Risale-i Nur Külliyatı'nda Şualar Kitabının On Birinci bölümüdür.

Günümüz Türkçesine çevrilmiş hali aşağıda verildiği gibidir:

MEYVE RiSALESi

Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

"Yusuf daha yıllarca zindanda kaldı."

(Yusuf Suresi, 12/42)

Yusuf suresi 42. ayetin bizlere verdiği haber ve ruhlarımıza duyurduğu sırrıyla, Yusuf Aleyhisselâm hapsedilenlerin piridir ve hapishane Hz. Yusuf'un bir nevi medresesi haline gelmiştir.

Mademki Risale-i Nurları okuyup onları diğer insanlara ulaştırmaya çalışan Risale-i Nur talebeleri de iki defadır ve çoklukla bu medreseye giriyorlar. O zaman, elbette Risale-i Nur'un hapishanede bulunanları da doğrudan ilgilendiren ve normalde imanla alakalı ispat ettiği bir kısım meselelerin kısacık özetlerini, bu terbiye için açılan dershanede okumak ve okutmakla tam bir terbiye almak lâzım geliyor. işte o özetlerden, beş altı tanesini açıklıyoruz.

BiRiNCi MESELENiN ÖZETi

Sözler kitabının, dördüncü sözünde izah ettiğimiz gibi, her gün, yirmi dört saat olan hayat sermayesini, Yaratıcımız bizlere ihsan ediyor. Ediyor ki, hem dünya hem de ahiret hayatımıza lâzım olan şeyleri o sermaye ile alalım. Şimdi düşün ki; şu kısacık dünya hayatımız için yirmi üç saati harcadık ancak "beş vakit farz namaza kâfi gelen" bir saati, sonsuz olan ahiret hayatımız için kullanmadık, ne kadar akılsızca bir iş yapmış oluruz anlarsın.

Tâbi bu akılsızlığımızın cezası olarak; hem kalbî, hem ruhî sıkıntılar çekip, bunalımlara ev depresyonlara gireriz. O sıkıntılar yüzünden de ahlâkımız bozulur ve ümitsizliğe düşerek hayatımızı boş ve gereksiz işlerle geçirmeye başlarız. Bu durumda değil terbiye almak, belki terbiyenin aksine giderek ne derece zarar ederiz, anlatılanları birbiriyle kıyas edersen anlarsın.

Eğer, bir saati beş farz namaz için kullansak, o zaman hapis ve sıkıntı süresinin her bir saati, bazen bir gün ibadet yerine geçecek bazen de boş yere geçecek bir saat, ahiret sonsuzluğunu kazandıran bir hal alacak. Böylece kalbî ve ruhî ümitsizlik ve sıkıntıların azda olsa sona ermesi ve hapse girmeye sebebiyet veren hatalara karşılık o hataları affettirmesi ve hapsin hikmeti olan terbiyeyi alması ne derece kârlı bir imtihan ve ne derece karlı bir ders ve musibet arkadaşlarıyla birbirlerine teselli verici hoş bir sohbet olduğu düşünülsün...

Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazanmak için bin adamın katıldığı bir piyango kumarına yirmi dört lirasından beş on lirayı veren ve yirmi dört liradan yalnız bir lirasını ebedî ve kıymetli bir mücevher sandığının anahtarına vermeyen ne kadar akılsızdır. Hâlbuki düşünülse, dünyevî piyangoda o bin lirayı kazanma ihtimali binden birdir; çünkü senden başka bin kişi daha var. Oysaki insanın ahirette gideceği yeri belirleyecek olan piyangoda kazanma ihtimali, -eğer insan ölüm gelip çatıncaya kadar yaşantısına dikkat ederse- binden dokuz yüz doksan dokuzdur! Bu büyük kazanma ihtimalini, gönderilen yüz yirmi dört bin peygamber bizlere haber vermekteler. Ve bu müjdeli haberi, evliyadan, asfiyadan ve âlimlerden yüz yirmi dört milyondan fazla sadık haberci de tasdik ederek haber verdikleri halde, o binde bir çıkma ihtimali olan piyangoya katılmak ve binde dokuz yüz doksan dokuz çıkma ihtimali olan piyangoya katılmamak ne derece akılsızca bir harekettir, birbiriyle kıyaslanırsa anlaşılacaktır.

Bu meselede, hapishane müdürleri, gardiyanlar ve belki de memleketin idarecileri ile emniyet mensupları, Risale-i Nur'un bu dersinden memnun olmaları gerekir. Çünkü bin tane dindar ve Cehennem hapsini devamlı aklından çıkarmayan adamların idare edilmesi ve asayişinin sağlanması, on tane namazsız ve itikatsız, yalnız dünyevî hapsi düşünen ve haram-helâl nedir bilmeyen ve kısmen de serseriliğe alışan adamların idare edilmesinden daha kolay olduğu çok tecrübelerle görülmüş.

iKiNCi MESELENiN ÖZETi

Risale-i Nur'da, Gençlik Rehberinde güzelce izah edildiği gibi, ölümün başımıza gelmesi o kadar kesin ve o kadar göz önündedir ki, şu içinde bulunduğumuz günün sonunda bizleri içine alacak olan gece gibi ve bu son baharın arkasından gelecek olan kış gibi, ölüm de başımıza mutlaka gelecek. Bu hapishane nasıl ki girenler ve çıkanlar için geçici bir misafirhanedir; aynen öyle de, şu yer kürenin yüzü dahi, acelece hareket eden kafilelerin yollarında, bir gecelik konaklama ve tekrar yola çıkma için bir handır. Her bir şehri yüzlerce defa mezarlıklara boşaltan ölümün, kesinlikle hayattan daha fazla bir istediği vardır.

işte bu korkunç hakikatin esrarlı bilinmezliğini, Risale-i Nurlar bilinir bir hale getirmiş. işte onun kısacak bir özeti şudur:

Mademki ölüm öldürülemiyor ve mezarın kapısı kapanmıyor. O zaman bu ecel denilen cellâdın elinden ve mezar denilen tek kişilik hücreden kurtulmanın bir çaresini bulmak gereklidir!

Ve eğer bunun bir çaresi varsa, elbette bu çareyi arayıp bulma insanın en büyük ve her şeyden önemli bir derdidir. Evet, ecel celladının elinden ve mezar denilen tek kişilik hücreden kurtulmanın çaresi var ve Risale-i Nur, Kur'ân'ın içerdiği sırlarla o çareyi, iki kere iki dört eder derecesinde kesin olarak ispat etmiş durumda. işte bu ispatın kısacık bir özeti şudur:

Biracık düşünürsek anlayacağız ki, ölüm ya ebedî bir idamdır; hem insanı, hem de bütün akraba ve sevdiklerini asan ve asacak olan bir darağacıdır. Ya da bambaşka bir ebedî âleme gitmek ve iman denilen pasaportla mutluluk ve huzur sarayına girmek için bir izin belgesidir. Ve mezar ise, ya karanlık bir tek kişilik hücre ve dibi olmayan korkunç bir kuyudur. Ya da bu dünya zindanından sonsuz ve huzurlu bir ziyafet sofrasına ve meyvelerle dolu bir bahçeye açılan bir kapıdır. Bu hakikati Gençlik Rehberinde bir misal ile ispat etmiştik.

Meselâ hayal edelim: Bu hapishanenin bahçesine insanları asmak için darağaçları konulmuş olsun ve o darağaçlarını dayadıkları duvarın arkasında da gayet büyük ve bütün dünyanın katıldığı bir piyango dairesi kurulmuş olsun. Biz bu hapishanede ki beş yüz kişi belli ki, hepimiz teker teker ve kurtulma imkânımız olmadan, o meydana çağırılacağız ve çağırılıyoruz. O meydana çağırıldığımızda bizlere ne diyebilirler? Ya diyecekler ki "Gel, idam ilânını al, darağacına çık" veya "ebediyen kalacağın tek kişilik hücreye giriş ilanını elinde tut ve bu açık kapıdan içeri gir" ya da "Sana müjdeler olsun! Milyonların peşinde koştuğu altın bilet sana çıktı. Gel biletini al."

Biz de gözümüzle görüyoruz ki, birileri sırayla o darağaçlarına çıkıyorlar. Çıkanların bir kısmının asıldıklarına şahit oluyoruz. Bir kısmının ise, o darağaçlarını basamak yapıp o duvarın arkasında bulunan piyango dairesine girdiklerini, orada bulunan büyük ve ciddî memurların garantili haberleriyle öğreniyoruz -ki tam bu sırada, hapishanemize iki heyet giriverdi.

O iki heyetten birisinin ellerinde çeşitli çalgı aletleri, içkiler, görünüşte gayet tatlı helvalar ve baklavalar var. O tatlılardan bizlere ikram edip yedirmeye çalıştılar. Fakat o tatlılar zehirlidir, şeytanlaşmış insanlar onların içine zehir atmışlar.

Diğer heyet ise, ellerinde insanı mutlu ve huzurlu eden nasihatlerin olduğu kitaplar, helâl yemekler ve tatlı şerbetlerle içeri girdiler. Bize hediyeler veriyorlar. Dikkat ettiğimizde görüyoruz ki, hepsi çok ciddi ve samimi tavırlarla ve dürüstçe bizlere diyorlar ki:

"Eğer o ilk heyetin, sizi sınamak için verdiği hediyeleri alırsanız ve o tatlılardan yerseniz, şu gözümüzün önündeki darağaçlarında daha önceden asılanlar gibi sizde asılacaksınız. Eğer ki, bu memleketin hükümdarının emriyle getirdiğimiz hediyeleri önceki heyetin verdiklerine tercih ve kabul eder ve kitaplardaki nasihatleri ve emirleri okursanız, asılmaktan kurtulacaksınız. Darağaçlarının arkasında ki piyango dairesinde, size özel bir ikramiye olarak, her biriniz paha biçilemez o altın bileti alacaksınız. Eğer o haram ve şüpheli ve zehirli tatlıları yerseniz, asılacağınız zamanı beklerken o zehirin sancısını da çekeceksiniz."

işte bu misalde olduğu gibi, Allah'a olan imanımız ve emirlerine olan itaatimiz ölene kadar olursa, ölümün ve hesabın ardından yüzde yüz ihtimalle cennet kapılarının bizler için açılacağını, ellerinde sapasağlam ve güvenilir kitaplar ve bir sürü mucizeleri bulunan yüz yirmi dört bin peygamber ve onların yolunda yürüyen ve onları tasdik ederek söyledikleri sözlerin altına imza atan yüz yirmi dört milyondan fazla evliya ve o peygamberler ile evliyaların haberlerini akıl yoluyla, şüphe edilmez ispatlarla ve çok kuvvetli delillerle, tasdik eden milyarlarca âlim, araştırmacı ve bilginler söylemektedirler.

Bununla beraber Allah'a isyanda ve imansızlıkta ve Allah'ın emirlerini dinlememekte devam edenler ve tövbe etmeyerek bu hallerine ısrarcı olanlar için, yüzde doksan dokuz ihtimalle ölümün sonsuz bir idam olacağı veya tek başına sonsuza dek kalınacak karanlık bir hücre haline geleceği ve bu halde ahirete gidenlerin sonsuza dek pişmanlık duyacaklarını haber verenler de yine en başta; ellerinde sapasağlam ve güvenilir kitaplar ve bir sürü mucizeler bulunan yüz yirmi dört bin peygamber ve onların yolunda yürüyen ve onları tasdik ederek söyledikleri sözlerin altına imza atan yüz yirmi dört milyondan fazla evliya ve o peygamberler ile evliyaların haberlerini akıl yoluyla, şüphe edilmez ispatlarla ve çok kuvvetli delillerle, tasdik eden milyarlarca âlim, araştırmacı ve bilginlerdir.

Bu önemli haberleri ve uyarıları dinlemeyerek güvenli yoldan gitmeyen, yani yüzde doksan dokuz ihtimalle dehşetli bir tehlikeyi görmezden gelerek, bir tek uyarıcının -bu yolda tehlike var!- demesiyle o güvenli yolu bırakıp daha uzun ve tehlikeli yolu tercih eden, elbette ve elbette şuna benzer:

Dünyada karşısına iki yol çıkıp da, hangisinden gideceğini düşünürken ve binlerce güvenilir insan ona kısa yolu gösterirken o adam bir tek kişinin -kısa olan yolda tehlike olabilir- demesi üzerine kısa olan yolu bırakır, hiçbir kazancı olmayacağı halde uzun yolu tercih eder.

Zavallı ahmak, aklı yerinde olmayan sarhoşlar gibi, dehşetli ve uzakta görünen ancak ona musallat olan ejderhalara önem vermez, küçücük sineklerle uğraşır, yalnız onlara önem verir gibi hareket ederek aklını, kalbini, ruhunu ve insaniyetini kaybetmiş oluyor.

Madem kaçınılmaz durum budur. Biz hapishanedekiler, bu hapis belasından intikamımızı tam olarak almak için, o mübarek ikinci heyetin hediyelerini kabul etmeliyiz. Yani, nasıl ki bir dakika intikam alma lezzeti ve birkaç dakika veya bir iki saat eğlence lezzetleriyle, şu an içinde bulunduğumuz sıkıntı bizi iki, üç, beş, on ve on beş sene bu hapse soktu, dünyamızı bize zindan eyledi; biz dahi bu musibetin tersine ve inadına, bir iki saat hapis süresini bir iki gün ibadete ve iki üç sene cezamızı, mübarek kafilenin hediyeleriyle yirmi otuz sene bakî bir ömre ve on ve yirmi sene hapiste çekeceğimiz cezamızı milyonlar sene Cehennem hapsinden affımıza vesile ederek, fâni dünyamızın ağlasa da, en güzelinden bâki hayatımızı güldürerek bu musibetten tam intikamımızı almalıyız. Hapishaneyi terbiyehane gibi gösterip, vatanımıza ve milletimize birer terbiyeli, emniyetli, menfaatli adam olmaya çalışmalıyız. Ve hapishane memurları ve müdürleri ve idarecileri dahi, canî, eşkıya, serseri, katil, zevkine düşkün ve vatana zararlı zannettikleri adamları, mübarek bir dershanede çalışan talebeler olarak görsünler ve onlarla iftihar ederek Allah'a şükretsinler.