bugün

otobüs yolculukları sırasında kazanılan şöhrettir.

boş - beleş bi adam olduğumdan her otobüs yolculuğu sırasında, şeytan tüyünün de etkisiyle başıma gelen popülerlik durumudur bu ayrıca. (subjektif diyeni tazmanya canavarı öper mi lan? bence öper)

geçtiğimiz cuma günü hayırlı bir ziyaret gerçekleştirmek üzere, varan turizm seyahat şirketinden aldığım bilet ile, ataşehir'den kalkan ankara otobüsüne bindim. yol uzun tabii. oturdum yerime, baktım çevreme, bir bilete 64 lira vermiş olmanın getirdiği yüksek entelektüel seviye dolayısıyla, insanlar ellerinde yabancı dilde dergile, ismini vermek istemediğim gazeteler, kulaklarında ipodlar, ipodlardan yükselen klasik müzik sesleri. . . servis sırasında keklere uzanmayan eller, kremasız içilen kahveler... böyle bir ortamdı işte.

bu kez olmaz sanmıştım, kimse dönüp benle konuşmak istemez sanmıştım. işte aradığım buydu. aradığım yolculuk huzurunu varan'da bulmuştum. taa ki bolu dağı varan tesislerinde yemek yiyene kadar. aç falan değildim. baktım manzarası güzel. burada bir yemek yemeliyim dedim mola sırasında. aldım yemeğimi oturdum cam kenarına tesiste. yer yokmuş olacak ki (çevreme bakmadım) bir bey geldi ve ; "boş mu?" diye sordu. sandalyeyi alıp arkadaşının yanına geçecek sanmıştım ama ortada alınabilecek bir sandalye yoktu. 2-3 kişilik büyük koluktu çünkü onlar. ya da neyse ismi işte. "evet" dedim ve adam karşıma oturdu. kendisini konuşmak zorunda hissetmiş olacak ki? "nereye" diye sordu. dışarıya baktım tek bir otobüs var. "hay" dedim. muhabbet etmek istiyor. "e" dedim önce. sadece e. sonra "ankara!?" (başka neresi olabilir ki şeklinde bir ifade ile yüzümde). "tamam" dedi adam. sadece "tamam" . bir süre baktım adama bunun üzerine. öğrenci misin dedi? "bazen" dedim. gülmedi. bozuldum o an tabii. neyse bu muhabbet böyle sürerken; otobüste yanımda oturan adam geldi. çeteymiş bunlar. "oturabilir miyim?" dedi bana bakarak. o an çok korktum. adam bana oturmak istiyor gibiydi. neyseki benden önce diğer adam cevapladı. "tabii dedi." o da karşıma oturdu. nereye, nasıl muhabbetlerinden sonra, ben başladım anlatmaya. galatasaray'dan girdim, taksim'den çıktım, lost'tan girdim, canım ailem'den çıktım. derken otobüse bindik.

kaptırmışım kendimi, bi ara bi baktım çevreme, herkes benle iletişim halinde. "lan" dedim, "bu ben değilim". servis yapmaya gelen host bile dahil oluyor konuşmaya, herkes bırakmış ipod'unu, gazetesini. beni dinliyor. gaza geldim. bi nevi ün, şöhret ayaklarıma gelmişti.

dediğim gibi çok boş - beleş bi adam olduğumdan, bildiğim bilmediğim pek çok konu var. bir de böyle kısa görünümlü uzun cümleler kurarım gerekirse ben, zannedersin ki hayatımı o konuya adamışım.

işler sarpa sardı sonra. ne okuyorsun dedi bir tanesi bana? mühendislik dedim. yanlış meslek seçmişsin dedi. sayısalcı tipi yok sende. verdi veriştirdi eğitim sistemine sonra bana bırakmadan. gaza gelmiş bi şekilde ilerlerken sohbet ben, seyehat sona erdi, otobüsten indim ve kimseyi tanımıyordum, kimse de beni; herkesin tek derdi valizleri olmuştu.

işte böyledir otobüs ile gelen popülarite. yolculuk bitince biter. valizler kalır insanın başına. içinde bi kaç parça çamaşır ve gerekli gereksiz zırdavatla.
bir de şehirlerarası otobüslerin belediye otobüsü gibi her durakta durduğuna iyice sinirlenen iri yarı, babayiğit abimiz mussorgsky'nin boris godunov'u tonuyla, "belediye otobüsü gibi her durakta durmayın artık kardeşim, işimiz var gücümüz var" diyerek herkesin takdirini kazanır ve bir anda popülaritesi artar ama yolculuk bittikten sonra kimse hatırlamaz.