bugün

rus yönetmen Andrei Zvyagintsev'in ikinci filmi. sürgün anlamına gelmektedir. aşağıdaki yazı oldukça uzun bir kritik olup, filmi izleyenler için bile ağır spoiler içermektedir.
--spoiler--
filmin isminin sürgün olması oldukça ironik. sebebi anlaşılmayan bir şekilde ıssız kırsallara sürgün edilen bu aile sadece şehirden değil, birbirlerinden de uzaklarda sürgündedir çünkü. yan yana otururken bile kilometrelerce uzaklardadır her birey birbirinden.

teknik açıdan incelenildiğinde;
görüntüler tek bir el kamerasıyla çekilmiş izlenimi verilmeye çalışılmış.
ve aşırı gerçekçi bu yüzden rahatsız edici bir film. mesela üstü açık arabada giderken arabanın ön tarafında oturan biri çekmiş gibi kamera titriyor seyirci de o arabadaymış gibi oluyor.

sonra kamera kaydırılmış sürekli ,daha gerçekçi olsun diye bir sahneden diğerine geçerken alanı görme açımız korunmuş. bu da tek bir kameraman elinde kamerasıyla oradan oraya yürümüş, o sırada çekim durdurulmuş ve kameraman yerini alınca yeniden başlatılmış gibi. hani daha amatörce ve daha düşük bütçeli gibi dursun diye özellikle uğraşılmış.

evin içinin sürekli birkaç pencere ardından çekilmesi de kendinizi bir ailenin doğal yaşamını gözetleyen bir röntgenci gibi hissetmenizi sağlıyor.

mekanlar yalnızlık hissini çoğaltsın diye bomboş seçilmiş
hiç bir toplu kullanım alanı veya eğlence mekanı kullanılmamış. hep bomboş bozkırlar.
ölü gibi insanları ve yalın bir yalnızlık hissini vurgulayan sahneler seçilmiş.

ve mekanla zaman duygusu azaltılmış. ailenin komşularının evinin bile ne yönde olduğunu kestirmemiz zor.
veya filmin kaçlı yıllarda geçtiğini anlamak zorlaştırılmış.olay çevreden soyutlanıp direk karakterlere odaklanmış.

önceden kuruduğu söylenen ama filmin sonlarında şırıl şırıl aktığını bütün ovayı suya buladığını gördüğümüz küçük dere ve şarkı söyleyen tarla ırgatları baş kahramanımız alex'in yaralarının iyileşmesine ve hayatın devam ettiğine bir canlanmaya işaret etmek istese de filmin genel dram havasıyla bağlantı kurulamayıp havada kalmış.

2,5 saat süren her film gibi gereksiz uzatıldığı düşünülse ve sıkılmamak sabır gerektirse de sizden çaldığı saatlerin hakkını veren bir film.

birtakım zekice detaylar var.
1)
filmin başında ve sonunda araba bir yolda gidiyor ve o yolun ilerisinde iki iniş 3 yokuş var. en sonuncusu en uzun olan yokuş.
filmin sonunda aynı yolu tersten görüyoruz araba ters istikamette gidince bu kez yine 2 iniş 3 çıkış görüyoruz ve yine bize en uzak kalan yokuş en uzunu. oysa en başta biz burayı iniş olarak görmüştük ve arabadan tamamı görünmediği için kısalığını uzunluğunu kestirememiştik. oysa aynı yolu ters istikametten bir kez daha görünce simetrik bir şekilde bir çukura inildiğini bir ufak tepe daha aşıldığını ve aynı uzunlukta bir yoldan yeniden çıkıldığını görüyoruz.
peki buna neden bu kadar takıldım? çünkü bu iniş çıkışlar filmin gidişatı ve senaryosuyla paralel. senaryoyu baştan sona izleyince de üzücü veya sevindirici olması gereken olaylar anlatılış tarzına göre simetrik gidiyor.
mesela kadının bu çocuk senin değil demesi başta üzücü kırıcı agresifçe tepki verilen bir olayken sonra anlıyoruz ki kadın aslında 3. çocuklarına hamile ama kendisi kocasına yabancılaşmaktan ötürü mutsuz oysa verdiği haber normal şartlar altında sevindirici bir haber. yani çıkışlarla inişler filmin başından ve sonundan bakıldığında yer değiştiriyor.

2)
film kendisinden spoilerlı. o olaylar olmadan önce olup bitene dair ufak ipuçları veriliyor. bu da gerçekçiliği arttırıyor. gerçek hayatta da birisi bize bir şeyi söylemeden önce çoğunlukla davranışlarından bu durumu sezebiliyoruz.
mesela küçük kızın kendisine tavşancık denilmesini istememesi gibi basit bir olayın akabininde veranın ağlaması hemen duygusal bir döneminde olduğunu anlamamızı sağlıyor. ve bu sahneyle, akşam verandaya çıkıp sandalyeye oturduğunda elbisenin altında bacaklarını iki yana açarak rahat edecek şekilde oturduğu sahneyi birleştirince hamile olduğunu direk anlayabiliyoruz.

3)
ailenin birbirine yabancı ve soğuk insanlar olması filmdeki manzaraların boşluğu ve gri gökyüzüyle bile destekleniyor. herkesin duygusallığını hissedebiliyorsun. ama kimse birbirine çaktırmıyor. küçük kız hariç.
o henüz bu ortama adapte olamamış ve sevindiğinde üzüldüğünde annesine veya babasına bunu aktarıyor. oysa karı koca arasında kilometrelerce mesafe var. yan yana olduklarında bile.
herkes sakin ve robotsu davranıyor.
ölü gibi insanlar bunlar. aile içi iletişimsizlik diz boyu. aslında günümüz aileleriyle kıyaslanınca beraber epey vakit geçiren harika bir aile gibi görünüyor ama dediğim gibi yan yana durdukları anlarda pek bir şey paylaşmıyorlar o mesafeli tavırları soğukluğu seyirci hissedebiliyor.

gelelim senaryoya ve olanlara.

hani aldatan kadın hep kocam ilgisizdi diye bahane eder ya. bu filmin yarısına kadar hep böyle düşünüp kadının kocası biraz soğuk davrandı diye bahane edip robertla birlikte olduğunu sandım. zaten böyle düşünmememiz istenmiş.
bakış açımız hep tek taraflı oldu ilk yarıda.
adamın her ne kadar sert mizaçlı olsa da merhametli davrandığını sakin ve soğuk ama en azından insancıl olduğunu düşündük.
kararsızlığına öldürsem mi affetsem mi ikileminde kalmasına üzüldük.
sonra bir güzel ters köşe edildik.
o tarz bir kelime oyununu, 'bu çocuk senin değil' lafının 'çocukları ve beni eşyalar gibi sahipleniyor ama bu çocuk bizim değil.
biz ona sahip değiliz' şeklinde düzeltilebileceğini hiç düşünmezdim. açıkçası burada biraz film bilmediğim bir dilde olduğundan altyazının azizliğine uğramış da olabilirim. çünkü vera çocuktan ilk bahsettiğinde altyazıda o cümle 'bu çocuk senden değil.' olarak görünüyordu. eminim rusçada senin değil veya bizim değil dediğinde sonradan öğrendiğimiz o 'çocuğu sahiplenip kendisi gibi yetiştirmemesi gerek ' cümlesine bağlanabilir ama türkçe düşününce bu kelime oyunu biraz kafa karıştırıcı oluyor.

buradaki cümle ve bunu öğrendiğinde alexin hiç bir şey sormadan çekip gitmesi, karısıyla her zamanki gibi iletişim kurmaktan çekinip yanlış anlaması bütün gidişatı etkileyen bir kırılma noktası.

-seninle konuşmamız gerek.
-ama ben senle konuşmaya korkuyorum.
-ben de korkuyorum fakat konuşmamız gerek.

işte bu diyalog filmi özetliyor.birbirleriyle muhabbet edemeyen bir şekilde diyalog kuramayan çiftin dramı. ruh hallerini bile birbirlerine anlatamıyorlar sadece 'korkuyorum' diye geçiştirilmiş. oysa korkuyor musun? çekiniyor musun? kendini ifade edemediğin için yanlış mı anlaşılıyorsun? bunların bir açıklığa kavuşturulması gerekirken. alexin yine verayı dinlememesi 'sen hep yabancıydın' cümlesine yine ne zırvalıyosun şeklinde tepki gösterip dinlemeden susturması zaten bunlardan adam olmaz hiç değişmeyecekler dememe sebep oldu.

işin en ilginç yanı bu luzey komşumuz olan milleti bize çok uzak bir kültürün ürünü zannetsek de,
ataerkilliği, pasif ve hizaya getirilmiş bir karakterin sadece üstüne biçilen rolü oynamasını, kendisine ait belirgin bir karakteri başarıları olmayan sadece çocukları üzerinden övgü toplaması beklenen annelik rolünü üstlenmiş kadının çırpınışları aynı bizdeki gibi.

kişilerin zaman geçtikçe hem toplumsal normlara ayak uydurup hem kendileri olarak var olmaya çabalayan en büyük buhranları kendi kendileriyle olan karakterler olması aynı bizdeki gibi.

doğu toplumlarında görülen , bireyleri köşeye sıkıştırıp ahlak yargılarını benimsetmiş toplumsalcılığın aslında kişileri daha sosyal ve aktif değil daha edilgen kılması ve yalnızlaştırması olayına bu filmde de şahit oluyoruz.izlerken kendi çevresindeki ailelerden birini değil de rus bir aileyi betimlediğine inanası gelmiyor insanın.

kadın erkek ilişkileri ve iletişim hataları bire bir bizdeki gibi.

zaten fazla da konuşmayan bir kadın var orada içine kapanık, kendisiyle çatışan hayatından memnun olmayan. ama arasıra ağzını açtığında da sanki saatlerce dırdır etmiş gibi susturuluyor .
sonra yaşadığı buhran ve yabancılaşma, sadece çocukları için var olmaya dönüşüyor. her anne gibi intihar etmek için bir sebep olmasa da intihar etmemek için tek sebebi çocuklar.
ve oğlu kir'in de kocası gibi olacağı gerçeği onu üzüyor.

çocukların birlikte kaldıkları gece incilden okudukları sevgiye dair sözler sanırım filmde anlatılmak istenen her şeyin özeti.

insanın ne ile mutlu ne ile mutsuz olduğuna, kendi kendisini yargılamasına, iyi ve kötü kavramlarının evrensel mi kişisel mi olduğuna cevap aranmış.
arabada alex ile mark arasında geçen diyalogta duyduğumuz 'affetmek istiyorsan affet çünkü doğru olan bu. öldürmek istiyorsan öldür . çünkü doğru olan bu.' cümlesine bakılırsa doğru olan yanlış olan ; insanı iyi veya kötü yapan ahlak yargıları tamamen bireysel.
sen kendi kendinle çelişmiyorsan sorun yok.
'evlatlarım ölmedi sadece onların var olmadığı fikrine kendimi alıştırdım.' buyrunuz en somut doğru veya yanlışlar bile sizin onları kabullenip kabullenmemenize göre değişiyor. yani hem bilgi felsefesinin hem ahlak felsefesinin sorularına bireysel varoluşçu bir bakış açısıyla cevap verilmiş.

film en son yarım saatinde anlatılan ikinci bakış açısının gereksiz olduğu eleştirisini alır çoğu zaman.
bu durum da aslında seyirciye bağlı olan subjektif bir şey.
eğer ki seyirci bir olay olup bittikten sonra kimin haklı kimin haksız neyin doğru neyin yanlış olduğunun önemi olmadığını geçmişe dair doğruların bir öneminin kalmadığını düşünüp hayata 'olan oldu biten bitti siz neyin davasını görüyosunuz hala?' şeklinde yaklaşıyorsa son yarım saat gereksiz bir flashbackler sürüsü gibi görünüyor.

seyirci yiğit ölmüş olsa bile hakkının verilmesini isteyen ve geçmişe ait gizlerin bilinmesinin kişinin tepkisini ve doğal olarak geleceği şekillendirdiğini düşünüyorsa bu kez filmin vera'nın gözünden anlatılan o son yarım saati bu seyirci için filmin olmazsa olmazı en can alıcı noktası oluyor.

bu filme en uygun olduğunu düşündüğüm soundtrackse metallica'nın unforgiven'ı olurdu.
önce kendi kafana hapsedilirsin toplum tarafından, sonra iş işten geçene kadar sana o odanın anahtarı verilmez kendi duvarlarının ardından çıkman için.

hayatta nereye gidersen git kendi kendini beraberinde götürürsün ve kafanın içindekiler değişmez. farklı şehir ve makanlarda tek değişen manzaradır. geçmişine ve kendi benliğine dönüp bir baktığında sana kalan iki seçenek vardır:
kendini affetmek veya
affedemeyip kavganı sürdürmek bir gün mutlu olacağın sanrısıyla dış etkenleri değiştirmeye çalışmak.

oysa filmimiz zaman mekan gibi dış etkenlerden bağımsız olarak sadece karakterleri sorgulayan ve bireyleri ön plana çıkaran bir film olduğundan zaten yönetmenin bu soruya hangi şıkkı işaretleyerek bakmamızı istediği ortada.

--spoiler--
--spoiler--
bence film çok uzun çekilmiş, gerçi görüntülere diyecek bir
şey yok aslında. benim için hikayelerden çok ortamların bana
verdiği duygular daha ağır basıyor. zamanından kazakistan'da
çalışmıştım. aynı bu filmdeki gibiydi ortam, tabiat ve insanlar.
çok soğuktular. bana bu film oraları anımsattı. her yer alabiliğince
düz ve bozkırdı. insan yoğunluğu çok azdı.

genel anlamda filmerdeki fotoğraf gibi görüntüleri beğenmemden
dolayı bu film de o açıdan oldukça tatmin ediciydi. belki de
insanları çok sevmiyor olmamdan dolayı az insanların olduğu
bol doğa temalı görüntüler ilgimi çekti. verdiği yalınlık ve yanlızlık
hissi benim sevdiğim bir şey. ışık iyi kullanılmıştı.

filmin son 30 dakikasını çok beğenmedim. evin anlamsızlaştığı
andan itibaren beni çok çekmedi.

aynı kopuk yaşamı ben de anne babamdan gördüm, sonuçta boşandılar zaten.

sonuçta kafamda o 2 cümleyi bırakan film oldu işte.

öldürmek istiyorsan öldür, affetmek istiyorsan affet.trajedi işte, yaşamımdan
ve insanların yaşamlarından bir slogan.
--spoiler--
andrei zvyagintsev'in, Tarkovsky'nin yolundan gittiğini kanıtlayan filmlerden.

--spoiler--

"insanların ve meleklerin diliyle konuşsam
ama sevgim olmasa
çalan bir gong veya çınlayan bir zilden hiçbir farkım kalmaz.
kehanet yeteneğim olsa, bütün sırları ve bilgileri çözebilsem;
hatta dağları yerinden oynatacak kadar büyük bir inancım bile olsa…
ama sevgim olmasa, ben bir hiçim.
varımı yoğumu sadaka olarak dağıtsam,
bedenimi yakılmak üzere feda etsem…
ama sevgim olmasa,
bütün bunlar bana hiçbir şey kazandırmaz.
sevgi, sabırlı ve yumuşaktır.
sevgi, kıskanmaz veya övünmez.
sevgi, kaba veya çirkin değildir.
sevgi, kendi isteklerini öne çıkarmaz.
sevgi, kolay kolay öfkelenmez.
sevgi, kötülüğün hesabını tutmaz.
sevgi, yapılan hatalara sevinmez.
onun için asıl olan gerçektir.
sevgi, her şeye katlanır.
sevgi, her şeye inanır.
sevgi, her şeyi umut eder.
sevgi, her şeye dayanır."

--spoiler--

kısaca sevgi olmazsa gerisi hiçliğindir der zvyagintsev. fısıldayarak.
görsel

2007, andrei zvyagintsev
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar