bugün

hiç unutmam, fakir fukara yaşamından zengin yaşamına geçiş yaşadığımız, burjuvazinin o kendine has tadınını ve keyfini yavaş yavaş keşfettiğimiz dönemler. ama sanmayın öyle bi çırpıda, şip şak zengin olduk. yeminle söylüyorum ki bir hayli zor oldu bu. bizim zenginlik sürecimiz, tarih öncesi devirlere götürülüp bırakılmış ve 'hadi bakıyım günümüze dön' denmiş bir insanın zorlu mücadelesinden farksızdır. bu insan nasıl tarihi devirleri tek tek geçerek günümüze gelirse biz de aynen öyle kademe kademe ilerleyerek zengin olduk. ha ne fark vardı o insan taş devri, demir devri diye ilerliyordu geçmişten günümüze, biz, bakır tencereden çelik tencereye geçerek, demir yığını sedirlerden deri kaplamalı koltuklara geçerek ilerliyorduk zenginliğe doğru. işte bu dönemlerde daha zenginlik düşüncesini, burjuvaziyi tam olarak kavrayamadığımız için olsa gerek 'nerelisin?' sorusuna istanbullu yerine sivaslı cevabını veriyorduk. burjuvaziye tam alışamamış olmanın sonucu yaptığımız yanlışlardan biriydi bu. sivaslı olduğumuzu belirtmemiz yetmiyormuş gibi bir de bayramlarda, seyranlarda kalkıp sivas'ın köylerine gidiyor, eş dost akraba ziyaretlerinde bulunuyorduk. anneanne, dede eli öpüyor ardından masum bakışlarımızı gözlerine yöneltiyorduk ki hani olur ya üç beş kuruş harçlık koparırız. her seferinde tekrarlanırdı bu, el öper harçlık bakışı atar ve 'ayşeee git kümesden iki yumurta getir de çocuklara ver' lafını duymayı beklerdik. çoğu zamanda beklediğimiz sonuca ulaşır, yumurtalarımızı kapardık. nakit para görmek mi? aklımızdan bile gemezdi. yoktu ki versin. çilekeş bir türkmen kadınıydı anneannem. tarım, hayvancılık, ev, çocuk derken bi gün olsun havyar yiyemeden göçtü bu dünyadan. bir gün demedi ki 'bey, ekonomik durum nanay, çocukları alıp dağa çıkalım, eşkiyalık yapalım'... hiç duymadım ondan böyle sözler. hiç bir zaman hayıflanmadı bu çilekeş türkmen kadını. belki türkmen olmasındandır, devlete, millete isyanı yedirememiştir kendine. bilemiyorum...

parayı ancak başkasının cüzdanında görmüş olan anneannemin harçlık olarak verebileceği tek şey yumurtaydı. nakit para değildi ama hisse senedi gibi görürdük biz onu. alırdık hisse senetlerimizi(yumurtalarımızı) anneannemden doğruca köyün küçük bakkalına. o da bu yumurtalı alışverişlere tanıdık olduğundan bizi yadırgamaz, yumurtalarımızı alır ve onların değeri ölçüsünde alabileceğimiz şeyleri sayardı. açıkta satılan pisküvit, kofret... bizim gönlümüzü edecek bir hayli yiyecek olurdu yani. ama biz ne o pisküvite kanar ne de o kofrete aldanırdık. favori iki ürünümüz vardı. birincisi tarihi geçmiş ve kaskatı olmuş yumiyum, ikincisi yine tarihi geçmiş fakat kaskatı olmak yerine değirmenden geçmiş buğday gibi un ufak olmuş çakma halley. en çok bunları alırdım hisse senetlerimin karşılığında. şimdi görüp de geçmişte yapamadığım bir şey daha var ona da değinmeden edemeyecğim. görüyorum, çocuk halleyini yemiş ortalarda mutlu mesut bana bi halley oluyor diye geziniyor. çok özeniyorum bu çocuklara. geçmişte bunu yapamadığım içindir belki bi burukluk oluyor. düşünüyorum da, köy bakkalından aldığım o çakma halleyin ardından anneme gidip ' anne bana bi halley oluyor' desem 'yine mi o tarihi geçmiş şeylerden yedin' derdi herhalde.

böyle bir köy anısıydı işte bayramlarda harlık niyetine verilen yumurtalar. bir türkmen anneannesinin, torununun hatıratına bırakdığı bir gülümseme ifadesiydi. * *
tanım: bayramda anneannesine, dedesine el öpmeye giden çocuğun ulaşmak istediği nihai hedef