bugün

yine en öncelikli radyolarda rastladığımız bir durumdur; sunucu arkadaş, "haftasonuna şu kadar kaldı, haftanın yarısını atlattık, çılgınlar gibi eğleneceğimiz ve bu çalışma zorluğundan sıyrılacağımız hafta sonu şu kadar saat sonra başlıyor" gibi sözlerle, çalışanları ayartmaya, sürekli günleri ve saatleri takip ettirmeye sürükler. sanki çalışmak fazladan, hiç hesapta yokken ortaya çıkmış, angarya bir iş olarak gösterilmeye çalışılır. hafta sonu mükkemel, harikulade bir zaman dilimi iken, hafta içi bunun tam tersi olarak empoze edilir.

bunu, pazar gününden (ve özellikle akşamından) itibaren pazartesi sendromu dayatması takip eder.
pazartesi sabah basladigim olay.
öğrencilik faslı geçtiğinde eskisi kadar heyecanı kalmayan durum. iş hayatında rahatlamak için beklersiniz. yani o heyecanı yakalayamazsınız. en azından o kafayla. biz derdik "haftasonu gelse de bi 2142* yapsak." , "bi dolaşsak, hava alsak." , "bi toplanıp ps2 çevirsek". iş hayatına geçince efendim şu formata dönülür "haftasonu gelse de bi kafa dinlesek." beklentilerdeki heyecan düşüşüne dikkatinizi çekerim.
çalışanlar içi haftanın yorgunluğunu dinlenmekle mi, yoksa eğlenmekle mi geçireceğine karar veremediğin hafta sonuna gün sayma. yaşasın cumartesi, yaşasın pazar.
Son 4 arkadaşlar.

Bir memur klasiği.
bir çok kişi tatil gününü çok sever bana kalırsa tatil için beklenen o son dakikalar ve saatler tatilden daha değerlidir 4.muratında dediği gibi bağdatı fethetmeye çalışmak bağdatı fethetmekten daha mı güzel ne