bugün

büyüdükçe hayatın sillesini yiyen insanoğlunun kafasından geçirdiği cümledir.
13 yaşındaki kuzenden duyup, dumur olduğum tümce.
her şeye sahip olmak için, büyümek isteyen çocukların büyüyünce söyleyebileceği bir söz. bir başkasına bağlı sorumsuz bir hayatı düşlemek gibi, gereksiz bir istek.
saçmalama özgürlüğünü geri isteme durumudur.
kolaya kaçmaktır.
asla diyemeyeceğim şeydir,çocuk ol tekrar öss ye gir tekrar üniversite oku bütün birikimin çöpe gitsin.yok ben almayayım.
maksat sorunlardan kacmaksa* keske dogmasam daha mantikli ve makbuldur
keşke "yine" çocuk olsam, tüm hayatı yeniden yaşamak değil, keşke bir gün, bir an yine çocuk olsam, yüreğim ferahlasa, kaygılarımdan kurtulsam...

güneşe dönsem yüzümü, kısa pantalonum, ayağımın altında bir plastik top. kamaşsa gözlerim, canım zeytinyağlı, şekerli ekmek çekse. yine o kadar mutlu olsam... bir tek gece endişelenmeden, kaygılanmadan, üzülmeden uyusam. dünya umurumda olmasa...

keşke yine çocuk olsam...
keşke yeniden çocuk olsam... çünkü o zamanlar hayat daha pozitif daha masumdu. insan büyüdükçe dertleri, olumsuzluklar, kısaca herşey sen büyüdükçe hayatta olumlu olumsuz herşey seninle birlikte büyür. aşklar, sevdalar, ihaneler beraberinde gelir. peki bunları engelleyebilir miyiz? bazılarını evet bazılarına hayır... hayat karmaşıktır, keşke çocuk olsam da seni tanımasam seni sevmesem... keşke hayalarımız hiç kesişmeseydi iki yabancı gibi olsaydık seninle ama kimisi kader diyor. ama insan bazen kendi kaderini kendisi yazar bazılarınkinide başkaları yazar. keşke çocuk olsaydım da seni tanımasaydım...
hislerime tercümandır.
Bir çocuk Eren.
Adımları küçük..
Hiç durmadan yürüse de geride kalan..
Ara ara koşması gereken,
Yetişememiş bir çocuk..
*. *. *
Bir çocuk Eren.
Elleri küçük..
Yüreğini iki eline sığdıramayan,
Çaydanlığı getirmesi istenildiğinde korkan,
iki eliyle yapışıp yavaş yavaş gelen ve annesine elinden alması için yalvaran bir çocuk..
*. *. *.
Bir çocuk Eren...
Saçlarını uzatan..
Papaz gibi olmakla itham edilmekten bıkmış..
Üç numaradan kaçamamış bir çocuk...
*. *. *.
Bir çocuk Eren...
En sevdiği pahalı kalemi ilk günden kaybolan,
Seneyi başkalarının kaybettiği kalemleri bularak tamamlayan,
Koleksiyon yapmış,
Kalemin arkasındaki silgiyi kullanmayan bir çocuk...
*. *. *.
Bir çocuk Eren.
Kartlar biriktiren..
Çok kartı olunca sevdiği arkadaşlarını ortak yapan,
Ya hep ya hiç oynayan,
Merdivenlere çıkıp aşağıdakilere Kapış yapan bir çocuk...
*. *. *.
Bir çocuk Eren...
Annesinin ilk karın ağrısı..
Kardeşinin biberonunu çalan,
Niçin onada mama verilmediğini merak eden,
Artıktan tiksinmeyi başkalarından öğrenmiş bir çocuk...
*. *. *.
Bir çocuk Eren..
Annesinin adını yıllarca bilmemiş...
Başkaları tarafından Yurdanur'un oğlu denilince annesine sorduğunda tokadı yemiş,
Annesini bile şaşırtan bir çocuk...
*. *. *.
Bir çocuk Eren...
Şu sözü edilen misafir çocuğu...
Bilgisayarı olmamış,
Bilgisayarı olan abilerine yatıştırmak için yollanılmış,
Bilgisayar için birinin başından kalkmasını bekleyen,
Utangaç, isteyemeyen
Oturduğunda yatıya kalan,
Abilerini çıldırtan bir çocuk..
*. *. *.
Bir çocuk Eren
Hala öyle...
Rüyası bitmesin diye tekrar uyumaya çalışan.
Rüyayla karışık hayaller kuran,
Konudan konuya atlayan bir çocuk..
*. *. *.
Hep güler..
Yersiz bir durumda komik şeyi söylememek için kendini üzen,
Üzülmek için içinden "annem ölmüş, babam mapusta, kız kardeşim kötü yola düşmüş" desede "benim kız kardeşim yok ki " deyip gene gülen bir çocuk..
Ağlamaya doydu belki de..
Gözyaşı kurudu..
Ama hala bir çocuk..
Hala seven..
Sevilsede istenmeyen bir çocuk...
Bir çocuk Eren...

Bir çocuk eren...
Hep çocuktu...
Yine çocuk...
Saçları kumral...
Dümdüz...
Ipıl ıpıl parlıyan bir çocuktu...
Yine çocuk...
Uyurken dudaklarının kavuştuğu kenarından, gerdanına doğru uyku suyu akan...
Üzerindeki yeşil battaniyesinin birazı yere doğru uzanan bir çocuktu...
Telaşsız...
Umarsız...
Kirli...
Kuruyunca griye çalan çamurları; suratında, ellerinde, dizlerinde taşıyan bir çocuktu...
Gecenin bir yarısında ateşi çıkan...
Kusan...
Üşüyen...
Anasının baş ucunda sabahladığı bir çocuktu...
Babası işe gidince, ne gereği varsa, ağlayan...
Akşam olup da dönünce mutlu olan...
Yağmur birikintilerinde kağıt kayıklar yüzdürmüş...
Keskince katladığı her bir uçağı yere düşmüş...
Ayağına, paslı olup olmadığı ebeveynleri tarafından merak edilen, çiviler batmış...
Pasın neden önemli olduğunu kavrayamamış...
Kanamış bir çocuktu...
Yine çocuk...
Sigara görünümlü sakızlar çiğnemiş...
En berbat, mikrop dolu pembe gofretleri yemiş...
Leblebi tozu boğazında kalmış...
Niyet çekmiş...
Elvan gazozunu bir dikişte içebilmiş...
Uçan balonu olmuş...
Siyah okul önlüğü giymiş...
Kırmızı Pinokyo bisikletine rahatça binebilecek, geniş sokaklara sahip olmuş,
Bisikletinin kırmızısından utanan bir çocuktu...
Yarısı apartmanlarla, yarısı bahçeli evlerle dolu mahallesi çalınmış...
Çocukluğunun üzerine A, B, C blok diye kategorize edilerek, havuzlu siteler yapılmış bir çocuk...
Üzerinde masmavi gökyüzünün olduğu bir çocuktu...
Peçeteyle, kağıt havluyla değil; elbeziyle ağzı silinmiş...
Anne tarafından iyice bastırılınca daha iyi paklar diye düşünülen elbezi dokusunun ağzını acıttığı bir çocuktu...
Elbezinin sabun tadının hala dudaklarında olduğu bir çocuk...
Yine çocuk...
Anneni mi daha çok seviyorsun, babanı mı?..
Seni bize götürelim, bizim oğlumuz olur musun?..
Ve benzeri aptalca sorularla dimağı yoklanmış...
Misafirliğe gidildiğinde misal muzdan, kendisine düşen adetten daha fazlasını yiyince evde olsa yemez, bir yere gidince hep böyle oluyor ana-baba utancını duymuş...
Ev sahibi kişi bir an için uzaklaştığında kaş göz işaretleriyle uyarılan, yediği muz zehir zıkkım edilmiş bir çocuktu...
Nalbura gidip bilmemkaçnumara boya almış, sonra bir ton açığı olsa iyi olur tespitiyle nalbura bir kez daha gönderilmiş, yolda giderken küfretmiş...
Evde badana yapılırken mutlu olsun diye eline küçük bir fırça verilmiş, onun boyadığı yerler badanacı kişi tarafından umursanmadan tekrar boyanmış...
Bu güvensizliğe anlam verememiş bir çocuktu...
Alışverişi gönderilirken verilen paranın üstüyle kendine istediğin bir şeyi alabilirsin özgürlüğü sunulmuş, eve gelindiğinde illa ki kendine ne aldın merakıyla karşılanmış...
Sen dururken annen mi gitsin ekmek almaya siteminden etkilenip, televizyondaki filmi yarım bırakarak bakkala ekmek almaya gitmiş...
Evin ekmek ihtiyacı hep seyrettiği en güzel filmlere denk düşmüş...
Bakkal ev arasındaki mesafede ekmeğin ucunu ısırarak gıda etmiş bir çocuktu...
Yine çocuk...
Evden çıkarken,Paran var mı? sorusuna "Hayır yok" yerine, seri şekilde "Var var" diyen, tam kapıyı kapatacakken,"Şunu da al bulunsun, lazım olur" baba sıcaklığıyla karşılaşmış bir çocuktu...
Parayı utana sıkıla alırken, paraya bakmıyormuş gibi yapan...
"Valla param var yaaa" sahtekarlığına sığınmakta ısrar eden çulsuz...
içten içe "Ulan anne ne kadar anlayışlısın, sağol be ya" sessizliğinde sevinen bir çocuktu...
Yine çocuk...
***
Bir çocuk eren...
At arabalarının, kamyonetlerin arkasına takılmış...
Arkadaşları tarafından "Abi takılan var, takılan var" diye gammazlanmış...
Minibüslerde, otobüslerde midesi bulanınca annesi tarafından "aklına getirme midenin bulandığını" öğüdüyle yüzleşmiş...
Bu öğüdü ciddiye alıp "Aklıma getirmiycem, getrimiycem işte" diye mücadele etmiş ve bunu başaramamış bir çocuktu...
Depozitolu şişeleri evden çaktırmadan yürütüp bakkala satarak harçlığını çıkarmış...
Ebe tura bir ki üç, yerden yüksek, Japon kale, dokuz aylık... gibi oyunlara doymayan...
Hava kararmadan evde olması gerekmiş bir çocuktu...
Yine çocuk...
Evdeki terliklerin salon, mutfak, banyo, balkon terliği şeklinde ayrılmasına anlam veremeyen...
Balkon terliğiyle odalarda, diğer terliklerle balkonda dolaştığında azarlanmış bir çocuktu...
Yine çocuk...
Banyo yapmayı sevmeyen...
Taşa oturunca gerçekten karnı ağrıyan...
Acıkınca eve şöyle bir uğrayıp ekmeğin arasına domates destekli bir şeyler koydurarak evden bir çırpıda çıkan...
Evden çıkarken ayakkabıların giyilmesi esnasında ekmeği yanından dişleyerek ağzında tutan...
Çıtalı uçurtma yapmayı asla öğrenemediğinden, marangozdan yalvar yakar aldığı çıtaları mahallenin abilerine gözü kapalı teslim eden bir çocuktu...
***
Bir çocuk Eren...
Ağlamaktan utanmayan...
Akşama köfte, patates kızartması yapıldı mı sevinçten deli olan...
Köfteleri, patatesleri yerken yarına kalma ihtimalini düşünen...
Ertesi gün buzdolabını açtığında bir tane olsun köfteye rastlayamayan...
Tek tük kalmış, pörsümüş patateslere tenezzül etmeyen bir çocuktu...
Yine çocuk...
Bütün spor ayakkabılarına"esem spor" denilen...
Ayakkabı bağlamayı geç öğrenmiş...
Kış günlerinde pantolonunun altına zorla külotlu çorap giydirilmiş...
Arabaların şoför tarafındaki camlarından içeriye dikkatlice bakarak "arabanın kaç yaptığını" öğrenmekten keyif alan...
"Kızların içinde kızılcık bebek" küçümseyişini fazlasıyla tatmış bir çocuktu...
Yine çocuk...
***
Bir çocuk Eren...
Düğünlere götürülmüş...
Düğünlerde mahalli sanatçının "anneler babalar çocuklarınızı yanınıza alın" uyarısıyla sahneden alınmış...
Sonra tekrar sahneye fırlamış...
Adını bilmeyenlerin "Küçüüüükkkkkkk... Şişşşştttt küçüüüükkk" seslenişine maruz kalmış bir çocuktu...
Bir çocuk...
Kocaman kocaman sevdaları olan...
Hep en kudretli kendisinin aşık olduğunu sanan, öylesine bir çocuktu...
Yine çocuk...
***
O işte...
O...
Daha ne olsun...
Nasıl söylesek?..
Nasıl anlatsak?..
Pasaklıdır mesela...
Dağınık...
Hep dağınık...
Kendisini dağıtacak sevdaları kolay bulması bundan belki...
Belki bundan iflah olmaz bir gönül adamı...
Dağınık...
Ruhu... Beyni... Mekanı...
Her yeri dağınık... Öyle biri...
Yalancı...
Kendisini kandıracak kadar yalancı...
Hiç bir hayali yok...
Olmadı...
Olmayacak da...
Asabi...
Sabırsız...
Ama en çok da dağınık...
Ruhu... Beyni... Mekanı...
Her yeri dağınık... Öyle biri...
Öylesine yaşıyor...
Öylesine...
Öyle..
Bir çocuk Eren...
Yine çocuk...
Hep çocuk...
Hep...
Herkes kadar çocuk...
Herkes...

Edit: nasıl eksiledin lan hiçmi bunları yaşamadın?
HiçBir şey umrumda olmasa, omzuma binen sorumluluklarımdan kurtulsam, sürekli aklıma takılıp beni üzen şeyler olmasa sadece yaşadığım anı düşünsem gerçekten güzel olurdu.