bugün

yalan söyleyemeyen insanın error vermesidir.

Onca yazı yazdım, yazdım, yazdım... Bir yandan da başka bir yazılımda bir başka işlem daha yapageldiğimden mütevellit olacak sen benim mac kitlenmesin mi (ulan hani stabildi bu mac.ois, duygularımla oynadın Steve! (şaka len şaka stabil bu :/)) E haliylen de tüm yazageldiklerim silinmesindi a dostlar! Vışşşşşşş! Şimdi, bir daha onların hepsini yeniden yazması zor ama elimden geleni yapacağım...

Buyrun efendim...

Öncelikle, her zaman altını kalın çizgilerle çizdiğim şu hususu vurgulamak isterim; devletlerin dış tehditleri asla değişmezler. Çünkü, devletlerin jeopolitik konumları değişmezler! Evet, biçim değişir, taktikler değişir ama amaç asla değişmez. Dün Osmanlı’yı parçalamak maksadıyla iç çatışmaları körükleyen Batı Emperyalizmi bugün de bunu elde kalan bir diğer alt kimlik üzerinden Türkiye Cumhuriyeti’ni bölük pörçük etmek için uygulamaktadır. (”Ben Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanıyım”) Bu meşhur ve sık dillendirildiği için etkisini kaybetmiş olan "böl/yönet siyasal ve askeri taktiği" Roma/Bizans ve hatta daha eski dönemlere kadar tarihin en klasik ve (neredeyse) hiç bir zaman başarısı şaşmamış askeri/politik stratejilerinden bir tanesidir (Ha şunu bileydin!). (Bu arada, bak hele; şu sözünü ettiğim bir şeyi çok dillendirip etkisinin kaybolmasını sağlamak da manipülatif bir algı yönetimidir he. Misal, "emperyalist", "emperyalist" çok duyuyorsun ya; birisi gerçekten yerinde ve gerekli olup da kullanınca gidip yardım etmiyorsunuz koyunlar ölüyor sonra... Yok lan bu o hikaye değildi...)

Anyway (Neyse diyor kendileri)!

Peki hanımlar beyler... Bu stratejiyi uygulamak için bize neler lazım? (Ümit Usta’nın Mutfağı mısın mübarek!)

Öncelikle bir baş soğan....

Yok be yok... Koy o soğanı yerine hanım kızım; esas MALzemeler şunlardır;

Bir kısım “üretilmiş aydın”... Bu aydınları mümkünse dış bir ülkede yetiştirir memleketin göbeğine salarsın. Bunlar yazar, çizer, atar, tutar ve kamuoyu oluştururlar. Bu o gün de vardı, diğer günler de vardı (Ali Kemal’ler); bugün de ağababaları var...

“Şişşt len öndeki, "vatanı bir kadın memesine satan" keltoş, git sen bana bir demli çay koy getir. Zaten hasta hasta yazıyorum, boğazım kurudu...”

Ö ööömmm...

Neyse, nerede kalmıştık efendim.... MAL... MAL... MAL... Hah MALzemeler...

Sonracığıma illa ki bir azınlık unsuzu şart, bu etnik köken de olabilir, dini farklılıklardan da yola çıkılabilir. Birilerini kışkırtmak lazım ki sorunu onlar üstünden “dünya barışına, oradan dünya halklarının kardeşliğine” eh elimiz değmişken de nihayi hedef itibariyle “küreselleşmeye” bağlayalım değil mi efendim...! (Rockafeller ve Rothschild'giller benle gurur duyacak kihkihkih!)

Aydınımız tamam, azınlığımız burda...

Önemli bir husus daha: nasıl ki soğanı pembeleşinceye kadar bekletiyoruz ve kıvamı gelince marine ediyoruz; işte bu devleti de zayıflayıncaya kadar beklemeliyiz, beklemeliyiz derken zayıflatmak için gerekli iç ve dış çalışmaları yürütmeliyiz. Yoksa bu iş tutmaz. Zayıflatılmalı, bu şart. (Sen karışma Melahat!) Mümkünse dışardan cephe açarak savaşa sokulmalı, yok değil ise uzun vadeli hükumet planlamasıyla iplerinin elimizde olduğu kukla hükumetlerle toplum bilinci ve aidiyet duygusu sıfıra indirgenmeli... (”Yaahuuu ulusalcılıh mı galdı gurbançov?”)

Şimmmdiiii gelsin “dünya kardeşliği falan fişman” derken “küresel yönetim” yemaaaaamız... “E hadin, yiyin gari!”

Bu minvalde bir süredir sistematik biçimde dillendirilen Ermeni Soykırımı Safsatası’nı ele alacağız bu toplantımızda değerli dostlar... Ama bundan sonra biz bu garabete kısaca E.S.S diyeceğiz değerli dünyevi gardaşlarım...

Peki bu toplantımızda podyuma kimleri çıkaracağız?

Vallahi bilemezsiniz...

Yok o değil...

Çık! Yok o da değil...

Artiz ne arar la podyumda?

Dur la dur ben diyiverem sana...

işleyiş:

Efendim önce ben bir girizgah kısmını yapıp sözü ve podyumu Ermenistan’ın ilk başbakanına bırakacağım...

Höööst lan, o ne biçim söz öyle... Hani biz kardeştik? Hani halkların gardaşlığı gurban? Bırakınız konuşsun adam, bırakınız anlatsın yahu...

Sonra da, olayların olduğu iddia edilen dönemde orada bulunagelen bir isveçli Binbaşı podyumda salınacak değerli dostlarım...

Gördün mü bak? Dünya kardeşliği böyle olur mübarek! (Biz çocukken okula 23 Nisan'da yabancı ülkelerden çocuklar getirilirdi, birbirimizle kaynaşırdık (: e Bu gün de 23 Nisan! Çaktın mı uyumu?)

Sonra da ben bitiriş kısmında hadiseyi bağlayıp mikrofonun sapını siz değerli dinleyicelere takdim edeceğim dostlarım, kardeşlerim, canlarım, ciğerlerim, arkamdan kuyumu kazanlarım...

Söze başlamadan evvel önemle belirtmeliyim ki şahsen Osmanlı’dan heeç haz etmem. Zira kendileri kuruluş evresindeki kısa bir süre haricinde Türk kökenlerini aşağılamış, ümmetçi, devşirmelerle dolu bir sarayın çirkin yüzüdür (Konuyla alakalı olarak Erdoğan AYDIN'ın kitapları belgeli araştırma kaynağı olarak tavsiye olunur). Bünyesindeki Türk/Türkmen halklarına eziyet eden, Türklerin hiç bir zaman önemli konumlara gelemediği (istisnalar hariç), derdi tasası ümmetçilik olan bir tuhaf imparatorluktur kendileri. Hatta söze başlamadan Osmanlı topraklarında yaşayan Türkmenlerin güzel bir şiiriyle de girizgahımı süslemek isterim...

Şalvarı şaltak Osmanlı
Eğeri kaltak Osmanlı
Ekende yok, biçende yok
Yemede ortak Osmanlı...

Şak şak şak şak şak şak... (Alkış kıyamet...)

Neyse, kesin laubaliliği. Odaklanın konuya kardeşim. Dünyaaaaaa kardeşim (Bülent Ersoy vurgusuylan)...

Olayın aslı şudur: (Allltaaaaaan nerde kaldı çayım; meme mi emiyon lan sen orda?)

Bu Ermeni dostlarımızın kısmen insanca yaşama kavuşmaları Selçuklu Türklerine tekabül eder dostlar. (Buraları hızlı geçem ki konu dağılmasın he mi gurbançov?) Fatih döneminde ise din ve vicdan hürriyetlerine kavuşurlar gurbançov gardaşlarımız. Hem patrikhanelerini kurarlar, hemi de kendi din adamlarını seçebilirler bu dönemle birlikte... (Oha lan, bu dönemin Türkiye’sinde Türklerin böyle hakları yok. Resmen imrendim, irkildim... “Bağa da piskövit” diye haykırdım salyalı salyalı...) Yine bu değerli dünya gardaşlarımız kendi dillerini özgürce konuşmuş ve kendi çocuklarına Ermeni isimleri vermek konusunda özgür olmuşlardır. (Hele bak sen benzerliklere! Ulan emperyalizm sen nelere kadirsin)... Dur dur bak ne dicem; hatta o dönemde kendileri bu hoş görüye sadık oldukları için Osmanlı’da kendileri “millet-i sadıka” olarak adlandırılmış iyi mi? (Vayyy babanıııı! Saadete gel sen...)

Tabi cicim yılları çabuk bitmiş üstad. Başlamış kaynana “çamaşırları çitile, bulaşıkları yıka, berikini ütüle, senin kıçın mı büyüdü, memen mi sarktı, kız sen niye hamile kalmıyon yoğsam gısır mısın?” demeye...

Öyle değil tabi ki... Şöyle:

Avrupalı gardaşlarımız misyoner okullarının açılması konusunda baskı yapınca ilk çatırtılar baş göstermiş a dostlar. Sonrasında da “Islahat” adlı proje ile Osmanlı’nın içişlerine karışmak suretiyle Ermeni komitelerini kışkırtan Batı, Ermenileri silahlandırmaya da başlayınca zurnanın zaaaaaaarrttt dediği deliğe gelinmiş cümbür cemaat...

Bak hele:

Ermeni diasporasının iddası o ki bir buçuk milyon Ermeni katledilmiş bu hadiseler esnasında...

OHA lan! Sen bubandan dayah yimeğa o adımlarlan mı gidiyon gurbançov, pışıııııkkkkk!

Peki, o dönemin Ermeni nüfusu ne kadardı? (Ne bilem, ne hadardı?)

Lozan Konferansı Heyetine göre: 2.2 milyon

Britannica’ya göre: 1.5 milyon (herhalde sağ kalan tek kızla erkek eşeyli üreyerek bugünkü Ermenileri var ettiler. Vay babanı be öyküye bak! Adem ile Havva’nın moderen versiyonu gibin...)

ingiliz Klasik Yıllıklarına göre: 1 milyon (lan! 500 bini kimden öldürdünüz a salaklar!)

Osmanlı Resmi Arşivlerine göre: 1 milyon 1 kişi (puahaha 1 kişi ne lan? yuvarlasanıza, onu da mı saydınız?)

Şimdi Lozan Konferansı Heyeti dışındaki tüm rakamlara göre soykırım iddiasının gerçek olması ve haliyle başarıya ulaşmış olması demek dünyada Türkiye Ermenisi Irkı’nın hiç kalmamış olması ile eşdeğer bir kavrama denk düşeceğinden olacak ki bu s**imsonik iddianın karizmasına binaen bu rakamı bir anlık gaza gelme psikolojisine bağlıyorum (Ulan o zaman kim göç etti? Hattat başı Rakıp Efendi mi?)

Yani, de hadi bir anlık kızgınlıkla/gazla rakam abartılmış olsun (hani kavgada falan gaza gelinip “git lan istediğini çağır siz bin kişi gelin ben tek olucam lan” dersin ya... O hesap diyek mi? diyek anasını satayım...)

Dedik...
ve devam edelim...

Şimdi bu Ruslar’a dikkat! Ah bu Ruslar yok mu bu Ruslar! Halkların gardaşlığı dedik bağrımıza bastık ya lan!!!

Berlin Antlaşmasından sonra Rus kışkırtmaları artınca ingiliz ve Fransızlar durur mu? iştahları artıyor tabi dünya gardaşlarımızın. Bu ilk adımlarda istenilen sonuç alınamayınca Osmanlı Toprakları dışında Rus Ermenilerine kurdurulan Hınçak ve Taşnak Komiteleri bir dizi ayaklanma girişiminde bulunuyor a dostlar. Bilinen ilk isyan da 1890′da Erzurum’da oluyor. Sırasıyla Kayseri, Yozgat, Çorum, Merzifon olayları da bu hadiseyi takip edegeliyor. Daha sonra Sasun ve Van isyanı ile Osmanlı Bankası’nın işgali ve 1905 Sultan Hamit Suikast girişimi ve 1909 Adan isyanı sürece ekleniyor... (Filmi olsa soundtrack’i Arsız Bela yapmaz mı?)

Bu adı geçen isyanların herbirisi de Osmanlı kuvvetlerince bastırılınca (ki bastırılacağını isyanı tetikleyenler de iyi biliyordu ki ana amaç da şu zaten: ) esas mesele ortaya çıkıveriyor; bu bastırılma vukuatlarını propaganda unsuru olarak kullananlar “müslümanlar hristiyanları katlediyooooorrrr” çığırtkanlığı ile dış müdahaleye zemin hazırlamaya çalışıyor ve işte tam da burada sorunun boyutları da değişmeye başlıyor. (Kardeşçe oynuyorduk, ne başkasına şikayet ediyon oğlum! iş şimdi değişti!!!)

Bu durumlar üzerine (dünyadaki benzeri olaylar karşısında her devletin vereceği tepki gibi) Osmanlı’da zorunlu olarak 24 Nisan 1915′de Ermeni Komitelerini kapatıyor ve 2345 kişiyi Devlet aleyhinde faaliyet göstermekten tutukluyor.

Bu “Tehcir” Kanunu savaş hallerinde iç güvenliğin temini açısından oldukça mühimdir ve haklıdır (hele ki dönemin Osmanlı’sı gibi artık savaşlardan belini doğrultacak hali kalmamış bir devlet için tek seçenektir). Mızmızlanmanın lüzumu yok!

Aynı tarihte Rusya, ingiltere, Fransa ortak bildiri ile Anadolu’da Ermenilerin öldürüldüğünü iddia etmesin mi! (bak sen deyyuslara) ve bu olaylardan Osmanlı Devleti’ni sorumlu tutmasın mı... (oldu mu şimdi bu?)

Delikanlı gibi deyiverin şimdi, dikkatinizi cezbetmedi mi? Bu devletler Osmanlı’nın bölünmesinden ve toprak bölüşümünden birebir faydalanacak olan ve hatta Sevr’deki ilgili madde gereği azınlık isyanlarını zorla çıkartıp, bunu da fırsat bilip “aaaaa Antep’te sorun var, e ben Antep’e çöküyorum dünya gardaşım” diyen emperyal devletler değil midir? Tesadüf mü? (Aşk tesadüfleri sever!)

Ya durun tamam, tamam atmayın... Sustum la sustum...

O zaman şimdi podyuma 1918 yılı Temmuz ayında kurulmuş olan Ermenistan’ın ilk başbakanı sayın Ovanes Kaçaznuni’yi davet ediyorum... (Pis faşistler, durun hezeyana gerek yok... Dünya kardeşliği!!! Ah...!)

Ovanes Kaçaznuni’nin 1923′de Bükreş’te yapılmış olan Ermeni meselesi ile ilgili Taşnak Partisi toplantısında sunduğu rapordan birebir alıntılıyoruz değerli dostlarım:

“1914 Sonbaharında, Türkiye henüz savaşan taraflardan birine katılmadığı dönemde, Güney Kafkasya’da büyük gürültü içinde ve enerjik biçimde Ermeni Gönüllü Birlikleri oluşturulmaya başlandı... ve sadece bir kaç hafta sonra Ermeni devrimci Taşnaksutyan Partisi (EDDP) hem bu birliklerin oluşturulmasına ve hem de bunların Osmanlı’ya karşı gerçekleştirdikleri askeri operasyonlara aktif biçimde katıldık...” ŞOK ŞOK ŞOK! “ASKERi OPERASYONLARA KATILDIK!”

“Biz, kayıtsız şartsız Rusya’ya yönelmiş durumdaydık. Herhangi bir gerekçe yokken, zafer havasına kapılmıştık. Sadakatimiz, çalışmalarımız ve yardımlarımız karşılığında, çar hükumetinin Ermenistan’ın bağımsızlığını bize armağan edeceğinden emindik... Aklımız dumanlanmıştı. Biz kendi isteklerimizi başkalarına mal ederek, sorumsuz kişilerin boş sözlerine büyük önem vererek (dış güçlere vurguya dikkat kesiliniz!) ve kendimize yaptığımız hipnozun etkisiyle, gerçekleri anlayamadık ve hayallere kapıldık...” ŞOK ŞOK ŞOK! “BU KAFAYA ULAŞMAK iÇiN NE KULLANDIK BiZ?!?”

“1915 yaz ve sonbahar döneminde Türkiye Ermenileri zorunlu bir tehcire tabi tutuldu. Türkler ne yaptıklarını biliyorlardı ve bugün pişmanlık duymalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır. Bu yöntem (tehciri diyor) en kesin ve en uygun yöntemdi. Kızgınlık ve korku içinde bulunan bizler, “suçlu” arıyorduk ve bu suçluyu hemen “Rus Hükumeti” ve onun kalleşçe politikaları olarak belirledik. Siyasal açıdan olgunlaşmamış ve dengesiz insanlara özgü bir şaşkınlık içinde, bir uçtan diğerine savrulmaktaydık. Rus Hükumetine karşı dünkü inancımız ne denli körü körüne ve temesiz idiyse, bugünkü suçlamalarımız da o denli körü körüne ve temelsizdir. Siyasal bir parti olarak biz, meselemizin Rusları ilgilendirmediğini ve onların gerektiğinde bizim cesetlerimizi çiğneyerek geçip gidebileceklerini unutmuştuk.” ŞOK ŞOK ŞOK! “TÜRKLER TEHCiRDE HAKLIYDI; BU EN DOĞRU VE KESiN YÖNTEMDi!

“Askeri operasyonlara katıldık. Kandırıldık ve Rusya’ya bağlandık. Tehcir doğruydu ve gerekliydi. Gerçekleri göremedik, olayların sebebi biziz. Türklerin milli mücadelesi haklıydı. Barışı reddetmemiz ve silahlanmamız hataydı. Türklere karşı ayaklandık ve savaştık. Sevr Antlaşması gözümüzü kör etmişti. isyanımızın temelinde itilaf devletlerinin bize vadettiği büyük Ermenistan hayali vardı. Ama biz hiç bir zaman devlet olamadık. Türkiye Ermenistan’ı diye bir devletin hayalden öte olmadığı gerçeğini göremedik. (aç parantez - Türkiye Kürdistan’ı alır mıydınız bir dal? --> Hatırlatalım: Ülkelerin dış tehditleri asla değişmezler. Çünkü, jeopolitik konumları değişmezler!!! - kapa(k) parantez)

ŞOK ŞOK ŞOK! “iSYANIMIZIN TEMELiNDE iTiLAF DEVLETLERiNiN BiZE VADETTiĞi BÜYÜK ERMENiSTAN HAYALi VARDI, KANDIRILDIK!”

“Kişilere karşı suikastler planlayarak ve gerçekleştirerek, bir zamanlar Yıldız Köşkü’nde yaptığımız gibi yapabilir, bu kez başkalarını bombalayabiliriz. Ama niçin? Biz Türkiye’de gürültü çıkarttığımızda bu gürültü sayesinde büyük devletlerin dikkatini Ermeni konusuna çekeceğimizi ve onları bizim lehimize aracı olmaya zorlayacağımızı sandık. Şimdi ise böyle bir aracılığın kaç para ettiğini artık biliyoruz.” ŞOK ŞOK ŞOK! “TERÖRE YÖNELDiK!”

Bu rapor önce Ermenistan’da, sonra Rusya’da ve ABD’de ve nihayetinde de Türkiye’de kitap olarak yayımlanıyor. 1923′de Ermenice, ‘27′de Rusça, ‘55′de ingilizce “The Armenian Revolutionary Federation (Dashnaksoution) Has Nothing To Do Any More” adıyla yayımlanıyor (ingilizce olunca adı ne afili duruyor de mi? Aslında bildiğin "Taşnak Partisi'nin Yapacağı Bir Şey Yok Artık" diyo ya lan! (Ama şimdi Yok Artık şaşırma ifadesi değil, o artık kısmı başa da alınsa olur Türkçesi'nde ama konu o değil... Nasıl dehlizlere soktunuz siz beni ya!). ilk Ermenistan başkanının bu raporu haliyle Ermenistan’da yasaklanıyor, halen de yasaklı...

Durun la durun atmayın tamam susuyorum...

Şimdi podyuma konuğumuz isveçli Binbaşı Hjalmar Pravitz’i davet ediyorum...

Efendim, 1917′de yayımlanan “Nya Daglisgt Allehanda” (Yeni Günlük Çeşitlilik Gazetesi) isimli isveç Gazetesinde, 1915 ve ‘17 yılları arasında Ermenilerle yaşayan binbaşı Hjalmar Pravitz’in yazdığı, 23 Nisan 1917′de adı geçen gazetede yayımlanan yazıda E.S.S.’nın bir yalandan ibaret olduğu yine ortaya konuluyor!

Şöyle der binbaşı; “ “Ermenilerin Acınacak Durumu” adlı kitabı okudum. Baştan aşağı yalanlarla dolu olan kitabı hemen çöpe attım. Her zaman sefilliğe şahit oldum. Ancak, önceden planlanmış bir katliama hiç bir yerde şahit olmadım. Savaşın başında, güvenilmez Ermenilerin, Osmanlı imparatorluğu’nun kuzey kısmından sürülmelerinin sebebini kavramak ve Osmanlı’nın zorunlu nedenlerle bu işi yaptığını anlamak gerekiyordu. Ermenilerin bir çeşit Türk esareti altında yaşadıklarını ve sürekli baskı gördüklerini söyleyen ve yazanların yalan söylediklerini söylüyorum. Öte yandan söz konusu büyük Ermeni göçü hakkında, Türk yetkili kuruluşlarının göçmenlerin sıkıntılarını azaltmak için yaptıkları çabaların çok eksik ve yetersiz olduğunu itiraf etmek zorundayım. Ama hiç bir zaman bu talihsiz insanlara karşı bir Türk saldırısı görmedim. Bir görgü şahidi olarak, göçmenleri gözeten Türk birliklerinin Ermenilere katliam yaptığı iddialarına kesinlikle karşı çıkıyorum.”

ı ımmmm

Efendiler söz yine bende... iki dakika kırın kıçınızı oturun, bitiriyorum...

Son söz olarak belirtmeliyim ki Türk Devleti’nin ısrarla “gelin Tarihçilerin bilimsel araştırmalarına bırakalım / karşılıklı tüm arşivlerimizi açalım” yaklaşımına da olumsuz yaklaşan Ermenilerin amacının en başından beri ne olduğu bellidir. (Olayların göbeğindeki ilk başbakanlarının itirafları da bunu açıkça belirtmektedir) Aslında bu oyunun bir başka versiyonu da bugün başka etnik köken üzerinden oynanmaktadır. Senaryo aynıdır, yöneten aynıdır, sadece piyonlar farklıdır!

Bugün “Ermeni Soykırımı Safsatasını” tanıyan tüm parlamentolar, kongreler ve bilimum alanlar incelendiğinde altında yatan siyasi gerekçeler de görülecektir. Kimse Ermenilerin kara kaşına, kara gözüne bu soykırım iddialarını tanıdığını belirtmemektedir. Ortada ince ve ciddi hesaplar vardır. Yoksa, Rusların dün yaptığı gibi, bu devletler için Ermenilerin hiç bir ehemmiyeti de yoktur, ezerler ve üstlerinden geçerler!

iş bu halde değerli dostlarım; kimi art niyetli, kimi saf/cahil, kimi kendini bilmez kesimlerin ve başta liboşların 23 Nisan’ı bile görmezden gelerek direkt 24 Nisan olaylarına ve Emeni Soykırımı Safsatası’na atıfta bulunması ve çeşitli propaganda görselleriyle “AB Kongresi’nde de Ermeni Soykırımı” denmiş olmasının verdiği zafer sarhoşluğuyla, mesnetsiz bir tavır takınması ne tesadüftür, ne ilktir, ne de son olacaktır.

Kimse boş laf etmesin. Herkes kendi evinin önünü süpürsün... Zira günümüzün Türk düşmanı (kendi deyimiyle “her türlü milliyetçiliği ayaklar altına almış”) liderinin dediğinin tam da aksine “biz soykırımı sizden öğrenecek değiliz” değil de “biz soykırımı sizin kadar iyi bilmeyiz” demek en gerçekçi tutum olacaktır...

Toplantımız bitmiştir. Lütfen Justin Bieber görmüş ergen kızlar gibi podyuma tırmanmayınız! Yazının başlarında da sözünü vermiş olduğum gibi alın bu mikrofon, ahan da bu da mikrofonun sapı...

Bu arada, 23 Nisan ULUSAL EGEMENLiK ve ÇOCUK BAYRAMINIZ DA KUTLU OLSUN...!!!

Tıh tıh tıh eyi gunler!!!