bugün

Gladyo'nun Türkiye'ye giriş tarihi ile Kemalist Devrim'in yıkıma başlandığı tarih aynıdır. Gladyo, tüm Dünya'da 2. Dünya Savaşı'nın hemen ertesinde kurulmuştur. Gladyo'nun merkezi ABD'dir. NATO'nun ikiz kardeşidir. 2. Dünya Savaşı'nı en az kayıpla atlatan ABD'nin Dünya üzerindeki hegemonyasını kurmak için oluşturulan yasa dışı yönetim organlarıdır. ABD'nin Avrupa üzerindeki ekonomik hegemonyasını sağlamak için dönemin ABD dışişleri bakanı George Marshall'ın adıyla anılan Marshall Planı uygulanmıştır.

Marshall Planı'nın Türkiye ve Yunanistan ayağını ise dönemin ABD Başkanı Harry Truman ile anılan 1947 tarihli Truman Doktrini oluşturuyordu. Bu planların amacının Dünya'yı «Komünizm Tehdidi»nden korumak olduğu söyleniyordu. Bu ülkeleri askeri olarak korumak için de Sovyetler'e karşı askeri bir birlik de kuruldu; NATO. Bayar-Menderes hükümeti, iktidara geldiği ilk yıl, 1950'de, hemen Kore'ye asker göndererek NATO'ya girmeye hazır olduğunu gösterdi. 1951'de de Türkiye NATO'ya dahil edildi.

Bayar-Menderes hükümeti, meclisten ve halktan gizli olarak ABD ile imzaladığı 54 ikili gizli antlaşma ile Türkiye'ye NATO'ya tam bağımlı kıldı. Yapılan antlaşmalar gereği Sovyet saldırısı, Toroslar'da göğüslenecek, diğer bölgelerde de «gayrinizami harp» uygulanacaktı. Ülkedeki sol hareket de dolaylı bir Sovyet tehdidi olarak görüldüğü için bunlara karşı da «kontrgerilla harbi» uygulanacaktı.

Tüm bu işleri yönetecek olan birim Seferberlik Tetkik Kurulu adıyla 1952 yılında kuruldu. Daha sonra ismi değişecek ve Özel Harp Dairesi adını alacaktı. SüperNATO, italya'daki ismi ile Gladyo ve Türkiye'deki ismi ile ÖHD, merkezi Brüksel'deki NATO karargahına bağlı gizli bir iktidar odağıydı. Masrafları doğrudan CIA tarafından karşılanan bu birim yıllarca Türkiye'deki faili meçhul cinayetlerin, darbe, sabotaj ve karanlık işlerin merkezinde oldu. Birimin yerel personlleri, ismet inönü döneminde hapse atılan ancak DP hükümeti ile birlikte serbest bırakılan ırkçı-Türkçülerden oluşuyordu.

6-7 Eylül olayları Kontrgerilla'nın ilk tertibi olarak tarihe geçti. Bayar-Menderes döneminde Yunanistan Başbakanı Averof'un «Kıbrısı Taksim» önerisi reddedilmiş, Türkiye'nin Kıbrıs sorunu yoktur denmiştir. Sonrasında ÖHD'ye bağlı Türk Mukavemet Teşkilatı ile Yunanistan'daki ÖHD'ye bağlı EOKA, Kıbrıs'ta örgütlenme içerisine girmiş ve iki halk ingiliz emperyalizmine karşı birleşemeden birbirlerine düşman edilmiştir. 6-7 Eylül olayları bunun en büyük operasyonu olmuştur.

ABD ve işbirlikçilerinin TSK'ya dayattığı karşıdevrimci işler tepki yaratıyordu. Ordu'da ciddi bir rahatsızlık hakimdi. Muhalefet üzerindeki baskılar, baskı ve sindirme operasyonları gençliği de ayağa kaldırmıştı. istanbul Üniversitesi öğrencisi Turan Emeksiz, DP hükümetinin polislerince katledilmiş, aydınlar zindanlara atılmıştı. 1960'a gelindiğinde ordu-millet birlikteliği işbirlikçi iktidarı yıktı. 5,000'e yakın TMT ve ÖHD subayı tasfiye edildi. 27 Mayıs'ın getirdiği özgürlükçü ortamdaTürkiye işçi Partisi adında ilk legal sosyalist parti kuruldu ve meclise 15 milletvekili soktu. Gelişen sol hareket 1968'de dev eylemlere sahne oldu ve 68 kuşağı ile anılacak bir gelenek yarattı.

Yükselen sol harekete karşı ÖHD, 1967'den sonra «kontrgerilla harbi»ni devreye soktu ve bu çerçevede kurdurduğu ülkü ocakları,Komünizmle Mücadele Dernekleri gibi oluşumlarla karanlık cinayet, sabotaj ve tertipler dönemini başlattı. Oluşan karmaşa ve kanlı çatışmaları bahane eden TSK içerisindeki Kontrgerilla kliği, 12 Mart 1971'de yönetime el koydu ve bünyesindeki binlerce Atatürkçü-devrimci subayı da bu süreçte tasfiye etti.

Ekim 1973'de 12 Mart dönemi sona ermiş, Mayıs 1972'deki CHP Kurultayı'nda Ecevit, inönü yerine genel başkan seçilmişti. 73'te yapılan seçimler, Ecevit'in CHP'si ile Erbakan'ın MSP'sinin koalisyonu ile son bulmuş, MSP'ye teslim edilen içişleri Bakanlığı ile cemaatçi-tarikatçı unsurların Emniyet içerisinde kadrolaşması o dönemden başlamıştı. Emniyette giderek güçlenen tarikatlar ileride Ergenekon sürecinde de belirleyici olacaktı. Halk hareketi gittikçe güçleniyordu. Geniş çaplı grevler ve eylemler, kontrgerillayı rahatsız ediyordu. Yükselen halk hareketinin önüne geçmek için yapılan tertiplerin en önemlilerinden biri de 1 Mayıs 1977'deki Taksim tertibiydi. 34 yurttaşımızın vefat ettiği tertip, en büyük kontrgerilla eylemlerinden biri olarak tarihe geçti.

12 Mart müdahalesi yeterli gelmemiş, halk hareketi daha da güçlenmişti. Bunun önünün kesilmesi için 12 Eylül 1980'de daha kapsamlı bir darbe daha gerçekleştirildi. Sendikaların, derneklerin, kitle örgütlerinin faaliyeti durduruldu; siyasi partiler kapatıldı; işkenceler ve idamlar doruğa çıktı; 1500 Atatürkçü subay tasfiye edildi; binlerce halk önderi tutuklandı. CIA'nın istasyon şefinin merkeze bildirdiği gibi «Bizim oğlanlar başarmıştı». 1982 Anayasası, 1961'de gelen hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmış, laiklik bir kez daha askıya alınmış ve dinciliğe hız verilmişti.

ABD'nin «Yeşil Kuşak Projesi», Sovyetleri Türkiye ve Türki cumhuriyetlerden «islami» bir anlayışla kuşatmayı öngörüyordu. Bu çerçevede, 12 Eylül rejimi ile birlikte «din» birleştirici bir unsur oluyor, tarikat ve cemaatlere geniş özgürlükler tanınıyordu. CIA istasyon şefi Graham Fuller'in de belirttiği gibi «Kemalizm'in modası geçmişti». Artık, ılımlı islam rejimi olmalıydı. Bu anlayışla 12 Eylül rejimi, Atatürk'ü de tahrif etmekten geri durmadı. Milli mücadeleye hapsedilen ve devrimci tüm birikimini ortadan kaldıran sahte bir Atatürkçülük, daha doğrusu NATOtürkçülük yaratıldı.

1990'lara doğru Sovyetler karşıdevrimle zayıflamış ve parçalanma ile sonuçlanacak sona gelmişti. Sovyetler dağıldığına göre NATO'ya artık gerek yoktu. Ama NATO'nun tek amacının bu olmadığı SSCB'nin dağılmasıyla net bir şekilde ortaya çıktı. ABD artık terör ve Radikal islam'ı kendine tehdit ilan ediyor ve Türkiye'yi yine ılımlı islam çerçevesinde değerlendirmek istiyordu. Bu amaçla Fethullah Gülen gibi isimlerden geniş manada faydalanmaya başladı.

90'lı yıllarda PKK'nın ABD'nin hizmetine girmesi ve Bahriye Üçok'tan Muammer Aksoy'a; Çetin Emeç'ten Uğur Mumcu'ya pek çok aydının katledilmesi; 93'teki Sivas katliamı ve benzeri ÖHD-MiT uygulamaları ülkenin bir Mafya-Tarikat-Gladyo çetesi tarafından yönetildiğini gözler önüne seriyordu. ABD'nin Ortadoğu'ya göz dikmesi ve Kuzey Irak'ta kukla bir devlet yaratma girişimleri TSK içerisinde ciddi rahatsızlıklara sebep oluyordu. Öyle ki ABD'nin ilk körfez savaşında TSK'nın bölgeye girmemesi için dönemin genelkurmay başkanı Org. Necip Torumtay görevinden istifa etmişti.

«TSK hizadan çıkıyor» diyordu Amerikalı yetkililer. Ülkenin bölünme tehdidine gören TSK, Amerika'ya karşı adım adım konumlanıyordu. TSK bünyesinde yaşama şansı kalmayan Kontrgerilla kendine başka bir yaşam alanı buldu. Artık Emniyet içerisinde çalışmalarına devam edecekti. 70'li yıllardan beri yuvalanan tarikatlardan faydalanacaklardı. TSK ve Kontrgerilla artık karşı karşıya gelmişti. ilk hesaplaşmaEşref Bitlis suikastı oldu. Kuzey Irak'taki kukla yapılanmaya karşı önlemler alan Bitlis'in uçağı düşürülerek şehit edildi.

ikinci hesaplaşma,1995 yılının Mart ayında gerçekleştirildi. Genelkurmay Başkanı Org. ismail Hakkı Karadayı, Çiller'in insiyatifi dışında Kuzey Irak'a «Çelik Harekatı» düzenledi.

1996 Kasım'ında Susurluk'ta ortaya çıkan tablo, Kontrgerilla ile hükümetin iç içe geçtiğini gösteriyordu. Yaşanılan kazada Emniyet Müdürü Hüseyin Kocadağ ve Ülkücü Abdullah Çatlı ölü, DYP milletvekili Sedat Bucak sağ çıktılar. 28 Şubat 1997, TSK'nın Kontrgerilla karşısındaki rahatsızlığının önemli bir yansıması oldu. Fethullah Gülen başta olmak üzere haçlı irtica, teşhir edildi. 90'lı yılların ikinci yarısındaki bu gelişmelere ABD'den cevap 2000'lerin başında geldi. Tayyip Erdoğan'ların 2002 itibari ile yönetime getirilmesi ve tam teslimiyetçi bir yönetim sergilemesi bu saldırının en temel ayağını oluşturuyor.

1 Mart 2003'teki tezkerenin reddi bu süreç içerisinde bir istisnadır. Milli güçlerin çabası bu Amerikancı tezkerenin geçişini engellemiştir. Ancak bundan bir yıl sonra ABD askerleri Türk askerinin başına Süleymaniye'de çuval geçirmiştir. Fethullahçılığı ile tanınan dönemin genelkurmay başkanı Hilmi Özkök bunu seyretmekle yetinmiştir. Tayyip Erdoğan-Hilmi Özkök dönemi son 50 yılın en teslimiyetçi dönemini oluşturması açısından önemlidir.

2007 Cumhuriyet Mitingleri bu karanlık gidişe isyanın başlangıcı olmuştur. Ankara, izmir ve istanbul başta olmak üzere yurdun dört bir yanından milyonlarca insan tam bağımsızlığı ve laikliği savunmuştur. Halk hareketi ondan sonra da durmamış ve on binlerce kişilik şehit eylemleri ile devam etmiştir. işte yeniden yükselen halk hareketinin önünü kesmek için Kontrgerilla merkezlerinin başlattığı son operasyon «Ergenekon Operasyonu»dur.

Osman Budak
TGB GYK Üyesi