bugün

Mutlu ve umutlu olup gülümsemek istiyorduk.
Herkesin bir uğraşı kendini huzurlu hissettiği uğraşları vardı.
Kendimize yakışan üzerimizde güzel duruyordu.
Kaygıların zehirlediği düşünceleri taşımaktan başımız ağrıyordu.
Her şeyin daha güzel olduğu bir yaşamı hak ediyorduk.
Yetenek ve ilgilerimize göre sınanmak en doğal hakkımızdı.
En son lise yıllarında bir bahar sabahı uyandığımız huzurlu sabahlar çoktan tedavülden kalktı gibi.
Keskin düşüncelerini tam olarak anlatamadığı kalemtraş ile ucunu açamadığı kalemleri vardı.
A4 üzerine yazmaya çalışıyordu ama yanlış yazdıklarını silmek için silgisi yoktu.
Sağ eli ile yazmaya çalışırken defterin yaprağını kırıştırıyordu.
Ataçlar yetmiyordu.
Kırtasiye dükkanlarının önünden geçerken canından canlar kopuyor bakışları zafer çığlıkları atıyordu.
Bak cin ali bak bu kalem.
Kalem defterin üzerinde yazmaya yarar.
Bak bu kitap okumak için yazılmış.
Okunmayacak kitap ne işe yarar ki?
Benim yazdıklarımdan ne farkı kalır ki?
Geçmişte kalan kütüphanelerin sıcacık ortamlarında okunmayı bekleyen sarı sayfaların hak ettikleri davranışların aksi yaklaşımlarda çöp tenekelerinin önünde bir sürü eski kitap görüyoruz.
Ağaçtan yapılan sayfaların kutsallığında diyeceklerimizin son bir kaç cümlesinde;
Söyleyecek bir sürü cümlemiz var ama toplumda bunun karşılığı yok.
Karnını doyurmak için ekmek arası salam,ekmek arası köfte ve bilmem ne usulü döner aldığında;
insani gereksinimlerle açlığını gidermek için ekmek arasına saldırıyorsun ya.
Etin kilosunun para karşılığını düşündüğümüzde yemeğe verdiğimiz para ile arasında orantısız bir sonuç olduğunu çok kolay fark ederiz.
Hayatın gerçekliği cebimizdeki paranın aynasıdır.
Kendini ne kadar süslersen süsle ederin aynadaki yansıma kadardır.
Herkes karnında hissettiği açlığını cebinde ki para kadar doyurabilir.
Hayat kimini memnun eder kimine eşek eti yedirir.
Boşuna miden bulanmasın.
Mide boşluğunun kaldıramayacağı o kadar çok şeyi sindirmeye çalışıyorsun ya;
işte o zaman gökyüzünden akan bir kaç damla gözyaşı sana kendini hatırlatıyor.
Akıllı olmasına akıllıydık ama sahip olduğumuz akıl para etmiyordu.
Ederi meçhul,kafatasının içerisinde mahkum olan dünyanın en mutlu kader mağdurları fermantasyon gibi cıvıl cıvıl kaynıyordu.
Aklı bir şeylere eriyordu.
Sezinliyordu bir takım şeyleri.Ön yargılarını süzgeçlerden geçirip uyum sağlamaya çalışıyordu.
Kafasına göre yaşamaya çalışırken kaygı depolarını dolduran yaşam fazlası öğelerin zihnini doldurmasında kendini geri çekip kendi kendine yetmeye çalışıyordu.
Kolunu kanadını kaybetmiş ve tüm yeteneksizliğin de yeniden sahneye çıkmayıp bir daha kendini denemeye tabi tutmayıp başarıya dair inancını ret edip kendi kaderine boyun eğiyordu.
Kendi kendine yenildiğini kabul ediyordu.
Kendi o kadar mükemmel bir rakipti ve artık kendi ile yarışmak istemiyordu.
Akılsızdı aslında.
Bazen seni düşünüyorum.
Senin beni hiç düşünmediğin gibi.
Düşüncelerimin arasında gezinen hatırladıklarımın uzaklarında yıllar yıllar öncesini görüyorum.
Farkında olmadığımız güzel zamanların güzel olan neticelerinde yol ayrımına girmiştik ama ben senin seçtiğin yolun beni dışarıda bırakacağından habersizdim.
Hatırlıyorum arabada sana dinlettiğim şarkıları eleştiriyordun.
Kafanı ağrıttığından falan bahsediyordun.
Daha gençtim o zamanlar kaset çaların sesini ne kadar çok açarsam eğer kendimi daha huzurlu hissediyordum.
Çalıştığın iş yerinden yokuş aşağı koşarak inerken topuklu ayakkabılarınla ilk cümlen beni azarlamak olmuştu.
Neymiş efendim gitarın tellerine sert vuran grubun melodileri bütün evreni yerinden oynatmıştı.
Sırf benimle olduğunu kimse bilmesin diye fakir arabama bodoslama binmiştin.
Senin beni yok saymanı fark etmeden giden arabanın içerisinde seninle yolculuk yapmanın ve sesi hiç kısılamayan kaset çaların özgürlüğünde en büyük yalanların olduğu dünyada kendimi kandırıyordum.
Orta okulda sevdiğim kızla ayrılırken seçmediğim ev taşınma zorunluluğunda ona derdimi anlatamamıştım.
ilk aşkıma onun benim için ne kadar özel olduğunu anlatacak kelime hafızam henüz oluşmamışken veda bile edemedim.
Kafa problemlerimi çözmeye çalışırken aklıma havuz ve yol problemleri geliyor.
Yazdıklarımı umursamayanlar size bir sır vereyim mi?
Mutluyum aslında.
Yazdığım kadar mutsuz değilim aslında.
Mutsuzluk benim yazma kabiliyetim.
Kendi kendimize yetmeye çalışıp kendimiz gibi yaşayıp bildik hayatı yaşıyorduk.
Çok fazla gözümüz açık değildi.
Aynı yanlışları yapıp aynı doğrulara inanıyorduk.
Kaybettiklerimizi yeniden kaybedecek mizacımız vardı.
Kazanmayı seviyorduk ama kazanmak için değer yargılarımızın dışında bir kazancı umursamıyorduk.
Kazanmaya yeltensek bile önümüze çıkan ilk duygusal bir şeylerde hayal kurmanın tadının kaldığı yerden devamının ayrıcalığına eriyorduk.
Aptal dedikleri şeyi tabanına kadar yaşayıp aptal olmamak için kültürel okumalar yapıp dingin bir yaşam diliyorduk.
Bireyi birey yapan hissiyatlarının gölgesinde sanki yaz mevsimi gibi buz tutmuş ağacın dibinde piknik yaptığına inanan zorda kalan insanlar gibi umutsuzluğa yelken açıyorduk.
Hayatı umursamadan yaşarken kafamıza göre takılıyorduk.
Kafamıza göre kazanıp çoğu zaman kaybediyorduk.
iyi kötü bir düzenimiz vardı ve alışkanlıklarımızın dışına çıkmak istemiyorduk.
Alıştıklarımız bizde kalsın yeter.
Sentetik bir çorabın bacaklarını sarmalaması mıydı seni bende kusursuz kılan.
Gözlerimi boyayan seni uzaktan gördüğümde bakışlarımın ilk takıldığı yerdi.
Gördüm ve gaza geldim.
Sen benim için ulaşabilecek son noktaydın.
Uğruna bir sürü hikayeler yazıp,sabahlara kadar içip seni dileyecektim kendime.
Tanımadan,merhaba demeden sıcak hayaller kurup yalandan ısıtacaktım buz tutan yalnızlıklarımı.
Nemli elinin ıslatan dokunuşlarında gözlerimi kapayıp kendime mutlu bir tablo çizecektim.
Mutluluğun resmi kafamın içerisine çivilenmiş ve gözlerimi kapatıyordu.
Alt tarafı sentetik bir çoraptın ve yakından gördüğümde bütün hayallerim yıkılıyordu.
Oysa ki uzaktan ne kadar güzel gözüküyordun.
Her şey seni yakından tanıyıncıya kadarmış.
Yazanın yazma özgürlüğünde kafasının içerisindekileri bütün çıplaklığıyla kağıda yazmak senin çıplaklığının sokaklarda yürüyor hali.
Üzerinde kıyafetlerin var ama ruhun saydam.
Ardın bir görünüyor bir görünmüyor.
Bakan ve bakmayanlara göre değişen durumun içerisinde başını ağrıtan okzijene mahkum hayat seni kendinden bıktırmış.
Bezgin ve umarsız dış görünüşünle baktığın güzellikler mum ışığı gerçekliğin güneşinde eriyen.
Umutlara benziyor her şey.
Uzaktan gördüğün güzellik yaklaştıkça gizemini yitiriyor.
Fark ettiğin şey her şeyin çok kolay çok anlamsız ve boş olması.
Yazar burada boşa debelendiğini anlatmaya çalışıyor.
Boşa debelenirken bari debelenmeye başladığımız kazançlarımızı muhafaza edebilseydik.
Ama yaşam bu bir kere içine girdin mi dışına çıkabilme ihtimalin yok.
Yazan ne yapsın?
kısalt ya da biri özet geçsin.
Sen yine de yaz.
kimse okumasa da deme yaz. Uzun uzun yaz.
Ve sakın " özet geç piç" ya da " durumumuz yoktu okuyamadık" diyen asalaklara bakma.

sen yine de yaz. Kendini doğru ifade edebilmek için yaz. Ya da anlatmak istediğin neyse onu anlatabilmek için yaz.

Çünkü okuyan birileri var. Hiç üşenmeden okuyanlar var. Satır satır, cümle cümle okuyanlar var.

Sen bu kalitesizliğe bakma. Yaz.
Sivrisineğin değerli olduğu kafamızın içerisinde hala hayatın ne olduğunu anlamaya çalışıyorduk.
Defalarca yenilmiş ve defalarca zaferler kazanmıştık.
Zaferleri sindirerek sevinçlerimizi dışarıya belli etmemeye çalışmıştık.
Kendi yolumuza giderken bir anda kafamız kısa devre yapıyordu.
Aranıyorduk belki de.
Biz ayıp olmasın diye mutluluklarımızı dışarıya vurmuyorduk ama kafamız bir zamanlar kaybettiğimiz duygusal müsabakaları zihnimizin en taze yerinde yeniden gösterime sunuyordu.
Restorasyon edilmiş hatıraların bir kez daha canımı yakmalarında dönüp ardıma bakıyordum.
Bıraktığım hiç kimse hiç bir şey yerinde değildi.
Belki de yanımda olmak isteyen yoktu.
Başka bir şey yazmak için yola çıkmıştım.
Kafam karıştı işte.
Kafa çok zaman geriye gidiyor.
Hatıralar ve anımsama mekanizması.
Çocukluğum,özgürlüklerim ve ceviz kabuğunun içerisini mekan etmiş tedavisi imkansız aşklarım.
Sarhoşluğumun kendine has hissettirdiklerinde akıl hastası olmamak için hiç bir şey yapmıyorum.
Sivri sinekler de değerlidir ve onlarında bir takım hakları vardır tıpkı karıncalar gibi.
Belki bütün karamsar kehanetlerim doğrudur.
Güneşli havada yağmur yağma ihtimali olasıdır.
Başımıza taş yağma olasılığı asit yağmurlarından olabilirlik açısından az yada çok değer anlam ifade edebilir.
Hayat kendi açısından haklıdır ve dişli bir mekanizma gibi çarkın etrafında dönme görevini görüyordur.
Gökyüzü kafasına göre takılır.
Bizim o gün ne kıyafet giydiğimizi kafasına takmaz.
Yağmurlar yağar tişört giyersin.
Güneş açar kabanla yakalanırsın.
Sen yuvasını arayan karınca gibi tepetaklak sarhoş hareketlerinde yuvanı ararken takvim hiç utanmadan bir sonra ki günü gösterir.
Eve gitmeye çalışırken zaman şike yapar.
Sen ofsayta düşersin.
Şampiyon olduklarını zannedenleri seyredersin.
Işık azdı.
Çekim yapmak için elimizde ki ekipmanlar yetmiyordu.
Daha fazla ışık için dışarıya çıkmaktan başka çare yoktu.
Gözle görülebilen güzellikleri kayda almak için çalışıyorduk.
Toprakta büyüyenler insanlığımızı utandırıyordu.
Çok gelişmiş insanlardan daha hızlı büyüyorlardı.
Konuşmayı bize göre bilmiyorlardı.
Tabiat konuşuyordu.
Duymayan kulaklara görmeyen gözlere sahiptik.
Saksının dibinde ki sararmaya yüz tutmuş,kökleri kurumuş canlı adaylarıydık.
Yoğun bakım ünitesinde insanlığımızla beraber hayal ettiklerimiz yargılanıyordu.
Girdiğimiz sınavlarda doğru cevaplarımızın karşılığı yanlışlar değildi.
Hayaller bizi takip eder tıpkı bizim onları takip ettiğimiz gibi.
Kimi ölmeden önce yazardır yada senarist.
Kafaya takacak bir şeyler vardır.
Işık yok işte.
Uyanması olmayan uykuya uyumak.
Bitki kökleri gibi toprakta çözünüp ona karışmak.
Kafayı kaybettikten sonra güneş ışığı ve gökyüzünün göz yaşlarıyla ıslanmak.
Uyanık olmak çok değerli değildi.
Dört gözle beklediğimiz uyanmama hali.
Sarhoş yalnızlığımda yolumu arar gibi geziniyordum öylesine.
Yolumu kaybetmemiştim ama saplandığım çamurlu hikayelerde kendimi arıyordum.
O şarkının sözlerini ben yazabilirdim.
Film güzel ama senariste katkı yapabilirdim.
Aslında ben tek başıma takılıp kendi tarzımda bir şeyler yazmayı tercih ediyorum.
Hiç bir şey yapmadan kendimi kaybettiğim yapacaklarımın listesinde;
Programa uymuyordum.
Sanat sanat için yapılır ve sanat için bir şeyler feda etmelisin.
Gece boyunca şarap içip yatmadan yarım saat önce yazıp,iyi bir şeyler yaptığını zannetmek.
Öğlen olduğunda uyanıp yarım yamalak dışarıya çıkıp ekmek parası kazanmak.
Sarhoş yorgunluğundan dolayı gün boyunca uyumak için boşluklar aramak.
Yazmak ve içmek son yirmi yıldır en sevdiklerin.
Akşamı bekliyorum.
Maç boyunca nefesim ve bedenim tükeninceye kadar koşar koşuyordum.
Fark ettim.
Beni hep kaybeden olarak yazıyorlar kara tahtaya.
Vazgeçtim tabi dışarıdan.
Kendi mutfağımda kendi damak tadıma uygun üretimler yaparken;
Yağmurlu gecelerde cam balkonun ardında göz yaşı döküyorum.
Sen oku istemiştim..
Tam da Umutlarının tükendiği anda..
Dünyaları yerinden oynatamayacak belki ama kalbine dokunacaktı..
Gözlerine bakarak söylediğim her kelime , seni düşünüp de hayallere daldığım her gece..

Hayat tabi neler getirir bilinmez..

Ama ben Gülmek daha da çok gülmek istemiştim seninle iyi günlerde ,

Bazense uzulmek,seni sevdiğimi kulağına fısıldamak sadece sarılıp biraz düşünmek istemiştim..
Aslında en kötü günlerde gözyaşlarını silebilmek istemiştim ..

Seni sevmek sadece bir ömür sevmek istemiştim..

Kimse okumasa da sen okursun zannetmiştim..
Gerilen sinir hücrelerimden başka bir şey yapma ihtimali artık mümkünken;
Sinirlerimi destekleyen aklımın kiracısı düşünceler henüz hiç bir şeyin farkına varamamışken.
Farkına varamamasına kızarken kendi farkına varamama yaşlarımı anımsadığımda klavuz yetersizliğinden dolayı hayallerimin altına kimsenin göremeyeceği silinmez imzalar atmıştım.
Küsme kapris yapma zamanı değildi.
Sıraya dizilen beklentilerin kuyruğunda yerini başkasının alması ihtimallerden öte gerçekti.
Sen kibar zihniyetinle önüne başkalarının geçmesine izin verirken kendi sayısal loto ihtimalini aza indirgiyordun.
Bilemezsin ki öldükten sonra sana ne yapacaklarını?
Konserve olup tazeliğini korumak istersin.
Konserve şişesine sığmazsın.
Yaşına uygun farkına varma durumundasın.
Boşa sinirlendiğimiz öylesine anlardan ip atlayacak oyuncaklar üretirler.
Sen kendini bir bok zannettiğinle kalırsın.
Gerilen sinir hücrelerimden başka bir şey yapma ihtimali artık mümkünken;
Sinirlerimi destekleyen aklımın kiracısı düşünceler henüz hiç bir şeyin farkına varamamışken.
Farkına varamamasına kızarken kendi farkına varamama yaşlarımı anımsadığımda klavuz yetersizliğinden dolayı hayallerimin altına kimsenin göremeyeceği silinmez imzalar atmıştım.
Küsme kapris yapma zamanı değildi.
Sıraya dizilen beklentilerin kuyruğunda yerini başkasının alması ihtimallerden öte gerçekti.
Sen kibar zihniyetinle önüne başkalarının geçmesine izin verirken kendi sayısal loto ihtimalini aza indirgiyordun.
Bilemezsin ki öldükten sonra sana ne yapacaklarını?
Konserve olup tazeliğini korumak istersin.
Konserve şişesine sığmazsın.
Yaşına uygun farkına varma durumundasın.
Boşa sinirlendiğimiz öylesine anlardan ip atlayacak oyuncaklar üretirler.
Sen kendini bir bok zannettiğinle kalırsın.
Gerilen sinir hücrelerimden başka bir şey yapma ihtimali artık mümkünken;
Sinirlerimi destekleyen aklımın kiracısı düşünceler henüz hiç bir şeyin farkına varamamışken.
Farkına varamamasına kızarken kendi farkına varamama yaşlarımı anımsadığımda klavuz yetersizliğinden dolayı hayallerimin altına kimsenin göremeyeceği silinmez imzalar atmıştım.
Küsme kapris yapma zamanı değildi.
Sıraya dizilen beklentilerin kuyruğunda yerini başkasının alması ihtimallerden öte gerçekti.
Sen kibar zihniyetinle önüne başkalarının geçmesine izin verirken kendi sayısal loto ihtimalini aza indirgiyordun.
Bilemezsin ki öldükten sonra sana ne yapacaklarını?
Konserve olup tazeliğini korumak istersin.
Konserve şişesine sığmazsın.
Yaşına uygun farkına varma durumundasın.
Boşa sinirlendiğimiz öylesine anlardan ip atlayacak oyuncaklar üretirler.
Sen kendini bir bok zannettiğinle kalırsın.
Muhtemelen buraya yazdiklarimi kimse okumuyor. Benim kim oldugumu da burda kimse bilmiyor. Onun icin rahat rahat yaziyorum. Icimden geldigi gibi. Baskalari uzulur diye cok kayıran bir insanimdir ama burda beni taniyan olmadigi icin rahat rahat hayatimdaki insanlar hakkinda gercek dusuncelerimi ifade edebiliyorum.
ben burdayım, yalnız, berbat, mutsuz,2 metre çukuru asıl evini deli gibi özleyen.
antidepresan dahil hiçbir şey, iyi de demiyorum, herhangi bir şey hissetmemi sağlamıyorsa daha ne yapmam gerek bilmiyorum. yarından çok bir beklentim kalmadı. her gün uyanmamın tek nedeni evdeki kediye birinin mama verdiğinden emin olmak. house'ı tekrar tekrar izlerken gözüme taub'un söylediği bir şey çarptı. "tıp fakültesinin ağırlığını kaldıramayan bir tek benmişim gibi hissediyordum, ben dışında herkes başa çıkabiliyormuş gibiydi." o kadar yakın geldi ki bu söz... o kadar uzaklaştım ki var olma hissinden, başa çıkmam gerekiyormuş gibi bile gelmiyor. akışına bıraktım her şeyi, elimi ayağımı çektim. çalışmıyorum, uyumuyorum, uyursam uyanmıyorum, ya çok yiyorum ya günlerce yemeyi unutuyorum, insanlarla konuşmuyorum, odamdan çıkmıyorum, çöplerimi atmıyorum, notlarım umrumda değil, büte kaldım ama düzeltebileceğime inanmıyorum, ne olursa olsun 10 saniyeden fazla motivasyon kazanamıyorum, sanki robot gibiyim. beni ne mutlu ederdi, ne gerçekten heyecanlandırırdı, zorlukları nasıl aşardım, nasıl yaşardım bilmiyorum. yaşamak yerine hayatta kalıyorum. bitkisel hayatta olsam bu kadar bir şey değişmezdi.

geçen kış bulabildiğim son zihin sağlığı kırıntısını psikiyatriste gitmek için kullandım, yapmasam "bari gömüleyim de bitkilere gübre falan olup bir işe yarayayım" modunda bitirirdim hayatımı. şimdi neden bitirmiyorum bilmiyorum. sanırım içimde bir yerlerde kalan cılız bir enerji var. kafamdaki tek düşünce "ne gerek var?" yaşamaya ne gerek var? ölmeye ne gerek var? dümdüz geçiyor günlerim, herkese yardımım dokunuyor ama kendime nasıl yardım ederim, nereden başlarım, başlayacak enerjiyi kendimde nasıl bulurum bilmiyorum. başlamasam da çok bir şey değişmez gibi. kardeşim üzülmesin, bir de kedi aç kalmasın diye buradayım. hayat amacım, gelecek planım bu. herkes hayatın anlamını arar ya, benimkinin anlamı bu. bulmak da beni mutlu etmiyor ya neyse.

kimse okumasa da bunu buraya bırakıyorum. bu gece de hayattayım. muhtemelen yarın da. önümüzdeki hafta için söz veremem ama burada olurum muhtemelen. ölsem şimdi millete iş çıkar temizlik cenaze filan, ne gerek var.
Uludağ sözlük'te entry tamamlanıp ekle butonuna basmadan önce zihinde oluşan düşünce kalıbı.
Yazıyoz amk. Okuyun lan!!
ben yazıyorum. belki de kimse okumayacak. çaresizliğim dibe vurdu. bekliyorum aylardır tek bir haber yok. sesini duyamıyorum yüzünü göremiyorum. her gece kabus yaşıyorum. öfke pişmanlik hasret her türlü duygunun en yoğununu yaşadım. acı içindeyim.