bugün

bu ülkede, bu ülke için tehlikeleri göze alarak ve korkmadan hiç yılmadan halkların kardeşliğini ve birlikteliği vurgulayan değerli insanı; sevgili hrant dink'i saygıla anıyoruz.
o altı delik ayakkabıyı hiç unutmayacağım, hrantı hiç unutmayacağım, katili baştacı eden faşistleri hiç unutmayacağım, türk bayrağını önünde katillerle fotoğraf çektirerek kirleten askerleri unutmayacağım, hepimiz samastız diye bağıran gözü dönmüş köpekleri unutmayacağım.

halkların kardeşliğini unutmayacağım, egemenlerin kanlı oyunlarını unutmayacağım.

ben unutmayacağım tedirgin güvercini, unutmayacağım!
şimdi o gülen yüzünü ve öldüğünde yatan vücudunu internetten gördüğümde yine psikolojik olarak parçalara ayrıldığım insan. bir insan hayatı ne kadar kolay sonlanabiliyor. her an bir korku içindesiniz. içinizdeki sıcaklık, yüzünüzdeki mutluluk, çevrenizdeki insanların sizden beklentileri, sabah kalktığınızda gördüğünüz güneş birden sönüveriyor. ve bunu yaşamak da, izlemek de, bunu bilmek ve bu duyguya yakın olmak da başlı başına insanı buruyor.
bugün yine binlerce kişi, dernekler, topluluklar onun sevgisinden dolup taşan gönülleriyle yollara düşecek. belki polislerle boğuşacak. bir sürü manidar slogan atacak. ama o bunları görmeyecek. o bizim yanımızda değil. lanet olsun ki bunu biliyoruz. ve halen bilinçsiz ve gencecik insanların kötü niyetliler tarafından eğitilmesine(!), hayatlarının olumsuz olarak değişmesine engel olamıyoruz. yani artık o kadar çok şey oluyor ki, bir öyle bi böyle olan adalet sistemini de eleştiremiyorum. ne yaparsak yapalım onu geri getiremeyeceğiz. ve ben kendi adıma her "hrant dink" denildiğinde onun gazete altında kalmış bir çift ayakkabısının, güzel gülüşünün, peşinden giden binlerce gözü yaşlı insanın akla gelmesini istiyorum. en azından artık bu gidişhata dur diyelim. bu olaylara bu şekilde sadece bakmayalım. sesimizi duyuralım.
(bkz: akp hükümeti böyle giderse hepimiz ölücez)
ırklara, kimlikte yazan milliyete, gidilen ibadethaneye kafasını yormadan insan olmayı başarabilmişti hrant. sonu da burada başlamıştı aslında.

biz sevmeyiz kafası çalışan ve bize zıt görüşteki insanları. uğur mumcu, ahmet taner kışlalı türk'tü de ne oldu? öldürmedik mi onları ve daha nicesini? elin ermeni'sine niye acıyalım ki? yaşamak istiyorsa bize zıt gitmesin!

işte bu kadar basit bir sebebi vardı öldürülüşün. hep, sadece insan olmayı dilediği hayattan, insan olmayı başaramadan türk olmuş bir maşa tarafından koparıldı.

ilk değildi, son da olmayacak ne yazık ki. biz de unutmayacağımız nice isimler ekleyeceğiz gönül defterimize, beyinler değişene kadar.
bugün bir oruspu çocuğu evet tam bir oruspu çocuğu tarafından arkasından kancık bir şekilde öldürüleli 4 sene olmuş aydındır. dili, dini, ırkı, rengi veya kürt, türk, alevi, ermeni, arap sıralamasını ister milliyetçi olsun, ister anarşit olsun yani ne olursa olsun herkes bir çırpıda söyleyebiliyor fakat samimi olmak ya da iş icraata geldiği zaman hiç kimse kalmıyor ortada. her neyse ölümüne yakın bir zamanda yazdığı şu kelimeler her şeyi özetliyor bu türk vatandaşı ermeni adamın.

ruh halimin güvercin tedirginliği

--spoiler--
Başlangıcında, "Türklüğü aşağılamak" suçlamasıyla Şişli Cumhuriyet Savcılığı'nca hakkımda başlatılan soruşturmadan tedirginlik duymadım.

Bu ilk değildi. Benzer bir davaya zaten Urfa'dan aşinaydım. 2002 yılında Urfa'da gerçekleşen bir konferansta yaptığım konuşmada "Türk olmadığımı... Türkiyeli ve Ermeni olduğumu" söylediğim için "Türklüğü aşağılamak" suçlamasıyla üç yıldan beri yargılanıyordum. Duruşmaların gidişatından dahi habersizdim. Hiç ilgilenmiyordum.Urfa'dan avukat arkadaşlar gıyabımda yürütüyorlardı celseleri.

Şişli Savcısı'na gidip ifade verdiğimde de hayli umursamazdım. Sonuçta yazdığıma ve niyetime güveniyordum. Savcı, yazımın sadece birbaşına hiç bir şey anlaşılmayan o cümlesini değil, yazının bütününü değerlendirdiğinde, benim "Türklüğü aşağılamak" gibi bir niyetimin bulunmadığını kolaylıkla anlayacaktı ve bu komedi de bitecekti.

Soruşturma sonunda bir dava açılmayacağına kesin gözüyle bakıyordum

Kendimden emindim

Ama hayret işte! Dava açılmıştı.

Yine de iyimserliğimi kaybetmedim.

O kadar ki, telefonla canlı olarak bağlandığım bir televizyon programında, beni suçlayan avukat Kerinçsiz'e "Çok heveslenmemesini, bu davadan herhangi bir ceza yemeyeceğimi, eğer ceza alırsam bu ülkeyi terk edeceğimi" dahi dile getirdim. Kendimden emindim, gerçekten yazımda Türklüğü aşağılamak gibi bir niyetim ve kastım -hiç ama hiç- yoktu. Dizi yazılarımın tamamını okuyanlar bunu çok net olarak anlayacaklardı.

Nitekim işte, bilirkişi olarak tayin edilen istanbul Üniversitesi öğretim üyelerinden oluşan üç kişilik heyetin mahkemeye sunmuş olduğu rapor da bunun böyle olduğunu gösteriyordu.

Endişelenmem için bir sebep yoktu, davanın şu ya da bu aşamasında muhakkak yanlıştan dönülecekti.

"Ya sabır" çeke çeke...

Ama dönülmedi.

Savcı, bilirkişi raporuna rağmen cezalandırılmamı istedi.

Ardından da hakim altı ay mahkumiyetime karar verdi.

Mahkumiyet haberini ilk duyduğumda, kendimi, dava süresi boyunca beslediğim ümitlerimin acı tazyiki altında buldum. Şaşkındım... Kırgınlığım ve isyanım had safhadaydı.

"Bak şu karar bir çıksın, bir beraat edeyim, siz o zaman bu konuştuklarınıza, yazdıklarınıza nasıl pişman olacaksınız" diye dayanmıştım günlerce, aylarca.

Davanın her celsesinde "Türkün kanı zehirlidir" dediğim dile getiriliyordu gazete haberlerinde, köşe yazılarında, televizyon programlarında.

Her seferinde "Türk düşmanı" olarak biraz daha meşhur ediliyordum.

Adliye koridorlarında üzerime saldırıyordu faşistler, ırkçı küfürlerle.

Pankartlarla hakaretler yağdırıyorlardı. Yüzlerceyi bulan ve aylardır yağan telefon, email, mektup tehditleri her seferinde biraz daha artıyordu.

Tüm bunlara "Ya sabır" çekip, beraat kararını bekleyerek dayanıyordum.

Karar açıklandığında nasıl olsa gerçek ortaya çıkacak ve bu insanlar yaptıklarından utanacaklardı.

Tek silahım samimiyetim

Ama işte karar çıkmıştı ve tüm ümitlerim yıkılmıştı.

Gayrı, bir insanın olabileceği en sıkıntılı konumdaydım.

Hakim "Türk Milleti" adına karar vermişti ve benim "Türklüğü aşağıladığımı" hukuken tescillemişti.

Her şeye dayanabilirdim ama buna dayanmam mümkün değildi.

Benim anlayışımla, bir insanın birlikte yaşadığı insanları etnik ya da dinsel herhangi bir farklılığı nedeniyle aşağılaması ırkçılıktı ve bunun bağışlanır bir yanı olamazdı.

işte bu ruh haliyle, kapımda hazır bekleyen ve "Daha önce dile getirdiğim gibi ülkeyi terk edip etmeyeceğim"i teyit etmek isteyen basın ve medyadan arkadaşlara şu açıklamada bulundum:

"Avukatlarıma danışacağım. Yargıtay'da temyize başvuracağım ve gerekirse Avrupa insan Hakları Mahkemesi'ne de gideceğim. Bu süreçlerden herhangi birinden aklanamazsam ülkemi terk edeceğim. Çünkü böylesi bir suçla mahkum olmuş birinin benim kanaatimce aşağıladığı diğer yurttaşlarla birlikte yaşama hakkı yoktur."

Bu sözleri dile getirirken yine her zamanki gibi duygusaldım. Tek silahım samimiyetimdi.

Kara mizah

Ama gelin görün ki beni Türkiye insanının gözünde yalnızlaştırmaya ve açık hedef haline getirmeye çalışan derin güç, bu açıklamama da bir kulp buldu ve bu kez de yargıyı etkilemeye çalışmaktan hakkımda dava açtı. Üstelik bu açıklamayı tüm basın ve medya vermişti ama onların gözüne batan ille de AGOS'takiydi. AGOS sorumluları ve ben, bu kez de yargıyı etkilemekten yargılanır olduk.

"Kara mizah" dedikleri bu olsa gerek.

Ben sanığım, bir sanıktan daha fazla kimin yargıyı etkileme hakkı olabilir ki?

Ama bakın şu komikliğe ki sanık bu kez de yargıyı etkilemeye çalışmaktan yargılanıyor.

"Türk Devleti adına"

itiraf etmeliyim ki Türkiye'deki "Adalet sistemi"ne ve "Hukuk" kavramına olan güvenimi fazlasıyla yitirmiş durumdaydım.

Nasıl yitirmeyeyim? Bu savcılar, bu hakimler üniversite okumuş, hukuk fakültelerini bitirmiş insanlar değiller mi? Okuduklarını anlayacak kapasitede olmaları gerekmiyor mu?

Ama gelin görün ki, bu ülkenin Yargı'sı bir çok devlet adamının ve siyasetçinin de dile getirmekten çekinmediği gibi bağımsız değil.

Yargı yurttaşın haklarını değil, Devlet'i koruyor.

Yargı yurttaşın yanında değil, Devlet'in güdümünde.

Nitekim şundan bütünüyle emindim ki, hakkımda verilen kararda da her ne kadar "Türk Milleti adına" deniyor olsa da, şu çok açık ki "Türk Milleti adına" değil, "Türk Devleti adına" verilmiş bir karardı bu. Dolayısıyla, avukatlarım Yargıtay'a başvuracaklardı, ama bana haddimi bildirmeye karar vermiş derin güçlerin orada da etkili olmayacaklarının garantisi neydi?

Hem sonra zaten, Yargıtay'dan hep doğru kararlar mı çıkıyordu?

Azınlık Vakıfları'nın mülklerini elllerinden alan haksız kararlara aynı Yargıtay imza atmamış mıydı?

Başsavcının çabasına rağmen

Nitekim işte başvuruda bulunduk da ne oldu?

Yargıtay Başsavcısı tıpkı bilirkişi raporunda olduğu gibi suç unsuru bulunmadığını belirtti ve beraatimi istedi ama Yargıtay yine de beni suçlu buldu.

Ben yazdığımdan ne kadar eminsem Yargıtay Başsavcısı da o kadar okuyup anladığından emindi ki, karara da itiraz etti ve davayı Genel Kurul'a taşıdı.

Ama, ne diyeyim ki, bana haddimi bildirmeye soyunmuş olan ve muhtemelen de davamın her kademesinde bilemeyeceğim yöntemlerle varlığını hissettiren o büyük güç, işte yine perde arkasındaydı. Nitekim Genel Kurul'da da oy çokluğuyla benim Türklüğü aşağıladığım ilan edildi.

Güvercin gibi

Şu çok açık ki, beni yalnızlaştırmak, zayıf ve savunmasız kılmak için çaba gösterenler, kendilerince muradlarına erdiler. Daha şimdiden, topluma akıttıkları kirli ve yanlış bilginin tesiriyle Hrant Dink'i artık "Türklüğü aşağılayan" biri olarak gören ve sayısı hiç de az olmayan önemli bir kesim oluşturdular.

Bilgisayarımın güncesi ve hafızası bu kesimdeki yurttaşlar tarafından gönderilen öfke ve tehdit dolu satırlarla yüklü.

(Bu mektuplardan birinin Bursa'dan postalandığını ve yakın tehlike arzetmesi açısından da hayli kaygı verici bulduğumu ve tehdit mektubunu Şişli Savcılığı'na teslim etmeme rağmen bugüne değin herhangi bir sonuç alamadığımı yeri gelmişken not düşeyim.)

Bu tehditler ne kadar gerçek, ne kadar gerçek dışı? Doğrusu bunu bilmem elbette mümkün değil.

Benim için asıl tehdit ve asıl dayanılmaz olan, kendi kendime yaşadığım psikolojik işkence.

"Bu insanlar şimdi benim hakkımda ne düşünüyor?" sorusu asıl beynimi kemiren.

Ne yazık ki artık eskisinden daha fazla tanınıyorum ve insanların "A bak, bu o Ermeni değil mi?" diye bakış fırlattığını daha fazla hissediyorum.

Ve refleks olarak da başlıyorum kendi kendime işkenceye.

Bu işkencenin bir yanı merak, bir yanı tedirginlik.

Bir yanı dikkat, bir yanı ürkeklik.

Tıpkı bir güvercin gibiyim...

Onun kadar sağıma soluma, önüme arkama göz takmış durumdayım.

Başım onunki kadar hareketli... Ve anında dönecek denli de süratli.

işte size bedel

Ne diyordu Dışişleri Bakanı Abdullah Gül? Ne diyordu Adalet Bakanı Cemil Çiçek?

"Canım, 301'in bu kadar da abartılacak bir yanı yok. Mahkum olmuş hapse girmiş biri var mı?"

Sanki bedel ödemek sadece hapse girmekmiş gibi...

işte size bedel... işte size bedel...

insanı güvercin ürkekliğine hapsetmenin nasıl bir bedel olduğunu bilir misiniz siz ey Bakanlar..? Bilir misiniz..?

Siz, hiç mi güvercin izlemezsiniz?

"Ölüm-Kalım" dedikleri

Kolay bir süreç değil yaşadıklarım... Ve ailece yaşadıklarımız.

Ciddi ciddi, ülkeyi terk edip uzaklaşmayı düşündüğüm anlar dahi oldu.

Özellikle de tehditler yakınlarıma bulaştığında...

O noktada hep çaresiz kaldım.

"Ölüm-Kalım" dedikleri bu olsa gerek. Kendi irademin direnişçisi olabilirdim ama herhangi bir yakınımın yaşamını tehlike altına atmaya hakkım yoktu. Kendi kahramanım olabilirdim, ama bırakın yakınımı, herhangi bir başkasını tehlikeye atarak, yiğitlik yapmak hakkına sahip olamazdım.

işte böylesi çaresiz zamanlarımda, ailemi, çocuklarımı toplayıp, onlara sığındım ve en büyük desteği de onlardan aldım. Bana güveniyorlardı.

Ben nerede olursam onlar da orada olacaktı.

"Gidelim" dersem geleceklerdi, "Kalalım" dersem kalacaklardı.

Kalmak ve direnmek

iyi de, gidersek nereye gidecektik?

Ermenistan'a mı?

Peki, benim gibi haksızlıklara dayanamayan biri oradaki haksızlıklara ne kadar katlanacaktı? Orada başım daha büyük belalara girmeyecek miydi?

Avrupa ülkelerine gidip yaşamak ise hiç harcım değildi.

Şunun şurasında üç gün Batı'ya gitsem, dördüncü gün "Artık bitse de dönsem" diye sıkıntıdan kıvranan ve ülkesini özleyen biriyim, oralarda ne yapardım?

Rahat bana batardı!

"Kaynayan cehennemler"i bırakıp, "Hazır cennetler"e kaçmak her şeyden önce benim yapıma uygun değildi.

Biz yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardandık.

Türkiye'de kalıp yaşamak, hem bizim gerçek arzumuz, hem de Türkiye'de demokrasi mücadelesi veren, bize destek çıkan, binlerce tanıdık tanımadık dostumuza olan saygımızın gereğiydi.

Kalacaktık ve direnecektik.

Bir gün gitmek mecburiyetinde kalırsak ama... Tıpkı 1915'teki gibi çıkacaktık yola... Atalarımız gibi... Nereye gideceğimizi bilmeden... Yürüyerek yürüdükleri yollardan... Duyarak çileyi, yaşayarak ızdırabı...

Öylesi bir serzenişle işte, terk edecektik yurdumuzu. Ve gidecektik yüreğimizin değil, ama ayaklarımızın götürdüğü yere... Her neresiyse.

Ürkek ve özgür

Dilerim böylesi bir terk edişi hiç ama hiç yaşamak mecburiyetinde kalmayız. Yaşamamak için fazlasıyla umudumuz, fazlasıyla da nedenimiz var zaten.

Şimdi artık Avrupa insan Hakları Mahkemesi'ne başvuruyorum.

Bu dava kaç yıl sürer, bilemem.

Bildiğim ve beni bir miktar rahatlatan gerçek şu ki, hiç olmazsa dava bitene kadar Türkiye'de yaşamaya devam edeceğim.

Mahkemeden lehime bir karar çıkarsa kuşkusuz çok daha sevineceğim ve bu da demektir ki artık ülkemi hiç terk etmek zorunda kalmayacağım.

Muhtemelen 2007 benim açımdan daha da zor bir yıl olacak.

Yargılanmalar sürecek, yeniler başlayacak. Kimbilir daha ne gibi haksızlıklarla karşı karşıya kalacağım?

Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım.

Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.

Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler.`
`
Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.
--spoiler--
korkak bir kahpe tarafından katledilmiştir.
görüşlerine zerre kadar katılmadığımız, öldürülmesine alkış tutmadığımız, kanının asil olduğunu iddia eden ermeni yazar.
ölümüne kadar hakkında uludağsözlük'te 10, itüsözlük'te 8, ekşisözlük'te 57 adet çoğu zırvayla dolu malumat girilmiş; ölümünden sonra uğruna sayfalarca methiye düzülmüş yurdum insanı.

iyi ki vurdular iyi ki öldü demiyorum, cinayet hiç bir şekilde kabul edilemez ama öleli 4 yıl olacak, adam 53 yıl yaşamış, bu kadar önemliydi de siz neredeydiniz? ermenistan'ı haritada bulamayacak bünyelerin bu adamın cenazesinde safa geçip ülkeyi seven herkesi faşistlikle suçlaması çok onurlu bir davranıştır!!!

bok yiyenin oğlunun biri yüzünden ülkesini seven herkesi faşistlikle suçlamak ne manidar, kimden intikam alıyorsunuz, intikam almak istiyorsanız siz kimsiniz? Sağcı desem ben faşist miyim dersiniz, solcu desem faşistlik yapmazsınız kısaca kuzum: müslüman olsan şarap içmezsin hıristiyan olsan çana sıçmazsın, sen kimsin?
ülkemizin adını lekeleyenler ve katil fikirliler tarafından katledilmiştir.
üzerinde uçuşan bir gazete ve tabanı yırtık bir ayakkabı...

başka bir şey hatırlamak istemiyor insan.
öldürülüşünün 4.yılı ve gazetelerin bir çoğu kendisini es geçmiş dğerli şahsiyet varsın seni bilenlre hatırlasın deyip uğurlar olsun türküsünü sana gönderiyorum.
öleli tam 4 yıl olmuş.
ve hala adalet yerini bulamadı, diğerlerinin adaletinin bulamadığı gibi..
umarım huzurlu uyuyordur.
Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. evet, biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce..
10 Ocak 2007 H.D.
o inanmıştı özgürlüğe, 9 gün sonra ise inandığı özgürlük uçup gitmişti
demokrasi ile beraber katledilen büyük yazar, büyük insan.. gerçi bu aralar kendisinin bir kitabını okumayanlar, en büyük savunucusu oldular, kendisine 'çizmeyi aştı' diyenler, en büyük destekçisi oldular.

hrant görseydi, cidden acırdı halinize.
bir bebekten katil yaratıp, bir güvercin vurdurulmuş. onu vurduranların , onun kadar katkısı olmamıştır bu memlekete. evet hrant öldü şimdi sevinin, halaylar, horonlar, zılgıtlar. onu hiç tanımadan nefret edin. ne entersandır değil mi, hiç ermeni arkadaşınız olmadığı halde ermenilerden nefret ediyorsunuz. nefret etmeye devam edin, kan kusmaya devam edin. ama bir dinleyin bakın hrant ne diyor.

http://www.youtube.com/watch?v=Ualde25hhd0&translated=1

ali topu agopa at.
tam 4 yıl önce daha lise sıralarındayken vuruldu.okulda yeni dönmüştüm annem babam televizyonda izliyorlardı.yerde yüz üstü yatmış üstünde gazeteler vardı.

onu daha önceden de bir kaç tartışma programında da görmüştüm.Ev halkına demiştim bu adam korkuyor baksanıza tavrına davranışlarına sesine .ilk gördüğüm zaman bile anlamıştım kortuğunu.belki sürekli tehdit alıyordu belki faili hiç bulunmayacak biri tarafında vurulacağını düşünüyordu.
Ölümünden sonra ortaya çıkan güvercin yazısı tamda bunu anlatıyordu.

ama bu korku onun gercekleri söylemesini engellemiyordu.Her yerde 1915 olaylarına, soykırım diyordu.

Yine sabah o milliyetci gerici şehirde ki okuluma gittiğimde insanların katil hemşerilerini nasıl savunduklarını gördüğümden insanların katil olabileceğini bir kaç islam milliyetcillik afyonu ile katiller sürüsünü yaratacığını gördüm.
bu memlekete kendisini katledenlerden daha çok faydası dokunmuştur. katledilmesinin ana sebebi de budur zaten.
ölümünün üzerinden 4 sene geçmiş ve acısı yüreklerde olan, benim "ermeni"m, vatandaşım ve her şeyden önce "insan"ım olan yazar.
kendisini anmak ve adalet istemek uğruna iş yerinden izin alıp mesai saatinde, saat tam 3te agosun önünde olmamızı sağlayan, öldür diyenlerinin yakalanmadığı, tetiği çekenin çocuk ilan edildiği maktül.
Türk düşmanı ermeni milliyetçisi gazeteci.
....
Bu halk, Hrant o kaldırıma düştüğünde, hiçbir evladına ağlamadığı kadar ağlamışsa iki sebebi vardır.
Birincisi, kanlı zalimler hep atlı, devletliyken, o attan düşmüş, yoksul ve yaya kalmıştır. ispatı da altı delik ayakkabısıdır.
ikincisi, bizim isfahan zalimleri gibi davranmamız sonucunda kavuşamayacağını, kavuşturulmayacağını bile bile, bir Kerem yüreği ile "su çatlağını bulana kadar" sevmeye devam etmiştir.
Keşke bir sipahi gelse Bu hikâyenin sonu böyle bitemez! dese.

(bkz: sırrı süreyya önder)

http://www.radikal.com.tr...01.2011&CategoryID=97
sırtından vurulmuştur , yargı süreci bitmediğinden hala yüzü koyun yatmaktadır. utanın artık. göz göre göre zaman aşımı beklenmektedir. ha gayret az kaldı. onu da salıverin.
(bkz: ogün samast/@doc dr c sinan sagiroglu)
kendisinin dava süreci türkiye'nin hukuk devleti olmadığını bir daha yüzümüze vurmuştur.

(bkz: kardeşimsin hrant)
güncel Önemli Başlıklar