bugün

lafın sürekli eski sevgiliye gelmesi durumudur. bazılarınız fazla kapılmışsınız bu kısır döngüye, ileriye bakın, yıpratmayın kendinizi.
özellikle yenisinin olmadığı veya yenisine tam entegrasyonun gerçekleşmediği durumlarda ortaya çıkar..
ayda bir ya ay başında ya da ay sonunda barışmayacak mıyız ile başlayıp ardından senin yüzünden böyle olduk diyen bir kısır döngümüz var.

(bkz: bitse de gitsek)
ne kalabilme ne de gidebilme durumu da olabilir.

ilişkin bir şekilde yürümüyordur, dolayısıyla sevgili ''eski'' sıfatına ister istemez bürünmüştür. Ancak ne kopabiliyorsun ne de tamamiyle bir bütün olabiliyorsundur. Saçma sapan bir hal alır her şey. Ruhun tutsaktır, kendi içinde sürekli kendinle savaş halindesindir. Bu istemsiz tutsaklık içten içe seni kemirir. Kendi iradeni tartmaya çalışırsın. ''ulan'' dersin, ''kim ölmüş aştan? Bu ne hal? bir insan için kendi değerlerimden bu kadar ödün vermiş, bu şekle bürünmüş olan ben miyim? bu olamaz!''
Ama olur işte. Bedenini, ruhunu yöneten şey senden ziyade tutkuların olur.

sırf kendini kendine kanıtlamak adına aslında hiç yapmayacağın saçma şeyleri bir bir yaparsın.
içindeki karmaşayı dağıtmak adına bir çok insan, bir çok ruh harcarsın.
aslında akışına bıraksak günden güne iyiye gidecek olan hayatını, saçma düşüncelerinin ve hırsının eşliğinde günden güne bok edersin.

bu yüzden bu döngülere gerek yoktur. bir insanın varlığı kadar yokluğu da keyif vericidir.
hem kimse dooğuştan beri beraber değildir ki, ölümüne beraber olsun.
varsın giden gitsindir, ne gerek var aşık edebiyatına...

sabah uyandığında duyulan taze ekmek kokusu,
yağmurlu bir günde bir saçak altında içilen sıcak bir kahve,
fonda blues çalarken istemsiz kıpırdayan el ve ayakların,
sıcacık suyun içine boylu boyunca uzanıldığında yaşanan gevşeme,
içtiğin nargilenin uhrevi dumanı...

hayat keyifli arkadaşım.
sadece perspektif meselesi...
oğadar...