bugün

türkeş mhp'sinde çok büyük etkinliği bulunan sağ görüşlü bir şahıs.ayrıca komando kamplarının kurucusudur.1972 yılında kuşkulu bir kaza sonucu vefat etmiştir.
geri geri gelen kamyonla duvar arasında kalarak vefat etmiş türk milliyetçiliğinin büyük düşünürü. 'ülkücü kadife eldiven içinde çelik yumruktur' sözünün sahibi. vefat ettikten sonra yazılan bir ağıt:

Aman karlı dağlar ne olur
Esker ağam gelende yaralarım ey olur.

Dündar Ağam , çoh görestim hardasan?
Eller sanir bir karanluk gordasan
Mene göre Tanrı nerde ordasan,

Get Cennette nebileri gör ağam,
Muhammedin sağ yanında dur ağam.

Ilduz ahar, yuhudaki er bilmez,
Yol nicedür, degeneksiz kör bilmez
Yadlar helbet gadir bilmez, ar bilmez,

Beş bin yıldur biz tanışuh hey ağam,
Esker ağam, yiğit ağam, beğ ağam,

Nece yıldur, bir işıhlı düşüm var,
Durağım yoh; beyle böyük işim var.
Hele bahın, ne çileli başım var;

Abu Felek merd ağamı apardı,
Ciğerimin bir parasın kopardı

Her gavgede duzah olur, al olur,
Ülkü içün boz tikenler gül olur.
Rehmet yağar ifak sular sel olur,

Şahin kuşu ucalardan av gollar ,
Turan ilde düğümlenür sarp yollar.

Bahar gelür, mökkem buzlar çözülür,
Gözelerden duru sular sözülür
Durmak olmaz! Dündar Ağam üzülür,

Allah deyip, öz yurtlara varalım,
Zalımların bayrağını cıralım

Ataş yanıp tütün göğe ağanda,
Delü kurtlar düşmanını boğanda,
Tanrıdağ'da bayaz aylar doğanda

Dündar Ağam, Ötüken'de toy edek,
Kara kımız göl olanda pay edek.

Beyle yazdım, Türklük bunu tez bilsin
Türkmen bilsin, Yörük bilsin, Uz bilsin.
Kafkas ilde bala bilsin, kız bilsin,

Dündar Ağam heç çıkmasın ürekten,
Sayasında dertleşirih iraktan.
60 darbesi'nde Milli Birlik Komitesi'nde meydana gelen anlaşmazlıklar nedeniyle, 1960'ta Alparslan Türkeş ile "ondörtler" olarak bilinenlerin arasından 14 kişiden biridir. komite üyelerince "emekliye ayrılsınlar" kararları verilir ve zorla evlerinde basılıp, yurtdışında "görev yapmaları" için sürgün edilirler. 5-6 yaşlarında bir ansiklopedi ezberlemiştir. müthiş bir beyin ve zeka gücüne sahiptir. ölümü şaibeli olmuştur.
--spoiler--
Atatürk'ü Sömürenler

Atatürk ismi, bizim solcuların en çok istismar ettiği kelimedir. Önceleri "fese karşı, şapka sol, hilâfete karşı cumhuriyet soldur" diye başlayan istismar, zaman içinde dozunu arttıra, arttıra "Atatürk, bir solcudur" haline gelip dayandı. Artık Vietnamlı komünist, Atatürkçü sayılmakladır. Lenin, Che Guevera, Mao gibi komünist liderlerle Atatürk bir tutulmakta, her komünist Atatürkçü denilmekledir. O hale geldi ki, komüniste yapılan tecavüz, Atatürk'e yapılmış ilân edilerek umumi efkâr bulandırılmaktadır. Bu iddiaları dayandırmak için de Atatürk'ün ağzından vecizeler uydurmak, komünist sloganların altına, "Atatürk diyor ki," diye yazmak ,sahtekârlığı, yaygın bir usûl olmuştur. Bir yandan söylenmemiş nutuklar için belgeler uydururken, el yazısıyla bıraktığı "Komünizm nerede görülürse ezilmeli" sözü isveç'te ne idüğü belirsiz bir merkeze gönderilip, kim olduğu belli olmayan kişilerden sahtelik raporu temin edilmektedir.
Bütün bu uydurmacılığa rağmen Atatürk gerek yaşayışı, gerek tatbikatı, gerekse düşünceleriyle iddia sahiplerinin yalanını açıkça orta koymaktadır.
Atatürk öldüğü tarihte Türkiye'nin en büyük ,servet sahiplerinden biriydi;
Türkiye iş Bankası'ndaki şahsî hesabında, (1.371.210) lira nakit bulunmaktaydı.
Türkiye iş Bankası hisse senetleri:
119.125adet 10 liralık;
569>5000>
Maden Kömürü T.A.Ş. hisse senetleri:
12750 adet nama yazılı
1250>hamile yazılı
125>kurucu
Eğer sermayeye düşman olsa, sermaye ve serveti kınasa. bizzat servet sahibi olmayı düşünmezdi. Bizim sosyalistlerin başlıca iddialarından biri de toprak reformudur. Derler ki: Bizim bütün meselelerimiz toprak ağaları (sahipleri) yüzünden olmuştur. Kimsenin toprağı olmayan bir düzen kurulursa her şey düzelir. Ondan, sonra sloganlar başlar. "Toprak işleyenin, su içenin, kılıç kuşananın at binenin, vs." "Atatürkçü toprak reformu isteriz" "Kahrolsun ağalar", "Atatürkçü gençlik toprak işgalcileriyle el ele", "Yaşasın doğa kanunu", Bu hususla Atatürk'ün tatbikatı şöyledir:
a) Orman Çiftliği (0rman, Yağmurbaba, Balgat, Macun. Güvercinlik, Tahar, Etimesgut, Çakırlar) Ankara'da.
b) Millet ve Baltacı çiftlikleri Yalova'da,
c) Tekir ve Şövalye çiftlikleri Silifke'de,
ç) Karabasamak çiftliği, portakal bahçesi. Dörtyol'da,
d) Piloğlu çiftliği Tarsus'ta...
Toprakta iştirakçilik isteyen, şahsi mülkiyeti reddeden bir kişinin tatbikatı böyle mi olur? Diyecekler ki, "efendim, ölürken hepsini hazineye ve kurumlara bağışladı." Bu hareket şahsi mülkiyetine ne kadar bağlı olunduğunun delilidir. Benden sonrasına karışmam dememiş, nasıl kullanılacağını ölümünden sonra bile iradesine tâbi kılmıştır.
Bütün vesikalar gösteriyor ki, Atatürk Türkiye'nin en büyük sermayeden, en büyük toprak sahibi idi. iktisaden solda değil, sağdadır.

Yâ mânen nerededir?
Solcularımıza göre devletin lâik prensipleri kabul etmesi sol bir işlemdir.
a) Evvelâ Atatürk'ün lâik devrinde Türkiye'de Müslüman azınlık kabul edilmemiştir.
b) Bulgaristan ve Yunanistan'daki bizden kalanlar için ısrarla Müslüman tabiri kullanılmış ve bu tâbirle anlaşmalar yapılmıştır.
c) Devlet hizmetlerinde bir tek gayri Müslim istihdam edilmemiş, hattâ, yedek subay bile yapılmamıştır.
Daha yarbayken yazdığı ve geç neşrettiği bir" kitabında, subayın vazifesini anlatırken şöyle der: "Herhalde askerlerimizin ruhunu kazanmak, bizim için bir vazife olduğu gibi, evvelâ onlarda bir ruh. bir emel. bir seciye yaratmak da Allah'tan ve Medine'i Münevvere' de yatan Cenab-ı Peygamber'den sonra bize teveccüh ediyor."
Aynı kitabın başka bir yerinde bir alay kumandanının nasıl davranması gerekliğini izah ederken: "işte böyle bir cesaretin kurbanı olan alay kumandanının namına. heykel rekzine Cenab-ı Peygamber de razı ve ümmeti tarafından "Hel yeştevi'ilezine ya'lemûne ve'llezine la ya'lemun'' mazmununa bilmr iman-ı fiili gösterilmiş olmasından rehun mahzuz olurdu."
Bu satırların yazarı olan Atatürk, din düşmanı, dini gericilik sayan lâikliği: dini kaldırmak mânâsına anlayan bir kişi olabilir mi? Ya ölürken söylediği son söz: "Dilini tüm içeri çekti, başını biraz sağa çevirerek doktora dikkatle baktı ve Aleykümselâm, deyip komaya girdi"... Evet sayın, solcularımızın kinle. nefretle kınadıkları kimse aslında Atatürk'ün kendisidir.
Solcuların kapitalist toprak ağası ve gerici tarifleri ile kastettikleri Atatürk'ün kendisidir. Çünkü Atatürk fiilen ve dinen sağcıdır. Solcuların kızdığı bütün özellikleri maliktir.
Servet sahibidir.
Toprak sahibidir.
inanç sahibidir.
Ama yine de solcular Atatürkçüdür, sağcılar düşmanıdır!
Dünyanın hiçbir yerinde bu acayiplik yoktur. ingiliz komünisti Churhilci, Fransız komünisti De Gaulle'cü
olduğunu iddia etmez. Ama bizimkiler Atatürkçüyüm demekten utanmazlar. Komünistler, her yerde komünisttir ama, bizde üstelik utanmazdır da.

dündar taşer
--spoiler--
1972 yılında hayatını kaybetmiş, eski mhp genel başkan yardımcısı. ayrıca kendisi millî birlik komitesinden tasfiye edilen 14'ler arasındadır.

ziya nur aksun'un "dündar taşer'in büyük türkiyesi" ve nevzat kösoğlu'nun "dündar taşer" kitapları kendisini tanımak için muhakkak okunmalı.
Bugü ölüm yıldönümü olan büyük fikir ve dava adamı. Ruhu şad mekanı cennet olsun.

Fikirlerin biz Ülkücü gençlere mirastır ağam.

http://www.youtube.com/watch?v=gzoX2ivn_jE

--spoiler--

Get Cennette nebileri gör ağam ,
Muhammedin sağ yanında dur ağam.

--spoiler--
13 Haziran 1972 bir trafik kazası sonucunda vefat eden Dündar TAŞER ağabeyimizi rahmet ve minnetle anıyoruz...
ruhu şad mekanı cennet olsun!..
türkiye'nin meselelerini mesele'de en doğru tesbit eden üstat.
Ülkü Ocaklarının kurucularından, fikir adamı.

--spoiler--
KORKUYORUZ

Korkuyoruz. Akıldan, fikirden, inançtan yürekten korkuyoruz. istiyoruz ki: Kimse düşünmesin, bilmesin, anlamasın. Hele gençler; ot gibi taş gibi, eşya gibi olsunlar; ne dersek inansın, nereye korsak dursunlar.

Devleti, bizim nesil bu kafa ile yönetmek arzusunda. Bunun olmazlığını görünce de "Nedir, nedendir, nasıldır?" diye düşüneceğine, suçu başkalarına yükleyip kurtulduğunu sanıyor.

Son birkaç yılın olayları, devlet ve idare adamlarının bu tutumundan doğmuştur. "Evliyayı umur efendiler" tarafsız olmak, sorumsuz olmak ve rahat kalmaktan başka hiçbir şey düşünmemiştir. Amiri, memuru, müşaviri, cümlesi akıldan, fikirden, tedbirden mahrum ve sorumluluktan firar halinde yaşamıştır.

Suçlar işlenmiş, amma iktidar sahipleri suçlu ile mağdur arasında tarafsız, kamu oyuna karşı da mazur görünmek çabası ile "O da kötü, öteki de" demeyi alışkanlık edinmiştir. Bakanlar, müdürler, memurlar, cümlesi bu yolda yürümüştür.

FKFF diye bir dernek kurulmuş, Türkiye'yi Marksist, sosyalist, feminist bir düzene çevirmek istediğini, bağıra bağıra ilan etmiş, konferanslar, seminerler, açık oturumlar tertiplemiş, yazmış, söylemiş, metodunu açıklamıştır:

"Türkiye'de sefalet var!"
"Türkiye'de yolsuzluk var!"
"Türkiye'de sömürü var!" demiş.

Bu sözleri her usulle her yerde her zaman tekrarlamış. Yazarlar, profesörler, politikacılar tarafından bu iddialar söylene söylene herkesin kafasına yer ettirilmiş. Daha sonra:

"Bu düzen sağ düzendir!"
"Bu düzen geri düzendir!"
"Bu düzen sömürü düzenidir!" demiş.

Genç yazarları, prof'ları , politikacıları tarafından bu iddialar söylene söylene herkesin kafasında yer ettirilmiş, Arkasından:

"Bu düzen değişmelidir!"
"Bu düzen değişmelidir!"
"Bu düzen değişmelidir!"

naraları başlamış, gene aynı kişiler, bunu da söyleye söyleye herkesin kafasına çakmış...

Bu sefer ortaya bir soru atılmıştır. "Verine ne gelmeli?
Yazarlar, prof.'lar, politikacılar dillerini bilemiş ve ortaya fırlamışlar:

"Sosyal adalet gelmeli!"
"Sosyal güvenlik gelmeli!"
"Sosyalizan düzen gelmeli!"
"Bilimsel sosyalizm gelmeli!"
"Marksist, Leninist, Maocu düzen gelmeli!"

Gene o kişiler ortaya fırlayıp, yazmış, söylemiş, anlatmış. Herkesin kafasına bunu da çakmıştır.

Bu herkese bakanlar, müsteşarlar, müdürler, memurlar, politikacılar, şairler dahildir. Bütün yetki kullanıp, sorumluluk taşıyan kişiler, hiç olmazsa bir miktar solaklaşmıştır.

Şimdi yeni bir sual soruluyordu, aynı çevre tarafından: Kim manidir bu işlerin olmasına? Cevabı da verildi:

"Ağalar!"
"Sömürücüler!"
"Kapitalistler!"
"Gericiler!"
"Amerika ve NATO"
.... Veryansın ettiler bu mefhumlara. Bir süre de Türkiye aydını bu şartlanmaya tabi tutuldu. Zemin hazırlanmıştı... Türk aydınının büyük kısmı sola kaymış, toprak sahibine düşman, sermayeye karşı, Amerika'ya hasım, NATO'dan çıkmaya taraftar, gericiliğin (!) aleyhinde bir tutumu benimsemişti.

Böylece birinci safha tamamlandı. Aşağı yukarı 1967 senesi ortalarında Türk cemiyeti bu şartlara sokulmuş oldu.

Şimdi birinci safha açılıyordu. Solun tertipçi ve yöneticileri yeni bir soru ortaya attılar. Bütün bu gerici unsurlarla kim savaşacak? Bunları kim tasfiye edecek? Yeni düzeni kim kuracak? Yazarlar, prof'lar, politikacılar kesif bir tartışma açtılar ve sonunda baştan beri bildikleri cevabı verdiler. Tartışma hükme varmak için değil, dikkati çekmek içindi.

Cevap ilan edildi:
"Askeri, sivil aydınlar!"
"Bürokratlar!"
"işçiler, köylüler!"
Gaye devrim, metot cebirdi. Kim başlatacak? Üniversiteler!

Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) feshedildi; yerine Devrimci Gençlik Federasyonu (DEV-GENÇ) kuruldu ve eylemler başladı.

Boykotlar, işgaller, mitingler, yürüyüşler safha safha icra edildi. Ortam hazırdı: Gençlik gericiliği, sömürücülüğü, ağalığı, Amerikancılığı istemiyordu. Haklı gördüler, tabii saydılar, takdirlerini sundular; oğulları, kızları da bu harekete dahildi. Çocukları kötü bir şey yapmıyordu ki, kendisi de böyle düşünüyordu. Bütün bu olaylar gericilik yüzünden çıkıyordu (!).

Nerede bu gericilik diye sordunuz n m cevap 31 Mart, Menemen vakası, vs. vs.. Bu sayılanlar 50-60 yıllık olaylar, kan ve ateşle bastırılmış hadiselerdi. "Dedem devrindeki işlere şimdi karşı çıkmanın anlamı var mı?" derseniz biraz şaşırıyorlar, cevap zorluğuna düşüyorlardı. Yazarlar, prof'lar, politikacılar onun da çaresini buldular. Faşistler, nurcular, Süleymancılar, şeriatçılar, ümmetçiler, hülasa aşırı sağ ; vardı. Hazırlanmış beyinler hemen bunu ezberledi:
"Aşırı sağ."
Artık iş kolaylaştı; suçlu bulundu. Her kötülük onlardan doğuyordu. Solcuların her işlemi, her eylemi, her şiddeti sağcılar yüzünden idi. Bu sağcılar olmasa her iş yoluna gerecekti... Ve Türkiye aydını böylece sıkıntıdan kurtuldu. Sola açık sağa kapalı; solu hoşgören, sağı yeren bir tavırla olayları seyre devam etti.

Bu işler böylece cereyan ederken bu hoşgörülü erkanın evladı sola şartlanmada hızlandı ve bir gün kendilerini sol eylemin göbeğinde buldular.

Devlet yönetiminde söz sahibi olanların durumu, biraz daha ciddileşmişti. Sola müsamahalı olmak evlat sevgisi ile de karışarak, solu koruma, solu savunma ve sola yardım şekline dönüştü. Vali'nin oğlu, mebusun yeğeni, bakanın kızı solun, aşırı solun saflarında yer tutmuştu. iktidar ve idarenin müsamaha, himaye ve müdafaasını, bu suretle sağlamış olan sol cephe, şimdi üniversite muhtariyetini kullanarak, cemiyeti yıldırıp, kendi iradelerini raim etmek istedi. Onun için, üniversiteye mutlak hakim olmaları şarttı. Bütün öğrencilerin ya kendileri gibi olması, yahut kendilerine itaat etmesi sağlanmalı idi.

Bu maksatla tedhişe giriştiler, öğrencilere baskı başladı. Bu, prof.'tan destek, idareden müsamaha basından himaye gördü. Kamuoyuna arzı ise sağcıların, gericilerin işbirlikçilerin kötülüğüne karşı, gençliğin mukavemeti diye yapıldı.

Solun bu tedhişine karşı öğrencilerin davranışı muhtelif oldu.
a) Bir kısmı sola katıldı,
b) Bir kısmı sola boyun eğdi,
c) Bir kısım da sola mukavemet etti.
Bu direnmeleri yıldırmaya giriştiler. Yurt kantininde oturan Ruhi Kılıçkıran adındaki genci bir solcu çekip vurdu.

Bu hareket, sola boyan eğmeyenlerin bir araya gelmelerine, dayanışmalarına sebep oldu. "DEV-GENÇ"in karşısında "Ülkü Ocakları" böylece doğdu.

Bu direnmeyi yıkmaları lazımdı; yoksa kötü örnek (!) olacaklar ve üniversitenin mutlak hakimiyetleri altına girmesi suya düşecekti. Bu sebeple, solun karşısına dikilen Ülkü Ocakları aleyhine kampanya başladı.

Yazarlar, prof'lar, politikacılar işe girişti. Ülkü Ocakları gerici, şeriatçı, ümmetçi, ırkçı, faşist, kapitalist, velhasıl aydınların kafasına göre neler kötü ise, hepsi ile suçlandı ve bir de sıfat takıldı. Aşın Sağ.
Veryansın ettiler aşın sağa. Fıkralar, makaleler, karikatürler hep onların aleyhine, onları kötüleyen, onları karalayan üslûp ve iddialarla dolu idi.

Bu kampanya, iktidar, idare ve politika adamlarını da şartlandırdı. Hattâ, gizli ve açık emniyet mensupları bile bu şartlanmaya karşı direnmedi, onların kafası da, ülkücüler aleyhine kurulmuş oldu.

Büyük devlet, siyaset, diplomasi adamı, demokrasinin babası ve aşığı ve dahi kurucusu inönü, partisini sola açtığından, rektör evladı solda olduğundan, 31 Mart hatırasına sadakatından ötürü başı çekti ve ülkücü gençliğe hücumu açtı. Artık mesele hal yoluna girmişti. Devrin iktidarı da hem zayıf ve korkak, hem de idraksiz ve aciz olduğundan, basınla, üniversite ile, inönü ve taifesi ile ters düşmektense, o da kafileye katıldı ve veryansın etti ülkücü gençliğe.

Ülkücü gençlerden Dursun Önkuzu, ETYÖ Okulu'nda solcular tarafından işkence ile öldürülüp pencereden aşağıya atıldı. iktidarın içişleri Bakanı, katilleri arayacağı yerde, Türkocağı'nı basıp tarafsızlığını ispata gayret etti.

SBF'de M: Kuseyri isminde bir solcu öğrenciyi, yine bir solcu olan Nejat Arun öldürdü. Polis, katilin derhal tespit ettiği halde, içişleri Bakanı bunun katili falandır diyemedi. Rektör, dekan, prof, asistan önde, bir sürü DEV-GENÇ'li arkada sol yumruklar sıkık, Mustafa Kuseyri'nin katili sağcıyı (!) telin için yürüdüler. iktidar da bel bel bakıp durdu.

Bütün sersemlikler 12 Mart'a kadar birbirini kovaladı. Şeytanla melek, mikropla ilaç, zalimle masum arasında tercihsiz, kararsız, tespitsiz olmak iktidarın politikası, idarenin icraatı ve zavallıların kanadı haline geldi. Herkes tarafsız, mutedil, dürüst olduğunu ispat etmek için "Hem ona, hem buna; hem ülkücüye hem DEV-GENÇ'e, hem sağa, hem sola karşıyım" demek alışkanlığını edindi.

Bu dangalaklığa karşı çıkan tek kişi, tek yetkili ye tek sorumlu Devlet Reisi oldu. inönü'nün Ülkü Ocakları'nı DEV-GENÇ'ten de kötü göstermesine karşı, "Onlar vatanperver gençlerdir" diye gerçeği ilan etti.

Bundan bir buçuk yıl geçti. 12 Mart müdahalesinin birinci senesi oldu. Reform kabinesinin vaadlerine, sıkıyönetim tedbirine, ordunun iktidarına rağmen DEV-GENÇ adam kaçırdı, adam öldürdü, banka bastı, hapisten kaçtı, mahkemeye sövdü, generallere, bakanlara, hükümete faşist, satılmış, işbirlikçi dedi ve demektedir. Ülkücü gençlik ise okuluna girmekte, dersine çalışmakta, vatana millete hayırlı olmak için sükunetle yaşamaktadır. Gene de bakanlar, idareciler, politikacılar bu masum gençlere sataşmakta, suç istinat etmekte, iftirada bulunmaktadır.

Hakkaniyetli görünmek, bitaraf görünmek, mutedil görünmek için, cümle yetki ve sorumluluk sahipleri hem sağa hem sola, hem ülkücüye hem DEV-GENÇ'e karşı oldu! darını ilan etmektedirler.

Emniyet yetkilileri hala ülkücüleri takip etmekte, aleyhinde rapor tutmakta, şuradan kaldırıp buraya sürdürmek için tertipler almaktadır.

Bu kanaatsizliktir. idraksizliktir. Tarafsızlık değil korkaklıktır. Akıldan, fikirden, mantıktan, yürekten korkmaktır.

--spoiler--
Cemil meriç için vicdanını kaybeden bir devrin vicdanı.

'' Taşer haklı: yarınki büyük türkiye'nin başlıca mimarı: şuur, devlet şuuru tarih şuuru. Taşer'i sevenlerin, taşer'den öğrenecekleri çok şeyler var.
Taşer, dizgin tanımayan bir tecessüs, cesur bir idrak ve büyük bir gönül, vicdanını kaybeden bir devrin vicdanı.''

mağaradakiler.
Dündar ağabeyimiz tarihi sevmenin,milletine inanmanın, yarına güvenmenin eşi güç bulunacak temsilcisi idi. Milletimizin cahil sayılan zümrelerinden öylesine ders verici hatırlar naklederdi ki; sevmek bir yana, hayran kalmamak imkansızdı. Ihtiyar bir köylünün: " türk'un cihangirligine inanmayan günaha girer!" demesini anlatırken, heyecanlanmayanın günahkârligindan şüphe edemezdiniz! Ya o "sarkac nazariyesi!" bir yerde okumadım, kimseden duymadın; kendi buluşu idi sanırım.
Türk tarihini bir sarkac'a benzetir, geriye gitme döneminin artık bittigini, ilerlemeye başlamasının kaçınilmazligını nasıl da güzel anlatır inandırırdi.
Tanrı'nın rahmeti üzerinde eksik olmasın.
Yaşayan dündar taşer,galip erdem,bozkurt.
ölümünün 43.yılında saygı ve özlemle andığımız fikir adamı ülkü devi.
TÜRKMEN AĞAM

işit beni, dinle beni, duy beni
Eğlendirmez düğün, dernek, toy beni
Yar beni, hey... Dil beni hey... Oy beni.
Dündar ağam bizi koyup gitti bil!
Uçmağ' içre, bir menzile yetti bil!

Ülkü yolu diken olur, taş olur..
Yağsız ayran, kuru ekmek aş olur..
Kim derdi ki Ağama bir iş olur?...
Kahpe felek bize oyun etti bil!
Attığı taş bağrımıza battı bil!

Uluna da Bozkurtlarım.. Uluna;
Uluna da ince aylar doluna..
Gafil durup güvenirsen soluna;
Başın üzre sefil baykuş öttü bil!
Özyurdunu iki pula sattı bil!

Tanrı bilir; dün de bizim, yarın da...
Bir gün olur, bir sabah tan yerinde,
Dalgalanır dokuz tuğ, gönderinde,
Türkmen ağam nağrasını attı bil!
Otağ kurup gölgesinde yattı bil!

Yol demeyen, yel demeyen yürüyem
Göğüs verem, şu dağlan kürüyem!
Ben Oğuz'un dediği Gök Bürüyem
Yine doğum sancıları tuttu bil!
Tanrıdağ'da kalk borusu öttü bil!

Sanmayın bu, ağlamaya ağıttır.
Bu ağamın kavlince bir öğüttür.
Ağlamak ne? Dündar ağam şehiddir.
Ağlar isen, kaşlarını çatı bil!
Oraları birbirine kattı bil.

NiYAZi YILDIRIM GENÇOSMANOĞLU
Bu gün ağlayacağım, seyyah-ı fakir değilim bugün. Önce Kürşad'la Çin sarayını bastım, Malazgirt'te çılgınca cenk ettim, istanbul önünde dağlardan kalyonlar yürüttüm, cehennemi bir sıcakta Yavuz'la Sina çölümü geçtim... Bir gecede, Mete'den Mustafa Kemal'e kadar gelmiş geçmiş cümle cenklere girdim çıktım. Hepsinden de DÜNDAR nam bir yiğit yitirdim. Yorgunum, kırk yerimden yaralıyım. Ülkümün o sarp engellerle dolu uzun yolunda yılmadan ilerliyordum. Bugün bir kenara oturup ağlayacağım.
O serin ve uhrevi sükune bürünmüş mabedleri bilirsiniz.
Mihrablarda boyatan cennet bitkilerini, mozaiklere sinmiş, emsalsiz Tanrı sevgisini de... Bugün bir mabed içre dünyayı ağlayacağım.
iki sahife Kur'an okuyayım dedim, bir ayet-i kerime gelip boğazıma düğümlendi. Döndüm döndüm okudum. Bir harf dahi öteye gidemedim.
'ALLAH YOLUNDA ÖLENLER iÇiN ÖLÜ
DEMEYiNiZ - BELKi YAŞIYORLARDIR LAKiN SiZ
BiLMiYORSUNUZ... ' Sana güç gelmesin ey âlemlerin Rabbı, yüce kitabını bağrıma basıp ağlayacağım.
Şehidlik... Allah'ın cihan sulhunu temin etmesi için gönderdiği bir milletin hizmetkarı iken ölmek şehidlik değil midir?
O anlattığın hikayeyi nasıl unuturum ağabeyim? Ölümüne şahid olduğum Mehmetçik kan-ter içinde ruhunu teslim ederken ne demişti: 'TÜRK TERLEMEDEN ÖLMEZ' sen onun kumandanı değil miydin? Öyle bir askerin kumandanına yakışır bir derecede ter döktüğüne o kadar eminim ki... Türk ülküsü yolunda döktüğün her misli yaş dökünceye kadar ağlayacağım DÜNDAR ağabeyim..."
Dilaver Cebeci, Devlet Gazetesi, 26 Haziran 1972
" Türkeş'in Yanlışı, Benim Doğrumdan Daha Doğrudur."

Büyük Türk Milliyetçisi, Dava Ve Gönül Adamı Dündar Taşer'i' Vefatının 44. Yılında Rahmet, Minnet Ve Saygıyla Yad Ediyorum.
Ruhu Şad, Mekanı Cennet Olsun.
"Türkeş'in Yanlışı Benim Doğrumdan Daha Doğrudur."

Büyük Türk Milliyetçisi, Dava Ve Gönül Adamı Dündar Taşer'i Vefatının 45. Yılında Rahmet, Minnet Ve Dualarla Yad Ediyor, Şükranla Anıyorum.
Ruhu Şad, Mekanı Cennet Olsun.

görsel
görsel

"Bu vatanı birkaç nazariyecinin safsatasına, birkaç hainin hesabına, birkaç ahmağın gafletine kurban etmeyeceğiz!"

Dündar Taşer.
gaziantepli tankçı türk subayı . kaza
görüntülü bir suikast sonucu vefat etmiştir .
bu ve benzeri olaylarla mhp içindeki düzgün , kaliteli
insanlar sindirilmiş , karanlık olaylar başlamıştır .
"Seyyid-i Şüheda'i Kerbelâ" yolunun yolcularından, Türk Milliyetçilıği timsali, mekânı cennet-i Cemalullah olsun. (13 Hazıran 1972 - Ankara)