bugün

geçen hafta bir takım seri ziyaretlerde bulunmak üzere ankara dan istabul a hareket ettim. çeşitli ziyaretlere müteakiben kayınbiraderle istanbul da dolaşmaya başladık. sirkeci tarafından bakırköy e doğru hareket ediyorduk araçta. aramızda şu muhabbet geçti:

+ kardeş bu istanbul da her şey bu kadar yavaş mı?
- ne gibi abi.hayatı soruyorsan ankara dan daha hareketli değil mi?
+ trafiği kastettim be gülüm.
- nesi var abi trafiğin, akıyor işte gül gibi.
+ trafik akıyor mu? bana sanki yerimizde sayıyormuşuz gibi geldi.
- yok abi ya trafik gayet güzel.daha ne olsun. istanbul burası.
+ bizim köyde (ankara yı kastediyorum) trafiğin bu haline felç diyorlar.
- valla abi ben yıllardır istanbul dayım, insan burada sabrın ne olduğunu öğreniyor.
+ ulan sırf bunun için bile yaşanır bu istanbul da.
- ilahi abi neyi kastettin?
+ kardeş, insan sabrı öğrenirse hayatı çözer. ne demek sabrı öğrenmek.
- onun için istanbul bu kadar gözde desene abi (gülüşmeler falan).

benim bu gidişimde daha net oldu tespitim. istanbul lu öğrenmiş sabrı. biz ankara lılar kırmızı ışık sönünce hemen kornaya abanıyoruz çünki.
trafik konusunda doğru olabilir ama sıraya girme konusunda tam tersi. Ankaralılar çiğ köfte hatta simit bile alırken tek sıraya geçip dakikalarca sesiz sedasız bekleyebiliyorlar. istanbulda beklenilmez, beklenilse bile sesli sedalı olur...