyandığımda her şey daha normaldi. annem real'e gidiyordu. ya da ben öyle sanmıştım. şu terminalin ordakine hani.
-beraber gidelim anne. tek başına yorulursun.
-gitmeye gerek yok. ben real'i aldım. sen sürersin bunu.
diyerek, elini arkaya doğru uzattı bir şey ararcasına.

-real'i mi süreyim anne?
-benzini az ama. idare edersin artık...

ve annem arkasından devasal o real alışveriş merkezini çıkardı. artık şaşırmadım. nasıl taşıdığını, onun orada nasıl durduğunu sorgulamamalıydım.
"iyi ver süreyim" dedim. altındaki tekerleklere bakarak.

arkamdan biri bağırdı caddeye çıktığımda.
-sür real'i ist'e kadar.
-ist?
-istanbul dostum.
sokakta bana bağırılmasından hiç hoşlanmazdım. bildiğin laf atmaydı bu. terbiyesizlikti.
-tamam sürerim. ama bil ki cehenneme kadar yolun var!
-senin de sürrealist'e kadar.
-bana kelime oyunu yapma!
-görürsün sen pislik! şimdi!

bir anda kendimi salvador dali'nin yanında buldum. gerisi çok uzun bir ara anlatırım.
yer ve zaman kavramının sıkıcılığı, gidilen her mekanın aynı, her sözün benzer, her kitabın okunmuş olduğu dünyadan sıkılıp dali'nin meşhur tablolarının içine girip kelebek yelkenler fora uçsuz bucaksız denize açılmak, bazen de denizi yorgan yapmak, içine girip kimsenin görmediği sonsuzlukta kaybolmak, sonra nasıl olduğunu anlayamadan kendini gökyüzünde bulmak ve gökyüzünde denizaltılarla dansetmektir.
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar