bugün

Bir Murat Zelan yazısı.

oğuz atay’ın evi yıkılacakmış. üstelik, tutunamayanlar’ı yazdığı ev. eve vurulacak balyoz darbesini edebiyatımıza, edebiyat tarihimize vurulacak bir darbe olarak görenler var. edebiyatımız yıkılmasın elbet. hele oğuz atay, hiç yıkılmasın. hep dimdik dursun: pisa kulesi kadar dik dursa da olur; ironik. tam oğuz atay’a göre olurdu bu. peki ya evi? yıkılmasın mı?
oğuz atay, tophane’deki o evi hepimizden önce terk etti. bir ayrılığın acısını unutmak, bir daha o evi hatırlamamak için. başka bir eve yerleşti. o evde, tehlikeli oyunları yazdı. tutunamayanları yazdığı evi sevmiş miydi büyük romancı? ya da bir başka yönüyle, inşaat mühendisi oğuz atay. o “modern” apartmanları insana göre bir yer olarak tahayyül ve kabul ettiğini hiç sanmıyorum oğuz atay’ın. aslında sanmıyorum değil, biliyorum. o evde yazdığı tutunamayanlar’dan biliyorum bunu. o bina, (hayriye caddesi, numara 9, kat: 2) “bitişik düzen” denilen sistem üzere inşa edilmiş bir apartmandı. ve yine, işte o evde kaleme aldığı tutunamayanlar’dan öğrendiğime göre, oğuz atay, hem modern insanı konu edinmiş bir büyük romancı, hem bir inşaat mühendisi olarak, “bitişik düzen” sistemiyle inşa edilmiş apartmanları anlaşılmaz buluyordu.
işte, tutunamayanlar’daki o bölüm:

[turgut’un oturduğu apartman, büyük şehrin kuzey doğusunda, enlemi kırk bir derece sıfır sıfır dakika kuzey ve kırk bir derece sıfır sıfır dakika bir saniye kuzeyle boylamı yirmi dokuz derece on iki dakika doğu ve yirmi dokuz derece on iki dakika bir saniye doğu olan noktalar arasında sıkışan bir arsa üzerine kurulmuştu. apartmanın dünya üzerindeki bu konumunu anlayabilmek için biraz astronomi bilmek gerekiyordu. oysa, turgut’un arkadaşlarının karıları, bu bilgiden yoksun oldukları halde, apartmanı ‘elleriyle koymuş’ gibi buluyorlardı. selim ise -bilimsel tanımları uygulamakta her zaman güçlük çektiği için- yarım saat oralarda dolaşıp durmuştu ilk geldiği gün. bina, enlem ve boylam noktaları arasına sıkıştığı gibi, daha yüksek birçok apartmanın arasında ezilmişti. bu nedenle, kuzey rüzgârlarına kapalıydı ve güneyindeki apartmana bitişik tavan, yağmurda biraz akıyordu. i̇nsanın kendi evi olmadıkça, bunlara katlanmak gerekiyordu. çocukların odasının penceresinden bakılınca -biraz da sola, dışarı sarkmak şartıyla- karşıdaki iki apartmanın çatı katları arasındaki küçük boşluktan, önce bir iki servi ağacı ve daha uzakta soluk mavi renkli bir çizgiden ibaret olan deniz görünüyordu.
turgut, apartmanların arka cephelerine baktıkça, yapıların neden iki ayrı cephesi olduğunu; neden, duvara dayanan kanepelerin arkasına kötü kumaş kaplamak gibi bu “modern” apartmanların da arka cephelerinin yüzsüz bir insan gibi anlamsız olduklarını ve üstlerine her zaman neden sarı badana vurulduğunu düşünürdü. “bitişik düzen” denen anlaşılmaz sistem, öteki iki cepheyi sadece “yan cephe” adı verilen ve görünmeyen bir varlıktan, bir deyimden ibaret bırakmıştı. fakat, bütün bu soyut kavramlar arasında, anahtar denen somut nesneyle kolayca açılan –tabii apartmanın dış kapısı için aynı kolaylıktan bahsedilemezdi – bir kapının gerisinde, içinde yaşanan ve elle tutulabilen belirli hacimlerin varlığı inkâr edilemezdi. dairenin içine girince de bazı küçük aksaklıklar... duşun tepenizden akmaması, sıcak suyun tam yıkanırken soğuması, mutfakta evyenin sık sık tıkanması, hamamböceklerinin alışkın hareketlerle bütün odalarda dolaşması gibi küçük ayrıntılar.
insan bunları neden görür? daha doğrusu neden bunlara takılır aklı? basit: demek yürümeyen bir şeyler var.]

diyebilirsiniz ki, burası oğuz atay’ın evi değil, turgut’un evi, turgut özben’in. turgut özben kim? niye “özben” soyadını vermiş oğuz atay, turgut’a. neyse, bu, başka bir tartışma konusu… yalnız, turgut’un oturduğu apartmanın nitelikleriyle, tutunamayanlar’ın yazıldığı o apartmanın nitelikleri arasında bir fark yok. ikisi de, “bitişik düzen” denilen apartmanlar ve evet, eski moda bu endüstriyel apartman tipi, insanı omurgasından yakalayıp, hayata “tutunamaz” kılan nedenlerden biri olsa gerek. bir postmodern yazar olarak, oğuz atay’ın “modern” yahut “endüstriyel” yahut “bitişik düzen” bir apartmanın korunmasına, yaşatılmasına ilişkin görüşleri nasıl olurdu acaba?
ne istemeliyiz? tutunamayanların yazıldığı “endüstriyel apartmanın” yaşatılmasını mı, yoksa adam akıllı bir oğuz atay müzesinin kurulmasını mı? nostaljiyi sevmekten, hele hele insanları mekânlarla anmaktan vazgeçeli uzun yıllar oldu. nostaljiden ve mekânlardan ziyade “anlam”ı önemsedim. o nedenle, tercihim adamakıllı bir müzeden yana.
bir şey daha var: “dil, varlığın evidir” demiş heidegger. bağlam farklı belki, ama burada da gider: bence oğuz atay’ın gerçek evi, tutunamayanlar, tehlikeli oyunlar ve diğer eserlerinde kurduğu dil evreninde mahfuz. “ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?” diye soran oğuz atay’ı bulmak isteyenler, yanlış adrese yönelmesinler. oğuz atay o evde değil. vur beline baltayı...

http://www.afilifilintalar.com/yazar/mzelan