bugün

Eğer karakter sınırlaması olmasaydı: "misafir gidince bardakta kalan çayların dibini içen kadın" olacaktı başlık.
Not: isimler sahtedir.

Tanım: bana göre heyecan arayışı, freud'a göre ise tamamen babasına karşı olan cinsel dürtülerinin sebebidir.

Sizd burada sosyolojik, antropolojik veya politik bir tespit yapmayacağım. Görüleni, duyulanı anlatacağım.

O sıralar sanırım 9 yaşındayım. Lojmanda büyümüş olmanın verdiği rahatlıkla, annemle birlikte gittiği evlerde akranlarımın da bulunduğu, kadınların altın günü adı altında kısıt partilerine katılıyordum.

Mahallemizin sümüklü veledi, pis ve haylaz çocuğu serdarların evindeyiz. Mevzu kesinlikle serdar değil, annesi hülya teyze. Annem beni nedense çay sevmediğimd inandırıyordu. Misafirliklerde evin teyzesi "oğlum çay içer misin sen de?" Diye sorunca ben cevap vermeden annem atlardı: "yok yok içmez, sevmez çay o" bu bende basıl bir etki bıraktıysa hala çay sevmediğime inanıyorum. E o zamanlar her evde meyvesuyu vs bulunmuyor. Çay bir yana bana kahve teklif edilince annemin gözlerinden ateşler çıkardı. Ama günde en az 6-7 bardak kahve içerim şu an. Artık ateş saçmıyor...

Hülya teyzenin çay teklifi annem tarafından reddedilince haliyle açık, paşa çayı içen arkadaşlarımla yere serilmiş sofra bezi üzerinde poğoça kemiriyordum. Nedense kimsenin yaptığı, anneminkiler kadar güzel olmuyordu. Hala da öyledir...

Çocuklar çay içerken ben şerbet denen sıcak şekerli su içiyordum. Çocukluk haliyle içimden bir özenme, kıskançlık bulutu sağanak yağışlarını gönlüme düşürmeye başladı. Biz diğer odadaydık ve kapı mutfağ bakıyordu. Annemin sözünü dinlemeyip çay içmeye karar verdim. hülya teyzeyi bekliyordum mutfağ gelsin de, biten çayları doldursun. Çok geç olmadan hülya teyze elinde tepsiyle boş bardakları mutfağa götürüyordu. Şerbetimi fondipleyip bardağımla peşinden gitmeye karar verdim. Ama o da neydi? Hülya teyze garson gibi tepsiyi tek elinde tutuyor, giderken de diğer eliyle bardakları başında dikip çaylaın diplerini lıkır lıkır içiyor. Elimde bardakla, elindeki okaliptus yaprağı alınmış koala şaşkınlığıyla olayı kavramaya çalıştım. Beynimde şimşekler çakıyordu. Hülya teyze sanırım serdar'dan ötürü bana hep pis bir kadın gibi görünüyordu. Ya da tuvaletinden gelen ağır amonyak kokusu buna sebep oluyordu bilemiyorum. Ama şunu o an anladım ki; serdar'ın pis olma sebebi büyük ihtimal bu kadın. Sonra başka bir soru belirdi aklımda: "acaba bu işin olması gerektiği şekil bu muydu? Yani misafirlerin çay dipleri içilir, yerine yenisi mi doldurulur? Ama hayır. Annemden böyle birşey görmeniştim. Belki annem bana bu yüzden çay içirmiyor olabilir miydi? Ama öyle olsa kendisi niye içiyordu?" Deli sorular bitmek tükenmek bilmiyordu. Şimşek gibi sorular beynimde çakarken, hülya teyze önde, ben arkada mutfağa vardık. "Iıı şey" diyebildim ve tepsiyi bırakıp bana baktı "ne istiyorsun çocuğum?" Dedi. Ne isteyebilirdim ki artık?

Sesi götüne kaçmış bir şekilde: "çay alcam ama dibini içmiştim ben" dedim. Kadın panikledi bişeyler oldu apar topar bana viski gibi sert, ağababa sivaslı çayı doldurdu. O an kendimi büyük hissettim. Çayımızı içtik, serdar'ın avuç içi ayası kadar donuna çişini yapması suretiyle hülya çocuğa girişti, ortalık karıştı biz evlere dağıldık.

Mevzuyu anneme anlattığımda bu dedikodunun kadınlar arasında döndüğünü anlattı. Hemen telefona sarılıp dedikoduy başladı sanırım. Ben o sırada serdarlarla birlikte pis işler peşinde koşmak için sokağ çıkmıştım.

işin komik tarafı bunun birçok insan trafından yapıldığını büyüyünce öğrendim. Acaba literatüre hastalık olarak girdi mi bu durum?

Serdar şu an evli. Astsubay falan oldu diyorlar ama inanmak istemiyorum. Koskoca orduda serdar gibilerin be işi olabilir ki?
Fakirdir.
Kesinlikle bir prensese yakismayan hareketlerdir. Ay sinirlendim tacim sallandi valla, acmayin soyle basliklar kuzum.
Bence bardağın dibinde çay bırakan insanlardan daha fazla rahatsız değildir. Nasıl bir rahatsızlıktır bu ya ? Dipte kalan çay değil mi ? Hele ki dindar geçinen kısımın
Yapması ayrı bir ironi.