bugün

hep bir koşuşturmaca.
bir şeyleri kovalıyoruz.
hep!

hep hayıflanıyoruz, hep üzülüyoruz ardından.
ve hep susuyoruz.

tanrım! ne çok yok oluyoruz farkında olmadan!

****

eğer ki aşk, yakalanması gereken bir vapursa, biz geride kalanlar hep kaçırıyoruz o vapuru.
içimiz acıyor buna. kendimize kahrediyoruz. kendimize sövüyoruz ve hep haksız durumda oluyoruz!

ya habersiz seviyoruz, ya da susuyoruz.
öyle zamanlar oluyor ki insan söyleyecek söz bulamıyor. hani hayattan bıkarsınız ya, aynen öyle. yaşamak gelmez içinizden. ama siz mecbursunuzdur nefes almaya.

işte tüm bunların sebebi, hayat denilen girdabın içinden çekip çıkarılmayı bekleyen aşkları çıkaramamak.
zaman akıp giden bir nehir ve o nehirde geriye doğru yüzmek diye bir şey yok. işte o yüzden insan etrafındakilerin farkında olmalı.

hep!

****

-sen, hayattan çalmayı başarabildiğim nadide parçalardansın. girdap sırasında bulunan bir hazine gibi. eşsiz ve dokunmaya kıyamadığım!

baktı bana.
gülümsedi.
eline aslında hiç yakışmayan sigarasından bir yudum aldı.

farkettim.
gardını kaldıramadan inmişti darbe.

verecek bir cevabı yoktu buna.

artık bazı şeyleri kabullendiğimizden, açık açık konuşuyorduk böyle şeyleri. hep yaptığımız gibi.
hep yapacağımız gibi.

-peki ben diğerleri gibi bir şeyler öğrettim mi sana?
-hayır tabiki de. çünkü sen, benim aynadaki yansımam gibiydin.
durdu.
-şimdi değil miyim? dedi.
-öylesin de, farkındaysan yaşananlardan sonra sahiplik duygumun olmaması gerekiyor. dedim.

üzüldüm.
üzüldüğünü hissettim.

sustuk.
hep yaptığımız gibi.

****

hayatımızdakileri keşkeleri toparlasak bir bavulda.
taşısak onu istediğimiz yere.
hatta kurtulabilsek onlardan.
ne güzel olurdu değil mi?

insan bazen, geç kaldığını anlayınca zamanı geriye çevirmek istiyor.
nafile çabalar, mantıksızlığını gösterdikten sonra, iki kadeh içkiye ihtiyaç duyuyor insan.
ve sigaraya.

insan beyni, sahibini şaşırtıyor böyle durumlarda.
o olmasaydı ne olurdu? diye düşünüyor insan.
sürekli soruyor, sürekli sorguluyor.

ve, keşkelerine binlerce keşke daha ekliyor.
en acı verici olanı ise şu oluyor daima:
"keşke daha önce tanışsaymışız!"

içilen sigara sayısı günde iki katına çıkıyor, daha çok o düşleniyor, daha çok aynı şarkı dinleniyor ve daha çok özleniyor o.
çok özleniyor!

****

-seni bir gibi saklayacağım, kendimden bile! dedim.
baktı bana gözlerini soru sorarcasına açarak.

bir şey demedi. gerek de yoktu.
biliyordu.
vazgeçmeyeceğimi, hep seveceğimi biliyordu.

-en acı olanı ise, bizim bir daha hiçbir şekilde olamayacağımız. hiç! belki de birbirimizi başkalarına anlatacağız, bir anı olara.. dedi.

kimse bilmez.
kimse bilemez o anki parçalanmayı, o anki yalnızlığı.

böyle bir darbeye hazırlıklı değildim.
burnum kanadı, durduramadım.

****

geç kaldık bir çok şeye.
yaşamayı unuttuk hani bazen.
ve en acısı:

sevmeye çok geç kaldık!
tanımaya çok geç kaldık!

"sen, en kuvvetli adımlarımla yetişemediğim. kendini güze küstüren yalancı bahar... şimdi her şey temenni ettiğin gibi..! aşk kınında kaldı, cümleler boğazda. ben, çok üşüdüm."
"birbirimize birkaç aşk kadar geç kalmış olmasaydık
hep yanlış gidenlerin ardından yorulmasaydık"
dizeleriyle harika bir şekilde anlatılmış olandır.
erken kaybedilmeye mahkumdur.
zamanın değerini anlamayı sağlayacak kaybedilmişliklerdir.
Murathan mungan'ın bir şiirinde çok güzel değindiği sevgilerdir

YALNIZ BiR OPERA

ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim

imrendiğin, öfkelendiğin
kızdığın ya da kıskandığın diyelim
yani yaşamışlık sandığın
Geçmişim
dile dökülmeyenin tenhalığında
kaçırılan bakışlarda
gündeliğin başıboş ayrıntılarında
zaman zaman geri tepip duruyordu. Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun, biraz daha
fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.

Başlangıçta doğruydu belki. Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki
gibi başlayıp, gün günden hayatıma yayılan, büyüyüp kök salan ,
benliğimi kavrayıp, varlığımı ele geçiren bir aşka bedellendin.
Ve hala bilmiyordun sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
Bütün kazananlar gibi
Terk ettin

Yaz başıydı gittiğinde. Ardından, senin için üç lirik parça
yazmaya karar vermiştim. Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.
Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.


Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
çerçevesine sığmayan
munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu


Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti
Mayıs. Seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, belki de
ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha. Aşk mıydı,
değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi? "Eylül'de aynı yerde ve
aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. Altına saat: 16.00
diye yazmıştın, ve saat 16.04'tü onu bulduğumda.

Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran
Zaman'ı
Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken
Senin bana geç kaldığını

Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.
Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı. Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik
kalmıştı.
Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış
arkadaşlığımıza. Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk.
Sanki ufacık birşey olsa birbirimizden kaçacaktık.

Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.

Gittin.şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.

Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?

Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları
gibiyiz. Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir
şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.
Artık hiçbir duygusunu anlamayan çocuklar gibi
Ve elbet biz de bu aşkla büyüyecek
Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz

Murathan Mungan
tekrar "ol"ması mümkün değildir.
(bkz: idamdan sonraki af)