bugün

az önce sertaç ortaç'tan mülhem ürettiğim şarkı sözü.

1 saatte 4 sayfa falan ilerleyebiliyorum. çok kasmış.
sene 1980, foucault university of california, berkeley'de misafir hoca olarak ders vermektedir. okulun felsefe bölümünü başkanı, aynı zamanda "çin odası" isimli düşünce deneyinin mucidi john searle ile ahbap olurlar. birgün John rahmetliye der ki, "yahu ben senin derslerini dinliyorum, gayet açık ve net anlatıyorsun, ama kitapların okunamayacak kadar karmaşık, neden anlattığın gibi yazmıyorsun?"
foucault gülmüş ve demiş ki: "fransa amerika gibi değil. eğer orada kolay anlaşılır bir kitap yazarsan seni ciddiye almazlar ve felsefeci falan sayılmazsın. adı konmamış genel kural yazdıklarının yüzde otuzunun anlaşılmamasıdır."

John searle yakın zamana kadar anlatırdı bu hikayeyi. doğrusu foucault şaka mı yapıyordu, yoksa ciddi miydi, kestirmek güç. ancak diğer fransız felsefecilerin kitaplarında da benzer bir yoruculuğa rastlayınca insan foucault'nun söylediğinde ciddi olduğunu düşünüyor.

buna karşılık ben çevirilerin de önemli olduğunu düşünürüm, bir de ilk beş on sayfayı geçip kitabın havasına girmenin önemli olduğunu. bu kural sadece foucault için değil, tüm yazarlar için geçerli. ama yıllar önce foucault'yu türkçe okurken gayet keyif aldığımı hatırlıyorum. demek ki ya benim türkçem iyi değildi, ya çevirmen iyiydi, ya da yazdıklarını anlamayı kendime dert edinmiştim.