bugün

sorunumuz aslında bizzat "milli hastalığımız". Kimileri, "şaşkınlığımızın nedeni" de diyorlar bu hastalığa...

Temel nedeni, "emir ve komutayla tarihi yok saymanın mümkün olabileceği" yanılgısıdır. Sıfırdan bir millet ve bir devlet "üretilebileceği" saplantısıdır. Bıldır yenilmiş hurmaların günün birinde bir tarafımızı tırmalamayacağı umudu ve beklentisidir. Bu da, "bürokrat kafasının" kaçınılmaz açmazıdır.

işte gelir gelir böyle elinde patlar yıllar sonra! aslında her zaman aralıklarla da patlamış durmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti'nin hiçbir kuşağına, yakın tarih öğretilmez. Gıdım gıdım öğretilen de yalan yanlış öğretilir.

Sanki uzak tarih çok mu doğru öğretilir? elbette hayır! Türkiye'de aydın geçinen herkes bir zamanlar bir "Mora isyanı" olduğunu bilir ama (biz yaparsak kurtuluş savaşıdır, başkası bize karşı yaparsa ayaklanma!), kimse ne General Makriyannis'i tanır, ne Karaiskais'i, ne de Bubulina'yı... Ömer Vrioni'yi bilir misiniz? "Atina garnizonumuzu isyancılara karşı savunan kahramanımız" dersem "helal olsun" dersiniz ama...

ama anlatılmaz, dile getirilmez, belli tabuların üstüne kurulu tarih dersi verillir. o tabuları sarsmaya kalkanlar da "cumhuriyet rejimini değiştirmekle" itham edilir. sanki bu ülke başka bir rejim ile yönetilebilirmiş gibi!

güya ben elime geçen her şeyi okuyan tüm cumhuriyet tarihi hakkında bilgi sahibi olduğumu düşünürken, Türkiye ile Yunanistan arasında bir "nüfus mübadelesi" yapılmış olduğunu ancak otuz yaşımda öğrendim, 30 yaşımda... O da, yabancı bir kaynak sayesinde.

yabancı kaynaklar ve diğer ülkelerin arşivleri olmasa, Süveyş Kanalı'na hem de iki kere saldırmış ve havamızı almış olduğumuzu bize kim öğretecekti?

Gerçekler bilinmediği için, sorunlar karşımıza çıkınca apışıp kalıyoruz.

ASALA ve PKK örgütlerinin gökten zembille indiklerini sanıyoruz örneğin.

Kürtler in son doksan yılda tam on iki kere ayaklanmış olduklarını anlayınca da ağzımız bir karış açılıyor...

Kurtuluş savaşını vermek için "halkımızın kendiliğinden seferber olduğunu" sanıyoruz, çünkü bize öyle öğrettiler. Yeni bir "halk savaşı" vermeye niyetlenen arkadaşlarımız da bu hatayı canlarıyla ödediler.

"imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz" palavrasını yutmadık, çünkü öyle olmadığını yaşayıp etimizde hissediyorduk ama, gene de buna inanmaya çalışıyor, kendimizi kandırmaya bakıyorduk.

kaynaşmış bir kitlede, iç savaş ihtimali bile olur mu allah aşkına?

Cumhuriyetin ilk döneminde memleket güllük gülistandı da, sınıf kavgası "kör olasıca karşıdevrimciler" yüzünden oluşmuştu!...

Ne yaptılar, biliyor musunuz? Dünya savaşının "işlerine gelmeyen" bölümlerini yok saydılar, işlerine gelen bölümlerini, örneğin Çanakkale muharebelerini de oradan sıyırıp, soyutlayıp, adeta "kes yapıştır" yöntemiyle kurtuluş savaşımıza "monte ettiler"...

Oysa arada tam beş yıl vardı.

Bunu söylediğim zaman bana küfür edenlere kızıyordum, artık kızmıyorum.

Eğitim adı takılmış "faşizan" beyin yıkamasından sağlıklı düşünen bir kafayla çıkmak her babayiğidin harcı değildir.

Şartlanmaları kırmak, özgür düşünebilmek herkese verilmemiş bir yetenektir.

Atatürk'ün biyografisi de öyle...

"Tanıyın, daha çok seveceksiniz" diyorum, uğramadığım hakaret kalmıyor.

Sanki bir üvey babası ve üvey kardeşleri olmak, utanılacak bir şeydi... Bana hakaret edenler, aslında bütün yetim çocuklara hakaret ediyorlardı.

Ama artık onlara hiç kızmıyorum, acıyorum.

köprüden önceki son çıkış anımızı yaşıyorlar çünkü...

"Bittiklerinin" kendileri de farkındalar.

Türk milleti gizli bırakılmış, üstü örtülmüş, yasaklanmış her gerçeğini öğrenecek ve onlarla başa çıkmayı da, onların üstesinden gelmeyi de başaracaktır.

Yepyeni bir Türkiye safsatasında değilim. etrafımız resmen cadı kazanına döndü ve bu işten nasıl sıyrılacağımızı da allah bilir.

sorun aslında bizim tam anlamıyla "şaşkınlık" içerisinde olmamız...
"bilmiyorum" diyememek.
uzun yazı okuyamamak.
"Onlar yapınca isyan,biz yapınca kurtuluş savaşı"ndan sonrasını okumadım.Azıcık mantık,azıcık tarih lütfen ya.Bizim topraklarımızda özerk devlet kurmak isterlerse ve bunun için ülkeye zarar verecek eylemler gerçekleştirilirse tabiiki o ayaklanma olur.Hadi başarılı oldular ve amaçlarına ulaştılar..O zaman bizde o devleti Ya da topluluğu yıkarız.Bu kadar basit.Buna da ister kurtuluş savaşı de,istersen anti-hümanizm.Kimse bizim uğruna kan döktüğümüz bu vatan topraklarında hak iddia edip özerklik isteyemez.Özet olarak gereksiz bir yazı olmuş,beğenmedim.
Sürü psikolojisine sahip olmak.
Yeterki bir iki kişi bir şey yapsın ardından onlarca kişi aynı şeyi yapar.
iş makinesi çalışırken seyretmek,
trafik kazası geçirenleri trafik akışını durdurarak incelemek,
gökyüzünde hiçbir şey yokken, iki ayak açık, bulutları seyretmek,
sigara izmaritini olur olmaz her yere atıp, çimenlere yayılmak.
yol ortasında, orayı burayı kaşımak.

vb. gibi...
Son iki yüz sene de ortaya çıkmıştır.

Üretimde ve alış verişde kendini belli eder.
Bahane bulma hastalığımız.
Çözüm üretme, akılcı yollar bulmak yerine, ha babam de babam bahane üretiriz.
o eforu, çözüm bulma enerjisine dönüştürebilsek keşke.
Haaa son dönemlerin en amansız hastalığı da, üç maymun hastalığı.
Öyle saksıdaki fesleğen gibi ebleh yaşamayı pek bi sevdik.
yerel firmalarda pazarlık canavarı, kurumsal firmalarda kuruşu kuruşuna.
yerel firmalarda pazarlık canavarı, kurumsal firmalarda kuruşu kuruşuna.
Dönerin boyutu ne olursa olsun, ister yarım ister bütün ister dürüm, o ayran son lokmayla bir bitecek. Bu konuda toplum olarak takıntılı ve hastalıklıyız...
faşizm.