bugün

insanı insan yapan bütün değerler: Aşk, sevgi, sabır, höş görü, özveri, sözün bittiği yerde başlıyor.
Sözün bittiği yerde başlıyor, sanat, edebiyat, resim, müzik gibi yaşamımıza renk katan bütün
güzellikler. An geliyor duyguları sese dönüştürmek yetersiz kalıyor ya da anlamsızlaşıyor. Bazı şeyler var ki anlatılamıyor, anlaşılmayı bekliyorlar. Yine an geliyor hiçbir söz, hiçbir konuşma sessizlik veya ortaya konan iş kadar etkili olamıyor. Bu yüzden bir ingiliz atasözünde de “Actions speak louder than words” der. Yani “Hareketler sözcüklerden daha gür sesle konuşur.”
ille de başkalarıyla iletişim maksadı taşımaz. bu açıdan sessizlik her zaman ve herkesçe anlaşılabilir değildir. yanlış yorumlanması olasıdır.
insanların konuşmaktan vazgeçtikleri noktada başkalarının onları anlama çabası artabilir ve insan sessizliği bir amaç doğrultusunda kullanabilir.
peki kendini anlamadan anlaşılmak mümkün müdür? tartışılır. çünkü herkes yanıltıcı olabilir.

sessizliğin belli başlı yorumları vardır. ve bu yorumlar hatalı olabilir. insanlar sessizliğe bürünen kişileri kendi sessizliklerinin sebepleriyle anlamaya çalışırlar. ve bu bir bakıma anlayış eksikliğiyle anlamaya çalışmak anlamına gelebilir..
sessizliği derinden ve hakkıyla yaşayan insanların durumu onların durumundan çok ayrıdır zira.

ancak gerçek bir sessizlik insanın kendisiyle olan iletişimini geliştirir.
insanın kendini daha iyi anlaması için en çok da sessizliğin dilene ihtiyacı vardır.
Sessizliğin sırrına eren, onun güzelliğinin farkına varan, onun dilinden anlayan anlayan ve onu en iyi anlatanlardan biri de 19.yüzyılda yaşayan, Fransız şair ve yazar Alfred Comte de Vigny’dir. “Evrende yüce olan ancak sessizliktir. Bundan ötesi zayıflıktır, acizliktir.” diyor Vigny.

Aristokrat bir aileden gelen ve sık sık av partilerine katılan Vigny sessizliğin yüceliğini de yine bir kurt avında fark edecektir. Fransız şair, kendisi gibi soylu arkadaşlarıyla çıktığı bir kurt avında, vahşi ormanlarla kaplı bir dağda, bir erkek kurdun dişisi ve iki yavrusunu kurtarmak için verdiği savaşa tanıklık eder ve bundan çok etkilenir.

Avcılar bembeyaz karlar üzerindeki ayak izlerinden, az önce oradan geçmiş olan iki kurt ve iki yavrusunun yerlerini belirlerler, silahlarını hazırlarlar ve bu kurt ailesinin bütün kaçış yollarını kapatırlar. Kendisine, dişisine ve yavrularına saldırmak üzere olan bu avcıları hisseden erkek kurt için artık karşı koymak ve kahramanca hayatını feda etmekten başka çare kalmamıştır. Pençelerini az sonra kendisine mezar olacak karlara saplar ve bekler. Av köpeklerinin en iri ve saldırgan olanını gözüne kestirir ve onun işini bitirir. Köpeğin boynu erkek kurdun dişleri arasındadır. Avcılar habire ateş ederler. Kamalarını kurdun böğrüne kabzalarına kadar saplarlar. Fakat kurt hiç inlemeden, ızdırabını sessizce yudumlayıp, öylece düşmanlarına bakmaktadır.

Şair o anda kurdun gözlerinde sessizliğin yüceliğini okumuştur. Bu yücelik şaire, ağlamanın, inlemenin
ve yalvarmanın ancak bir zayıflık olduğunu anlatmıştır. Erkek kurt kaderin kendisine yüklediği görevi yerine getirmiş, ızdırap çekmiş; ancak inlemeden ölmüştür.

Bu asil hayvan, şaire, sevdiklerini yaşatmak için hayatını feda etmeyi ve özveriyi de öğretmiştir.
Vigny meşhur “Kurdun Ölümü” şiirini de bu olaydan sonra yazmıştır.
sezzizliğin dilinden ilk defa üniversite yıllarımda anlamaya başlamıştım; sessizliğin güzelliğini ilk olarak üniversitede okurken keşfetmiştim. bursa’da geçen üniversite yıllarım sırasında kendimi stresli, sıkıntılı hissettiğimde, kederli olduğumda ya da canım sıkıldığında sık sık yaptığım şeylerden biri de gemliğe ya da mudanya’ya giderek kıyıda oturup denizi seyretmek olurdu.

marmara, durgun, sessiz, mavi deniz, beni dostça karşılar, bağrına basar, masmavi dünyasını bana açar, dertlerimi, kederlerimi unutturur, can sıkıntımı giderir, bana huzur verirdi. marmara’nın maviliğini bazen dakikalarca bazen de saatlerce seyrederdim. sükûta, mânâya, sırra dayalı bir sohbetimiz olurdu marmara’ yla. evet, sözün olmadığı, anlam üzerine kurulu bir sohbetti bu ama kelimelere dayalı sohbetlerden daha sırlı, daha gizemli ve daha güzeldi. o zamanlar, marmara’ya o güzelliği, esrarı, mânâyı, ihtişamı veren şeyin de aslında sessizliği olduğunu anlamıştım.

şimdi düşünüyorum da marmara dile gelseydi, aramızda söze dayalı bir sohbet olsaydı, ya da marmara bana şarkılar fısıldasaydı, örneğin. öyle sanıyorum, o koskoca, masmavi denizin bütün o büyüsü, esrarı ve güzelliği kaybolurdu ve belki de birkaç ziyaretten sonra marmara beni kendine çekmez olurdu.

evet… sözsüz konuşabilmek, sözsüz anlaşabilmek güzel şey. susmak ve anlamak, susarak anlatmak güzel şey. sözcükler elbette konuşabilmemiz için var. ama sessizliğin de bir esrarı, bir büyüsü yok mu sizce de ?
Üniversite yıllarımı yaşıyorum sessizlik istediğimde gidebildiğim tek yer odam. Entry bu kadar teşekkürler.
Çok tesirlidir. Oğuz Atay'ın dediği gibi:

"Gözleriniz çok ses çıkarıyor Albayım."