bugün

istiklal taksim'dedir... ve biteviye bir nehir gibi akar, içinde balıklar gibidir insanlar. milyon tane kol bacak, milyon tane göz kulak.

sen istiklal'de yürürken, istanbul senin içinden geçer. ve yanından geçen diğer balıklar, aklından geçeni bilmezler. hani kahrından, kederinden oracıkta düşüp öl istersen, dönüp bakmazlar bile, yalnızca geçerler.

geçenlerde geçiyordum yine yanımdan geçen diğer balıkların yanından. içimde istanbul, içimde keder. baktığım her yabancı yüzden dönüp, yine kendime saplanıyordu bakışlarım, ve korkularından kaçar gibi hızlanıyordu ufak tefek adımlarım. her taşında izim yok, her kaldırımına basmadım belki, ama birkaç insanlık anım var, bir yalnıza fazla. her köşe başında, gelip yüzüme vururlar, ölü kederimi çimdikleyen bir hazla.

zil zurna sallanarak, döne döne leyla olmadığım mı kaldı? cüzdan yitirip bulmadığım mı? küsmüş sevgilinin peşinden koşmadığım mı kaldı? az mı yankılandı kahkahalarım bu caddede? az mı ağladık birkaç saf salak, boktan sebeplerle?

bu kez daha bi kalabalık, bu kez daha çoktu balık. ite kaka balıktan adamları, hatıralardan geçip, hatıralara yürüyordum. ve peşimde; kirden, zehirden bir yalnızlık sürüyordum.

-peki bu melodi neden? bana mı kaldı şairlik, şairanelik? haddizatında mevzu çok sıradan, başlık çok komik.-

girdim meydandan, yürüyorum tünele. içim karanlık, içim kara bir delik. tutmuyor yaptığım muhasebe, ya bir şey fazla, ya bir şey eksik...

insanın en büyük çaresizliği; düşünmekten ziyade, neyi düşüneceğini düşünmektir. bazen o kadar çok fazla ve o kadar çok eksik vardır ki, işin içinden çıkamazsın.
ufak tefek sorularla başlayan dalmalar, kararan, bitimsiz düşüncelere dönüşür. sonra; 'bu dünya yalan, bizler gerçek değiliz, ben aslında yoğum'a kadar uzanır.
dertleşeceğin, içini dökeceğin biri olsa bile kâr etmez. çünkü henüz kendine bile tam olarak anlatamadığın, senin bile adlandıramadığın, seçemediğin şeyleri, bir başkasına izah etmen imkansızdır. ve bunu yapmak da istemezsin zaten, dert bilmeyenin nezdinde, delilik duvarı, inceden bir kağıttır.

tam olarak da öyle oldu. ben aslında yoktum. yorgundum, üzgündüm, mutsuzdum. birdenbire saplanıp olduğum yere, buz gibi dimdik durdum.

aklımda her şey, aklımda hiçbir şey vardı. gökyüzü kocaman, ve istiklal dardı.

o anda bir kuş olmak, ya da bir sokak kedisi. hiç kimse ve hiçbir şeyden sorumlu olmamak. o anda yer yarılmak, ben içine girmek. o anda yanımdan geçen en güzel kadınla, tam da orda, herkesin gözü önünde çılgınca sevişmek. ama en çok da; o anda, o an içinde olmamak istedim. bu isteğim hariç, hiçbirinde samimi ve kararlı değildim. düşünmeden düşündüm hepsini, üstünde durmadım.

bana saniyesinde gerçekleşecek bir şey lazımdı; ya her şeyi bir çırpıda anlatacak bir cümle, ya her şeyi bir kurşunla bitirecek bir silah. ya tanrının omzuma dokunan eli, ya da karşısındakine dünyayı unutturacak alımlı bir kadının gözleri.

nasıl oldu bilmiyorum, o şey buldu beni. tüm bu saçma, tutarsız, anlamsız düşüncelerin arasında, tam da delinmek üzereyken delilik duvarı, belki de gereğinden fazla anlam yüklediğim, durduk yere sorumluluklar yüklendiğim hayatı, ansızın anlamsızlaştıran, bu onulmaz sancıyı bir çırpıda bitiren bir şey...

en başından, o ana kadar benliğimi ele geçiren melankolik çakma şair ölüsünü bir tokatla yere serdi. tüm ciddiyeti, tüm hassasiyeti; nobran bir kenar mahalle ağzıyla, kılını kıpırdatmadan, hiç istifini bozmadan dağıttı.

beni olmazların içinden çekip alan, etraftaki flu dünyayı bir anda netleştiren ve beni gerçek dünyaya döndüren o şey, işte bu komik soruydu.

hafifçe yana kaykıldım, ve götümü çok sevdiğim için, içimden haykırdım;

beni siken yok mu?
(bkz: arap sen içme bokunu çıkarıyorsun)
istiklalde illa sikecek birileri vardır umuduyla bağırmktır.

evet illa vardır.
(bkz: biri siksin la şunu)