bugün

...

biz de bilirdik tespih sallamayı
ama bilemedik yıkamayı yağlamayı
gerçeklerle erken yaşta yüzleştik
silkerim böyle dünyayı.
Adı- yok
Memleketi - yok
Doğum yeri- yok
Doğum tarihi- yok

Ölü doğan aşkın kimliği yok.

Çünkü, bir kez bile herkes gibi
Herkesler gibi el ele yurunmemistir.
Kavga bile edilmemiştir en sudan sebeplerle.

Bir taraf ozlememistir .
Hayallerine rüyalarına koymamistir .

Bir hediye ummamistir.
Bir selam beklememistir.

Bir alo denmemistir.

Kaydı yoktur.

Kimseler dedikodusunu bile yapmamıştır.

Birileri ayırmaya bile calismamistir.
Aileler tanismamistir.

Kimsenin kimseden haberi yok.

Kimliği yok.
Sabıka kaydı yok.
Sevabi günahı yok.
Mezarı yok.
Gaiplik durumu yok.
Ölüm karinesi yok.

Ölü doğan bir aşkın ölüler kadar bile değeri yok.
Bir mirası alacaklisi yok.
Mezarı tabutu kefeni yok.

Ölü doğan bir aşkın hiçbir şeyi yok.

Samsun. Temmuz 23 2017.
Gökyüzünün mavi olmadığı, çiçeksiz bir dünya kurarım bazen kendime.
Sokaklarda çocuk seslerinin duyulmadığı,
Hapishane soğukluğunda olan sokaklar,
Kirli duvarlar,
Kaldırımların kaldıramadığı acılardan oluşan bir dünya olur bu..
O kadar tenhayımdır ki o zamanlar,
Ne bir sevgi geçer yanımdan ne bir tebessüm.
Mutlulukları çalan küçük hırsızlar vardır bu dünyada,
Sek sek oynamak yerine mutluluk çalmak için koşan küçükler.
Bu dünya bu kadar acımasızdır işte.
Bu kadar adaletsiz..
TAHiRLE ZÜHRE MESELESi

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.
Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Nazım Hikmet Ran

ışıklar içinde uyusun.
Başlar yalnızlık ve gece,
Önce denizden.
Ya parktayız, ya meyhanede;
Bir parça daha harcarız gençliğimizden.

Görünmez caddeler ışıktan
Görünmez karanlıkta parklar.
Tam içilecek zamanıdır şarabın,
Kadınların en güzel saatidir,
Bir garip hali vardır insanların.

Yosun kokusu, rüzgâr,
Gezinirken duyduğumuz.
Hava sıcak mı sıcak,
Temmuz.

Uzanır kırlara doğru,
Yalnızlığı olan.
Bu saatte sessizlik acıdır,
Gelecektir parka yalnızlığı duyan…

edip cansever
ANADOLU

Beşikler vermişim Nuh'a
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır,
Anadoluyum ben,
Tanıyor musun ?

Utanırım,
Utanırım fıkaralıktan,
Ele, güne karşı çıplak...
Üşür fidelerim,
Harmanım kesat.
Kardeşliğin, çalışmanın,
Beraberliğin,
Atom güllerinin katmer açtığı,
Şairlerin, bilginlerin dünyalarında,
Kalmışım bir başıma,
Bir başıma ve uzak.
Biliyor musun ?

Binlerce yıl sağılmışım,
Korkunç atlılarıyla parçalamışlar
Nazlı, seher-sabah uykularımı
Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,
Haraç salmışlar üstüme.
Ne iskender takmışım,
Ne şah ne sultan
Göçüp gitmişler, gölgesiz!
Selam etmişim dostuma
Ve dayatmışım...
Görüyor musun ?

Nasıl severim bir bilsen.
Köroğlu'yu,
Karayılanı,
Meçhul Askeri...
Sonra Pir Sultanı ve Bedrettini.
Sonra kalem yazmaz,
Bir nice sevda...
Bir bilsen,
Onlar beni nasıl severdi.
Bir bilsen, Urfa'da kurşun atanı
Minareden, barikattan,
Selvi dalından,
Ölüme nasıl gülerdi.
Bilmeni mutlak isterim,
Duyuyor musun ?

Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip...
Nerede olursan ol,
içerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne - üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının...
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.

Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Herbiri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun ?

(bkz: Ahmed arif)
dağıtır saçlarını ve yalvarıp uzaktan 
mavi bir iklim gibi çağırır beni sesin
tertemiz göklerinde dal dal erguvan açan 
rüyalarıma ışık ve özlem serpmektesin. 

bir mayıs sabahını yaşayacak böcekler 
çılgın karanfillerle dolacak yeşil saksın
ve sen bir fidan gibi yeşermiş olacaksın
serin, çakıl yollarda kuşlar birikecekler.

anday melih.
varsın her şey sonraya kalsın
sonraya, en sonraya
sözgelimi iki bin altı yüz kırk bir mil.
bir papatya ne kadar uzağı görebilirse
o kadar yakın kalplerimiz birbirine
ölü bir denizi bile bir tartışmaya çevirdik
kayaları taş devrine göre ölçtük biçtik
kalemlerimizi kesilmiş çiçek sapları gibi attık
kapıları açarken birbirimize ağladık

köşedeki tütüncü silaha çevirdi sigaralarını
ödemesi çok güç sigaralara
manav yarı anlamlı güldü biz geçerken
eriklerden, çileklerden,o canım kirazlardan bile utanmadan
hani o çocukluk küpesi olan kirazlardan
hani rengi içimize göre değişen: mor, mavi,pembe ,sarı
ilk defa merhaba dedi bir balıkçı
çırparaktan elindeki suyu ölgün bizlere
sigarası dudağında:merhaba..
ya peki biz ne dedik,ne dedik
yoldaki bir taşı şöyle bir kenara koyduk
yakamıza rastgele bir çiçek iliştirdik
su satılan dükkanlara baktık
yüzümüz cam cam ışıdı
ve leylak kokuları gibi kendi kokumuza uzandık
köşeyi döndük, bütün köşeleri hızla döndük
su birikintilerinin ağaçlandığı eski bir sokağın tarihinde
şöyle yazdı:
her şey sonraya kaldı.

Edip cansever-saate bakmak.
YERYÜZÜ AŞKIN YÜZÜ OLUNCAYA DEK
Aşksız ve paramparçaydı yaşam
bir inancın yüceliğinde buldum seni
bir kavganın güzelliğinde sevdim.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
Aşk demişti yaşamın bütün ustaları
aşk ile sevmek bir güzelliği
ve dövüşebilmek o güzellik uğruna.
işte yüzünde badem çiçekleri
saçlarında gülen toprak ve ilkbahar.
sen misin seni sevdiğim o kavga,
sen o kavganın güzelliği misin yoksa...
Bir inancın yüceliğinde buldum seni
bir kavganın güzelliğinde sevdim.
bin kez budadılar körpe dallarımızı
bin kez kırdılar.
yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz
bin kez korkuya boğdular zamanı
bin kez ölümlediler
yine doğumdayız işte, yine sevinçteyiz.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
Geçtiğimiz o ilk nehirlerden beri
suyun ayakları olmuştur ayaklarımız
ellerimiz, taşın ve toprağın elleri.
yağmura susamış sabahlarda çoğalırdık
törenlerle dikilirdik burçlarınıza.
türküler söylerdik hep aynı telden
aynı sesten, aynı yürekten
dağlara biz verirdik morluğunu,
henüz böyle yağmalanmamıştı gençliğimiz...
Ne gün batışı ölümlerin üzüncüne
ne tan atışı doğumların sevincine
ey bir elinde mezarcılar yaratan,
bir elinde ebeler koşturan doğa
bu seslenişimiz yalnızca sana
yaşamasına yaşıyoruz ya güzelliğini
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
Saraylar saltanatlar çöker
kan susar birgün
zulüm biter.
menekşelerde açılır üstümüzde
leylaklarda güler.
bugünlerden geriye,
bir yarına gidenler kalır
bir de yarınlar için direnenler...
Şiirler doğacak kıvamda yine
duygular yeniden yağacak kıvamda.
ve yürek,
imgelerin en ulaşılmaz doruğunda.
ey herşey bitti diyenler
korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler.
ne kırlarda direnen çiçekler
ne kentlerde devleşen öfkeler
henüz elveda demediler.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!

Adnan YÜCEL
ne sevdiğin belli.
ne sevmediğin.
önce gülüyorsun bir yarım ağız.
sonra hikayelerin geliyor aklıma.
bende gülüyorum öyle telaşsız.
Teyzem o kadar haklı ki..

görsel
Sevgili Esme'ye armağanımdır.

-Şiirlerim brezilyalı falan değildir!
-isimleri uzun bir de yılan hikâyesine benzeyince...
-Önemli olan işlev!

Benim de sürekli detone olan yardım çağrılarım
iyi niyetle beslediğim evcil öfkelerim
Yatağımın başucunda sakladığım intihar notlarım
Beyaz çarşaflara sardığım esrar-en-gizlerim
Ağızlarının tadı kaçmış uykularım
Geçmişteki nice sanrıyı içlerine gömdüğüm ahşap çekmecelerim
ince belleriyle beni tavlamaya cüret eden çay bardaklarım
Pisliklerimi altına süpürmeye çalıştığım göz nuru kilimlerim
Fazla konuşkan olmayan duvarlarım
Gardıropta asılı duran eskimiş tenlerim
Zaaflarını açık etmeye cesaret gösteremeyen aynalarım
Giderken muhtelif jilet izleriyle boşluğunu dolduran sol böbreğim
Buzlukta kimseye kaptırmadığım artistik puanlarım
Ve soğuk duş (y)etkilerim mevcuttu bu ak'lanmaz sevdada...

Fakat tüm bunlar hiç mühim değil
gel gözlerinden dem vuralım!

Benim de yurdundan feragat edecek kadar asi nehirlerim
"Liberta!" diye kulakları kör edercesine haykırışlarım
Öpüldükçe dudakları sızlayan bileklerim
Dağ ile farenin barışmasını sağlayan eşkıyalığım
Sigaramı centilmenliğe sığmayan bir edayla yakan çapraz ateşlerim
Alçak mermilere siper edilen göbek çukurlarım
Kibele'nin avucuna yerleşik Anadolu'ya balıklama düşüşlerim
Yenildikçe güreşe doyumsuzluğu artan
Ama asla sağlaması tutmayan aşırı kalori hesaplarım
Suça yatkın masumiyetlerim
idam sehpasına gülümseyerek oturan çocukluklarım
Tereyağı aracılığıyla boynumun kıldan inceliğini tahlil edişlerim
Boya ya da riya katılmamış urganlarım
Ve ölmeden önce son isteğim mevcuttu bu ar'lanmaz sevdada...

Fakat tüm bunlar hiç mühim değil
gel dudaklarından laf açalım!

Benim de saç baş yolduran esmer dualarım
Deli gömleği giydirdiğim fikirlerim
Tazeliğini korumak için folyoladığım korkularım
Çıkmayan candan kesilmemiş ümitlerim
Bıkmadan usanmadan bit yeniği arayışlarım
Sürekli kafa bulandıran suni gündemlerim
Gerilla taktiği uyguladığım psikolojik savaşlarım
Çok takdir toplayan basitliklerim
Renklerinden gökkuşağı yaptığım depresyon haplarım
Ve anksiyete bozukluklarım mevcuttu bu us'lanmaz sevdada...

Fakat tüm bunlar hiç mühim değil
gel saçlarından yola çıkalım!

Benim de deliliğime borç harç satın aldığım damatlığım
Elin uzvuyla gerdeğe giren basiretsizliklerim
Annemin yüklükteki sandığına kaldırılmış düğün-dernek telaşlarım
Oyun havalarında göğsümü kabartan Efeliklerim
Gelin alayının en önünde ilerleyen yağız denizatım
Ucuz yollu kapatmaya çabaladığım takı(ntı) törenlerim
Sinekkaydı hızında geçirdiğim Temmuzlarım
Defalarca düzülmüş çeyizlerim
Bir çift hasır yüzüğe razı parmaklarım
Senin için perilerin elbiselerinden bozdurduğum o gelinlik
Ve mutlu sonsuz masallarım mevcuttu bu al'lanmaz sevdada...

Fakat tüm bunlar hiç mühim değil
gel işaret parmağınla söz keselim!

Benim de nasıl öleceğinle alakalı birkaç küçük önerim
Kendi öfkesini bizzat tetikleyebilen kurşunlarım
Her ölüye tavsiye edebileceğim cenaze hizmetlerim
En usta usturaların ağzını açık bırakan acılarım
Koluma takıp güle oynaya gezdirdiğim hüzünlerim
Uluorta kanamamayı ilke edinmiş yaralarım
Hep başarısızlıkla sonuçlanan ilk müdahalelerim
Gecikmeyi adet haline getirmiş trafiğe kayıtsız ambulanslarım
Ve müthiş kalp ağrılarım mevcuttu bu ur'lanmaz sevdada...

Tüm bunlar hiç mühim değil
gel de senin olmayışından bahsedelim!

Sen kelime dağarcığım...
incir ağacım sen...
Sen darağacımsın...
Bak gece gece nasıl da adam asılıyor satırlarımda
Şimdi devrim marşı niteliğindeki ninnilerim
Hayatın ölümlü gözbebeklerini o suskun ayaklarında sallasın!
Sana hicret ettiğim bir deprem sırasında
Evet tam da o sallantıda seni olağanüstü sevdim
Çünkü sen taklitlerinin aslını yücelttiği bütün toprakların
Örneklerini barındırıyorsun erozyon mağduru bakışlarında
Söz sana yürüyünce kekemeleşiyor Anadilim
Bence şairliğime bahşedilen en reddedilmez günahsın
-ki imgeler cehennem korkusundan varamıyorlar senin yanına
Yavanlıktan öteye erişemezken sana dair benzetmelerim
Sen bu güzelliğinle fiyakası düzgün Tanrılara bile caka satarsın
imla kılavuzum kayboluyor senden yol sorulunca
Unutulmaya yüz tutmuşken benim Edebiyat namına tevkif edilişlerim
G tipi hücrelerime kapatılıyor adın
Tecrit ediliyorum telaffuzu zor açlık sınavlarıyla
Aksıyor sendeki özgür'lüğümü görüş günlerim
Öyle ki el(kızı) ten bulamazken sen hâlâ çoğul sevişmeler kasabasındasın
Sanırım kadınlığın Eros'un yokluğundan faydalanıyor aklınca
Ya da kasıklarınca işte anla...
Ben seni olağanüstü bir halle sevdim!
O nedenle sen de bir an evvel güvenlik güçlerince yakalanmalısın
Düzen ***lerini kuruturken pergelle ayarladıkları bacak aramda
Kalk gel hadi belki sen de kompostolarını yaparsın!
Rotamızdaki karakışa hazırlıklı olalım sevgilim
Birkaç tuğla da sen koy tımarhanemizin çatlak çatısına
Üşümüşlüğümden atkı dokunulmazlığımdan eldiven ör
Derimi tuza bas etimi mazur gör
Sonra naftalinle kefenlerimizi de ara sıra
Hiçbir güve ecelimizden tattığında küfür etmeye kalkışmasın!

-Tarihte bundan önce yazılan her ne varsa senin için kâğıda indirdiğim şiirin ancak baş harfi olabilir. Kutsal kitaplar da buna dâhil!
Hangi çiçek, diğerini “ sarı açtı ” diye ayıplar ?
Hangi kuş, “ farklı ötünce ” diğerine yasak koyar ?
Derisinden, dilinden ötürü öldürülüyor insanlar.
Ah insanlar ! Her şeyi bulup kendini bulamayanlar.

Charles Bukowski
''Yataklar var konuşmak için.
Öpüşmek için telefon kulübeleri.''
Yüzümü size çeviriyorum, siz misiniz?
Elimi suya uzatıyorum, siz misiniz?
Siz misiniz, belki de hiç konuşmuyorum.
Belki de kim diye sorsalar beni
Güneşe, çarşıya, kadehe uzatacağım ellerimi
Belki de alıp başımı gideceğim
Biliyorsunuz ya bir ağrısı vardır gitmenin
Nereye, ama nereye olursa gitmenin
Hüzünle karışık bir ağrısı.
ZONGULDAK
Yerin derinliklerinden geldiler, ellerinde
susmak bilmeyen bir yer altı güneşiyle, ne kadar
diplere bastırılsa o kadar boğulmak bilmez yankısıyla
yüreklerinin.

Ağır ağır geldiler, karanlık sarnıçlardan sıza sıza,
sağır küplerde birike birike, yararak kaslarının içine
yuvarlanmış sızıları ve ciğerlerinde yer etmiş
ışıksız lekeleri.

Geldiler bir büyük sesin harfleriyle ağızları dopdolu,
suskun çamuru küremek için kentin gölgeli
sokaklarından, sıyırıp almak için yıllardır gökyüzüne
birikmiş pası, ovmak için isli alnını sabahın.

Anıt bildiler sıradan ve gösterişsiz bir günü, diyecek
sözleri varsa anıt bildiler, akacak bir yatağı varsa
ırmaklarının ve atacak köprüleri varsa anıt bildiler,
toplandılar o anıtın çevresine.

Sonra her gün geldiler, artarak geldiler, kadınları
çocukları ve alkışlarıyla, yoğurt mayalar gibi geldiler,
pişkin ekmekleri bölüp de paylaşır gibi, su gibi, ateş gibi.

Her gün yeni ağızlar eklendi ağızlarına, yeni
yollarla tanıştı ayakları, her gün yeni kabuklar çatladı,
yeni kulaklar işitmeye başladı söylediklerini, bir kent
oldular sonunda

ve adını değiştirdiler ülkenin.

Kemal ÖZER
when i was entering to room she was stroking own boobs.
Sen ey kendiyle yetinen!
Fosforun yeri gece,
Ne yapar gecesiz ateşböceği?
Belki anlamsız ve delice
Kumrunun inanılmaz yuvası
Bir direğin tepesinde.
Ama boşluktur biraz da
bir kuşu biçimleyen,
Bence böyle, seni bilemem.

Sen ey kendiyle yetinen!
Ne derlerse desinler
Su eğimine gidecek.
Sen şaraba banılmış ekmek!
Deltasıyız bütün sözlerin
ve söz sonunda bak nasıl
senle bana gelecek.

Sen yarım kalmış bir aşkın
Kaçınılmaz sürgünü,
Katlanan göğsündeki kayaya,
Sen orda şimdi bir hüznü köpürt,
Ben bir çocuğa su vereyim burada,
Ben ki kiracıyım bir acıya.

Sen imzalarsın sabah akşam
Defterini bensizliğin,
Bense kanla öderim
Kirasını kaldığım evin.
Bir takvimi tersten açardık,
Eğer isteseydin.

Sen ey kendiyle yetinen!
Artık suyumuz bulanık,
bir güneş bile olsa sonunda,
yolumuz kırık, önümüz karanlık
ve ağır tuğrası alnımızda
padişah yalnızlığın,
ama yine de umudumuz kalabalık…

Metin Altıok
Gözler önünde işte
Gittikçe arınıyorum kendimden
Her giden güzelleşir
Gidiyorum güzelleşmek için
Unutulsun diye çirkinliklerim
Gelecek birisi güzeldir
Gelince güzel değil
Hele gelmişse çirkin
Yaşam, ölüm gelecek diye güzel
Ey güzeller güzeli beklediğim
Kaç saatim, kaç dakikam ya da saniyem
Artık ne gelmek ne de gitmek
Yaşamın en zor yanı beklemek
Hiçbirimiz beklemedik doğmayı,
Doğduğumuzdan beri beklediğimiz
ÖLMEK...
bedava yaşıyoruz, bedava;
hava bedava, bulut bedava;
dere tepe bedava;
yağmur çamur bedava;
otomobillerin dışı,
sinemaların kapısı,
camekanlar bedava;
peynir ekmek değil ama
acı su bedava;
kelle fiyatına hürriyet,
esirlik bedava;
bedava yaşıyoruz, bedava.

orhan veli kanık.
Ki ben mona roza bulurum seni incir kuşlarının kanatlarında.
Ölümden korkmuş değilim hiç
pespayeliğinden
kırılgan gerçi
elleri.
Tek korkum
insan özgürlüğünün
mezarcının ücretinden
ucuz olduğu
bir ülkede
ölmek.
Ahmed şamlu
dARı

Sevmek
Nokta almaz
Çocuklar.

Sevmeye nokta koyan
Sınıfta kalır.

Onun,
Virgülleri vardır
Çocuklar.

Sevmek noktalanmaz;
O, noktadır.

Özdemir Asaf
Demirin tuncuna
Mimarın tokine kaldık.
Ey sevgilim, nerelerde dolaşıyorsun böyle?
Geliyor seni candan seven aşığın dur onu dinle.
Elemi de, neşeyi de beste yapmış diline.
Uzaklaşma şirin yarim.
Yolculuklar, aşıkların buluşmasıyla nihayetlenir.
Her tanrı kulu bunu bilir.

Aşk nedir? Ahret demek değildir her halde.
Çınlamalıdır neşesi bu anın gene bu anın kahkahalarıyla
Çünkü ne olacağı yarının meçhulümüzdür hala,
Boş yere vakit geçirmekten artık yoktur bir salah:
Öyle ise gel öp beni, genç ve tatlı sevgilim,
Ömrü pek azdır gençliğin.
William Shakespeare