bugün

kasabanin kuzeyindeki en iyi lahmacun firinina goturulur soguk kopuklu ayran ve lahmacun ismarlanir.
kasabanin en guzel kadiniyla kasabanin kuzeydeki en iyi kofte ekmekciye gidip ustune soguk bir bira icmek.
sigaralarimizi icerken yerde yuvarlanan caliyi izleriz.
atimin arkasina atip kasabanin kuzeyindeki en iyi gozleme ve ayran yapan yere gitmek istedigim kadin.

bilirsin dostum kadinlar ayran gibidir.suyunu fazla koyarsan tadi kacar.
Bi bunu okumadım kahretsin.
bukowski'nin en iyi hikayelerinden.
cass görsel güzelliğe önem vermemeyi bırak, güzel kadın ve yakışıklı erkeklerden nefret eden garip bir karakter.
aynı zamanda kasabanın en güzel kızı. deli-dolu. sonunda intihar etmesi de oldukça dramatik.

"gece üstüme üstüme geliyordu ve yapabileceğim hiç bir şey yoktu."

bir diğer kısa ve başarılı hikayesi için:

(bkz: 15 cm)
sürekli atla gezen ve kasabaya yeni taşınmış olan kovboy şapkalı kızdır. hemen kasabadaki tek yakışıklı olan ve genelde yalnız yaşayan adamı gidip bulurlar. adam mızıka çalıyordur ve ağzından kürdan gibi taşıdığı dal parçası eksik olmaz. adam kızı sevmez hatta dışlar ama sonradan kız adamı bulamazsa bile genelde adam kızı alakasız bir yerde tezek yakarken görür ve ona aşık olur. her türlü buluşurlar yani. kimi zaman samanlıkta, kimi zaman atlarıyla beraber çiftlikte ya da ormanda.
ilginç bir hikaye. ♞
bab-ı esrar dinlerken okununca iyi giden hikaye. charles bukowski'den okuduğum ilk şey.
bukowski'den sevgilerle;

cass, beş kızkardeşinin en küçüğü ve en güzeliydi.kasabanın en güzel kızıydı cass. yarı kızılderili. esnek ve tuhaf bir vücudu vardı, yılanvari ve şehvetli; gözleri ise vücudu ile son derece uyumlu. sıvı halinde akan bir ateşti. girdiği şekle sığmayan bir ruh.uzun, parlak, ipek gibi saçları her hareket ettiğinde sağa sola dalgalanıyordu. ya çok neşeliydi ya da hüzünlü. arası yoktu cass'ta. onun için deli diyenler vardı. içi ölmüş olanlar. onlar anlayamazlardı. erkeklerin umurunda değildi deli olup olmadığı. bir seks makinesiydi cass onların gözünde. cass onlarla dans eder, flört eder, ama bir iki istisna dışında iş yatmaya gelince bir yolunu bulup başından savardı.

kızkardeşleri onu güzelliğinden yararlanmamakla, aklını yeterince kullanmamakla suçlarlardı. oysa hem akıl vardı cass'ta hem de ruh. resim yapar, dans eder, şarkı söyler, alçıdan heykelcikler yapar, birileri ruhen ya da bedenen incindiğinde içinde duyardı acılarını. pratik bir zekası yoktu işte, farklı çalışırdı beyni. kızkardeşleri önce onu kendi sevgililerini cezbettiği için kıskanırlar, sonra da sevgililerinden yararlanmadığı için kızarlardı. çirkin erkeklere müşfik davranır, yakışıklı erkeklerden iğrenirdi. "hayat yok onlarda." derdi."mükemmel kulaklarından ve burunlarından başka bir bok düşünmezler. yüzeyseldirler. içleri yoktur..."

deliliğe yakın bir mizacı vardı, mizacına delilik diyenler de.
babası alkolden ölmüş, annesi başkası ile kaçıp kızları kaderlerine terketmişti. kızlar önce bir akrabalarının yanına sığınmış, akraba da onları bir manastıra yerleştirmişti. manastır berbat bir yerdi. özellikle cass için. diğer kızlar onu kıskanmış, kızların hemen hepsi ile dövüşmüştü. sol kolu baştan aşağı jilet izleri ile kaplıydı. sol yanağında da bir iz vardı, ama bu onu daha da güzelleştiriyordu.
manastırdan ayrıldığının ertesi günü batı yakası barı'nda tanıdım onu. en küçükleri olduğu için kızkardeşlerinden sonra ayrılmıştı manastırdan. tek kelime etmeden gelip yanıma oturdu. kasabanın en çirkin adamıydım; bu yüzden seçmişti beni belki de.

"içki?" diye sordum.
"tabii, neden olmasın?"
kayda değer fazla bir şey yoktu konuşmalarımızda. öyle bir havası vardı cass'ın. beni seçmişti, o kadar basitti onun için. rahattı. içkiyi seviyor, fazlaca içiyordu. yaşı tutmadığı halde bara girmeyi başarmıştı. sahte bir kimliği vardı belki de, bilmiyorum. her neyse, her tuvaletten dönüp yanıma oturduğunda erkeklik gururum kabarıyordu. sadece kasabanın değil, ömrümde gördüğüm en güzel kadınlardan biriydi. kolumu beline dolayıp öptüm onu.
"güzel buluyor musun beni?" diye sordu.
"evet, ama başka bir şey var sende...görünümünle ilgili değil."
"insanlar beni güzel olmakla suçluyorlar, gerçekten güzel miyim sence?"
"güzel sözcüğü yeterli değil."
cass elini çantasına soktu. mendilini alacağını sandım. uzun bir saç iğnesi çıkardı. davranmama fırsat tanımadan iğneyi yandan burnuna geçirdi, burun deliğinin hemen üstünden. korku ile karışık bir bulantı hissettim. bana bakıp güldü.
"hala güzel buluyormusun beni?"
iğneyi çekip mendilimi kanayan burnuna tuttum. barmen ve çevredekiler yediği haltı görmüşlerdi. barmen yanımıza geldi.
"bana bak," dedi cass'a, "bir daha sapıtırsan kendini dışarda bulursun. senin oyunlarına ihtiyacımız yok!"
"siktir git,lan!" dedi cass.
"ona hakim ol," dedi barmen bana.
"sorun yok," dedim.
"burun benim, ne istersem yaparım burnuma," dedi cass.
"yapma," dedim. "canım yandı."
"ben burnuma iğne sokunca senin canın mı yanıyor?"
"evet. gerçekten."
"peki, bir daha yapmam. neşelen biraz."
öptü beni gülerek. bir eliyle de mendili burnuna bastırıyordu. bar kapanınca kaldığım eve gittik.

bira içip sohbet ettik. sıcak ve sevecen olduğunu işte o zaman sezmeye başladım. farkında olmaksızın sunuyordu kendini. yine de bazen vahşi, tutarsız bir tavır takınıyordu. schitzi. harikulade, ruhani, kutsal bir schitzi'ydi. deyyusun biri günün birinde sonsuza dek mahvedecekti onu. ben olmam inşallah, diye geçirdim içimden.
yatağa girdik. işığı söndürdükten sonra, "şimdi mi istersin, yoksa sabah mı ?" diye sordu.
"sabah," dedim ve sırtımı döndüm.
sabah kalkıp kahve yaptım, yatağa getirdim.

güldü. "geceyi pas geçen ilk erkeksin," dedi.
"boş ver," dedim. "hiç olmasa da olur."
"hayır," dedi. "istiyorum. bekle, biraz tazeleneyim."
banyoya girdi cass. kısa bir süre sonra döndüğünde soluğumu kesti; uzun siyah saçları, ağzı, gözleri, her yeri pırıl pırıldı...rahat bir tavırla sergiledi vücudunu, iyi bir şeyi sergiler gibi. yatağa girdi.
"hadi gel, sevgilim."
yanına uzandım.
kendini vererek ama telaşsız öpüşüyordu. ellerimi teninde, saçlarında gezdirdim. birleştik. sıcak ve dardı. sevişmeyi uzatmak için ağır bir tempo tutturdum. gözlerimin içine bakıyordu.
"adın ne?" diye sordum.
"ne fark eder?" dedi.
güldüm ve devam ettim. giyindikten sonra onu arabamla barın kapısına bıraktım, ama zordu onu unutmak. işsizdim o sıralar, öğlen ikide uyandım, sonra kalkıp gazeteyi okudum. elinde kocaman bir incir yaprağı ile geldiğinde küvete gömülmüştüm.
"biliyordum küvette olacağını," dedi, "bu yüzden şeyini örtmen için incir yaprağı getirdim sana."
yaprağı suyun üstüne bıraktı.
"nereden bildin küvette olacağımı?"
"ben bilirim."
her gün ben küvetteyken geliyordu. değişik saatlerde banyo yapmama rağmen. yaprağı da unutmuyordu. sonra sevişiyorduk.
birkaç kez telefon etti. bir gece sarhoşluktan ve çevreye rahatsızlık vermekten tutuklandı, kefaletini ödeyip onu çıkarmak zorunda kaldım.
"orospu çocukları," dedi "birkaç içki ısmarladıkları için donuna girebileceklerini sanıyorlar."
"sana içki ısmarlamalarına izin verdiğin an başına belayı sarıyorsun."
"sadece vücudumla değil, benimle de ilgilendiklerini sanıyorum.
"ben seninle ve vücudunla ilgileniyorum. vücudunu aşıp seni keşfedecek erkeklerin sayısının çok olduğunu sanmıyorum ama."
altı ay uzak kaldım kentten, eyalet eyalet dolaşıp aylaklık ettikten sonra döndüm. gitmeden önce cass'la tartışmıştık gerçi, ama ayaklarım karıncalanmaya başlamıştı zaten, hem döndüğümde onu bulamayacağımdan emindim. batı yakası'na girip bir içki söyledim, yarım saat sonra içeri girip yanıma oturdu.
"döndün demek, it?"
bir içki söyledim ona. boynuna kadar kapalı bir elbise vardı üstünde. böyle giyindiğine tanık olmamıştım daha önce. gözlerinin altına başları camdan iki toplu iğne saplamıştı. sadece başları görünüyordu toplu iğnelerin.
"allah seni kahretsin!" dedim, "hala güzelliğine zarar vermeye çalışıyorsun."
"yok canım, moda bu," dedi.
"delisin."
"özledim seni," dedi.
"başkası var mı?"
"hayır, sadece sen. çalışıyorum ama. ücretim on dolar. sana bedava."
"çıkar şu toplu iğneleri."
"hayır, çok moda."
"üzüyorsun beni."
"emin misin?"
"lanet olsun, eminim."
toplu iğneleri gözlerinin altından yavaşça çekip çantasına soktu.
"güzelliğinle neden uğraşıyorsun? kabullensene?"
"başka bir şey gördükleri yok da ondan. bir bok değil güzellik. uçar gider. çirkin olduğun için talihlisin. biri seninle ilgilendiğinde başka bir şey için olmadığını biliyorsun."
"pekala," dedim. "talihliyim."
"çirkin olduğunu ima etmek istemedim. başkaları için çirkin olabilirsin. harikulade bir yüzün var aslında."
"teşekkür ederim."
birer içki daha içtik.
"neler yapıyorsun?" diye sordu.
"hiç. bir bok yapmak gelmiyor içimden. istek duymuyorum."
"ben de. kadın olsaydın kendini satardın."
"bir sürü yabancı ile o denli yakın ilişki içinde olmak istemezdim. yılardım."
"haklısın. yıldırıcı, her şey çok yıldırıcı."
birlikte çıktık bardan. sokakta yanımızdan geçenler cass'a bakıyorlardı. hala çok güzeldi, her zamankinden daha güzel belki de.

evime gittik. bir şişe şarap açıp sohbet ettik. o anlattı ben dinledim, sonra ben anlattım. akıcı ve rahat bir sohbet. kendi sırlarımızı yaratıyorduk. iyi bir sır yakaladığımızda o eşsiz gülümseme beliriyordu yüzünde. sadece o gülebilirdi öyle. alev coşkusu. konuşurken zaman zaman birbirimize sokulup gülüşüyorduk. o gece arzulanıp yatağa girdik. elbisesini çıkardığında boynundaki o korkunç yarayı gördüm. geniş ve uzundu.
"allah senin belanı versin kadın!" diye bağırdım yataktan. "allah canını alsın, ne yaptın?"
"bir gece kırık şişe ile denedim. beni beğenmiyor musun artık? beni güzel bulmuyor musun?"
yatağa çekip öptüm onu. beni ittikten sonra güldü. "bazı müşteriler on doları verdikten sonra yarayı görüp vazgeçiyorlar. onluk ben de kalıyor. matrak değil mi?"
"evet,çok matrak," dedim, "gülmekten kırılacağım... cass, deli kancık, seviyorum seni...kendine zarar vermekten vazgeç; hayatımda senin kadar hayat dolu bir kadın tanımadım."
yine öpüştük. sessizce ağlıyordu. gözyaşlarını duydum. siyah saçları ölüm bayrağı gibi yayılmıştı yatağa. ağır, duygulu, güzel bir sevişme tutturduk.
sabah cass kalkıp kahvaltı hazırladı. huzurlu, mutlu görünüyordu. bir şarkı mırıldandı. yatakta kalıp onu seyrettim. sonra gelip beni sarstı. "kalk artık, domuz! yüzüne ve çüküne soğuk su serp, sonra da kahvaltıya gel."
sahile götürdüm onu o gün. yaz henüz yeni başlamıştı, hafta sonuydu, tenhaydı sahil. harikuladeydi. berduşlar paçavraları ile kuma uzanmışlardı. bazıları taş banklara oturmuş şişeyi paylaşıyorlardı. martılar telaşsız ve aptal uçuşlarındaydılar. yetmişlik-seksenlik karılar kocaları öldükten sonra kendilerine kalacak evleri satıp satmamayı tartışıyorlardı. her şeye rağmen huzur vardı havada. denize doğru yürüdük. çok az konuşarak. mutluyduk birlikte. iki sandviç, biraz cips ve içecek bir şeyler aldım. kuma uzanıp atıştırdık. birbirimize sarılıp uyuduk bir süre. sevişmekten bile güzeldi sanki. gerilimsiz bir birlikte akış. uyandıktan bir süre sonra eve döndük. yemek pişirdim. yemekten sonra birlikte oturmayı teklif ettim. bir şey söylemeden uzun uzun baktı bana. sonra yumuşak bir sesle "olmaz," dedi. onu bara bıraktım, çıkmadan önce eline bir içki tutuşturdum. bir ambalaj fabrikasında iş buldum.hafta öyle geçti. dışarı çıkamayacak kadar yorgun oluyordum, ama cuma gecesi batı yakası'na gittim. oturup cass'ı bekledim. saatler geçti. barmen yanıma geldiğinde sarhoş olmak üzereydim. "kız arkadaşın için üzüldüm," dedi.
"neden?"
"özür dilerim. haberin yok mu?"
"intihar. dün gömdüler."
"gömdüler mi?" her an kapıdan girecekmiş gibi bir his vardı içimde. inanamıyordum.
"kızkardeşleri kaldırdı cenazesini."
"nasıl?"
"gırtlağını kesmiş."
"anlıyorum. içkimi tazele."

kapanış saatine kadar içtim. cass. beş kızkardeşinin en güzeli. kasabanın en güzel kızı. arabayı eve sürerken düşünüyordum. "hayır," dediğinde üstelemeliydim. istemişti beni, şüphe yoktu. tembel, ilgisiz, bencilce davranmıştım. ikimizin de ölümünü haketmiştim. köpeğin tekiydim. hayır, köpeklerin ne günahı vardı? evde bir şişe şarap buldum, içtim. cass, kasaanın en güzel kızı yirmisinde öldü.
dışarda götün teki klaksonuna basıp duruyordu. israrla. şişeyi fırlatıp avazım çıktığı kadar bağırdım. "allahin cezasi orospu çocuğu! kes artik!"
gece üstüme üstüme geliyordu ve yapabileceğim hiç bir şey yoktu.
kasabanın en güzel kasabanın en güzel kasabanın en güzel kasabanın en güzel kasabanın en güzel kasabanın en güzel kasabanın en güzel kasabanın en güzel kasaaaaaaaaaaaaabanın eeeen güzeeel kızıykeeeeen der cemiyette pişiyorum çok da güzel der.
kanımca en iyi cemiyette pişiyorum şarkısıdır. nakaratı bitirir.
charles bukowski'nin kadını seks makinası diye adlandırdığı, cinsiyetçi ama bir o kadar da güzel hikayesi..
cass'tı adı... "sıvı halinde akan bir ateşti o. girdiği şekle sığmayan bir ruh..."

ondan sonra onu anlatabilecek sözler yaratılmadı. işte bu yüzden eksik kaldı tanımı.. fakat ben nerde ona yakışan bir çift göz görsem bir çif dudak ya da, bir el, bir yeşil, bir sarı,, aldım ona tamamladım hemen!!

- üstelik çok da sevecendi barda oturan yaşlı, çirkin adama karşı...
- siktir!!.
red kite'e vermek istese de düldül'le rekabet edemez. kasabanın şerife yavşar.
''çirkin olduğun için talihlisin, birisi sana baktığında başka bi anlam taşımadığını biliyosun en azından.'' der.
mızıka bir şarkıya bu kadar mı yakışır şarkısı. cümle çok s..k oldu idare edin.
bir de evet hakikaten de o kitapla bir alakası varmış şarkının.
(bkz: köyün en güzel kızının kızı) *
klasik olarak, kasabanın yakışıklısıyla aşk yaşayıp, kasabanın varlıklı ailesinin oğluyla evlenecek kızdır.
Babamın büyük bir charles bukowski hayranı olmasının en önemli nedeni. benim ise ilk okuduğumda lan adama bak yatak hikayelerini anlatıyor dediğim daha sonra çok sevdiğim bir hikaye. ''cass, kasabanın en güzel kızı yirmisinde ölmüştü. dışarıda biri otomobilin kornasına basıyordu. ısrarla. şişeyi fırlatıp bağırdım. 'allahın belası o.ospu çocuğu. kes sesini!' '' diye biter.
amerikan filmlerinde genelde julıa roberts dır. kasabanın en güzel kızıdır ve tüm kasaba ona hayrandır fakaaaaat taaa ki rıchard gelene kadar.

(bkz: runaway brıde)
2000 yılında Açık Radyo'nun duyurduğu 'Amma Hikaye' programında Bukowski'nin
'Kasabanın En Güzel Kızı' adlı hikayesi okunmuş ve radyo bu sebeple 15 gün
sessizliğe mahkum edilmişti. Radyonun karara itirazı önce kabul edildi ama
aylar sonra kararı durdurma kararını durdurma kararı alınınca 15 gün sustu radyo.
Dava devam ediyor.*
bir cemiyette pişiyorum şarkısıdır. sözleri şöyledir;

gece,
ay akarken, parça parça
kasabanın en güzel kızı olmak
istemezdi
istemedi

kasabanın en güzel kızıyken
küsmek istersen
küsmek istersen...
http://www.arizalilarkulubu.com/kasabanin.htm
adresinden okunabilecek güzel bir hikayedir. kitaba adını vermiş hikaye; cass adında bir kızın öyküsünü anlatmaktadır. okunabilecek en güzel bukowski hikayesidir. kitabın ilk basımı 1992' de son basımı 1999' da yapılmıştır. cümle örgüsü sağlam bir kitaptır ancak türkçe çevirisinde yer yer hatalar bulunmaktadır. olsundur. bu kadar hata kadı kızında da olurdur.
(bkz: charles bukowski)
(bkz: kadınlar)
(bkz: bana aşkını getir)
(bkz: günler tepelerden aşağı koşan vahşi atlar misali)