bugün

karşı kaldırımda yürüyen kadından, durakta otobüs bekleyen ihtiyardan, size çarpıp pardon diyen adamdan, sebepsiz yere nefret etmek. iyi niyetin yavaş yavaş kaybolmaya başlaması. içindeki sevginin günden güne bir mum misali eriyip tükenmesi. neden olur bu?

ağır melankonun bir mahsulü olabilir mi? veya baskıcı hayat şartları? dahası, fark eder mi? toplumdan soyutlanıp odana kapanmak hiç insana keyif verir mi? yalnızlık insana haz vermemeli. insan sosyal bir varlıktır derler, öyleyse ben insan mı değilim? belki de içimdeki insanlığı öldürmüşlerdir. yarına umut biçerken, yaşadığın her günün seni biraz daha yıkması ne kadar katlanılabilir olur ki?

dilindeki sessizlik arttıkça içinde ne çığlıklar kopuyor insanın. bunu zor yoldan anladım. artık bu yoldan sapmakta istemiyorum. yolun sonunu da göremiyorum. belki bir gün kendi yolumu kendim sonlandırırım. kötü yoldan...
Öldüğünün ancak cesedin kokunca anlaşılacağı, bazen iyi olsada kötü bir durumdur.
Günde en az bi doz yaşadığım durumdur. Her şey elzemini yitirdiğinde flu gözükür; telefon, zahmetle yapılmış goblen tablo, mutfak robotu, balkon mermerlerine umarsızca kakasını yapan karga... işte tam bu saatlerde denizin dalgası gibisindir, belki durgun belki çoşmaya müsait ama yalnız... sadece güneş, bulutlar ve sen varsın; kıyıdan, çok uzaklardan insanları izliyor ve izleniyorsun. bakışlar, sorunlar, kavgalar kollarını uzatıp sana yetişemediğinde mesafenin göğsüne başını yaslayıp rahatlıyorsun.