bugün

üniversite yıllarım, kamplaşmalar, toplumsal sorunlar, ideolojik çatışmaların tavan yaptığı dönem. en yakın arkadaşım ali bulaç. sürekli beraberiz, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez. benden tek eksik yanı, sevişmeyi pek sevmezi o dönem. sonradan naptı netti bilmiyorum, maçtan sonra aramız biraz açıldı...

evde oturuyorum, üç tane asena kollarımın altında ali karşımda havadisleri okuyorum. kapı çaldı, bir an korkmadım desem yalan olur ama bende allah vergisi cesaret var, tam bir baş belasıyım herzamanki gibi, ali bir an gözlerime baktı, çekil, dedim. asenalar kollarımdan tutuyor, yapma yiğidim, gitme, etme, etme...

silahımı elime aldım ve hazneye yavruyu verdim, yan yan kapıya yaklaştım, delikten baktım. kampın karşı tarafında benim misyonumu yaşayan deniz, tereddütsüz açtım kapıyı. ne kadar zıt ideolojilerde olsakta kendisi saygı duyguğum ve sevdiğim bir tartışma arkadaşımdı. yanında da mahir çayan.

çizgimden sapmamak adına sert bir tavır sergilemek zorundaydım, yoksa boynuna atlayıp sarılmak, yanaklarını sıkıp, öpmek istiyordum. yapamadım. o günden beri aklımdadır, yanlış taraftamıydım? diye. farketmezdi.

"noldu?" diye sorduğumda, "maç yapıcaz" dedi. nedenini merak ediyordum bunun altından birşey çıkmasından çekiniyordum, hayır fiziksel bir yaradan değil, ideolojik bir hezimete uğramaktan korkuyordum. o anda cevap veremeyeceğimi anladım hemen mahir'e sardım,

"nasıl gidiyor faşiste kayan? ehehe. 40 yıllık suni olur mu huni?" diye espri yaptım. bıyık altından güldüğünü belli etmemeye çalıştı ama anladım. o kısa sürede yanıtımı kafamda netleştirdim.

"nerede ne zaman?"

"yarın... çulluk vakti çökmeden, dikmen'de geniş arazide. kalenizi yanınızda getirin."

içeri geçtim. ali korku dolu bakışlarla gözlerime bakıyordu, asenalar bendeki telaşı anlamıştı ama soru sormaya korkuyorlardı. 20 dakika sessizce oturdum. ali en sonunda dayanamadı.

"abi...?"

"ali sağlam kaleci var mı?"

"var, kartal yaşar."

"stoper?"

"ben varım reyis."

"ponpon kız?"

asenalar hemen atladılar, bu yolda ölümü de ponponluğu da göze aldık, dediler. gençlikle gurur duydum.

ertesi gün olduğunda okula girişi yaptım, denizler kapıda bildiri dağıtıyorlardı, ses etmeden usulca okula girdim. rektör karşıladı, müdehale etmeyecek misiniz? dedi. bugun problem istemediğimi söyledim ve omzuna hafif dokunarak yoluma devam ettim.

amfiye girip elime kağıtı kalemi aldım. kadro yazmaya başladım. dikmen'de ufak bir alan maç yapacağımız yer. deniz'e ne kadar diretsemde 7-7 dönmez diye ısrarcı kaldı ve beni ikna etti. 7 kişi bulacaktım. sağlam kadro şart. kaleci, stoper ve santrafor tamamdı. 4 eksik vardı. aklıma ilk abdullah çatlı geldi.

"çağırın" dedim. abdullah'ta kara kuru bi talebe o dönemler, abi abi diye ağzımın içine bakarlar. seni göbek oynatıcam dediğimde gözleri parladı.

"abi top mu saçıcam?"

ağzına tokadı vurdum, 120 kişilik amfide mahşer sessizliği oldu.

"ben ne dersem o!"

"peki abi."

mahçup oldu, biraz da pişman olmadım değil. hala 3 kişi eksikti. ibrahim şahin'le kuzeni geldi aklıma. onlar da sağ ve sol bekte iyi birer ikili olabilirlerdi. abdullah'la onlara da haber yolladım, tek eksik kalmıştı, kimi almalıyım diye düşünürken çulluk vaktinin çöktüğünü farkettim apar topar 5 tane fikir arkadaşımı topladım, biz önde asenalar arkada dikmen'e doğru ilerliyoruz. hava hafif puslu, bellerimizde altıpatlar, yüreğimizde cesaret, gözlerimizde ateş...

sahaya vardığımızda deniz tam kadro sahada ısınıyordu takımıyla beraber.

"selamın aleyküm beyler." diyerek sağ ayağımla demir tellerin üzerinden atladım. ali bulaç'ın ispanyol paçası demire takıldı cart diye yırtıldı. bir süre ona güldükten sonra asenaları sahaya saldım bizi motive etsinler diye,

"oooooo sağ taraf sağ taraf,

çıkacak sana elbet af,

yolkuğun sanki araf,

et şunları bertaraf.

oooooo"

şeklinde bizleri destekliyorladı fakat hala 7. miz eksikti. ibrahim kaypakkaya'yı gördü gözlerim bi an, yüzüme bile bakmıyordu. çekirdek çitliyor bakışlarımın farkında tedirgin bir şekilde bekliyordu. usulca yanına yaklaştım, dizine hafice dokunarak, naber ibo? dedim. ses etmedi, yokmuşum gibi davranıyordu, ona kendisine aslında ne kadar saygı duyduğumu, diyarbakır'da olanların hesabının elbet sorulacağını söyledim, bir süre bana enteresan şekilde baktı ve sarıldı. deli gibi ağlıyordu.

"abi beni takıma almadılar, abi ben harika forvet arkasıyım aslında, topta benim ama beni dışarda bıraktılar..."

kıyamadım. aslında ibrahim daha çok ofansif özellikleri iyi olan bir oyuncuydu benim ihtiyacımsa gattuso tarzı bir oyuncuydu ama kıyamadım.

"gel bizden oyna." dedim. abi davaya ihanet edemem dedi. ağzına 2 tokat attım, ne davası? burada dava yok, dostluk kazanacak iboo!

denizlerin yanına gitti ve onay istedi, denize göz kırptım o da hafifce gülümseyerek ibo'yu yanıma yolladım. malzemen var mı dedim, yok, dedi. hemen ali bulaç'la abdullah'ı eve gönderip 38 numara krampon, şort ve yeşil tişört alıp gelmelerini söyledim.

hagi gibiydi ibo, 38 numara ayak, adrese teslim paslar, 90'a şutlar...

yetenekli cocuktu vesselam...

maça hazır hale geldi iki tarafta, denizle gayet resmi bir selamlaşmayla yazı tura atışı için kenan evren'in yanına gittik.

"paşam bugün çok seksisiniz." dedim. teşekkür etti ve tercihimi sordu, deniz'i işaret ederek, "o sölesin ilk" dedim. acı bir gülümsemenin ardından deniz'e sordu, deniz'in cevabı belliydi,

"atam!"

kenan paşa parayı havaya attığı anda paraya daldım, bu parada deniz'in dediğinden başka seçenek gelemez paşam, müsade edin deniz seçsin top mu kale mi?

deniz kale'yi seçti tunalı tarafındaki ve elimi sıkarak uzaklaştı. kenan paşa onun elini sıkmadığı için biraz bozulmuş gibiydi, ben yan hakemler, ali rıza altınok ve süleyman demirel'di. kenan paşa yardımcılarıyla gözgöze geldi ve kısa ve tiz bir düdükle ilk yarıyı başlattı, atak olan taraf denizlerdi, daha organize ve kombine geliyorlardı. kalecileri de mahir'di, sağlamdı. yerden ve birebirde harika bir kaleciydi.

çok sıkıcı bir ilk yarının son dakikasında, abdullah çatlı orta sahada pası bana atmak isterken deniz araya girdi ve ataol'a pasını verdi. ataol bi anda ali bulaç'la karşı karşıya kaldı, bütün gücümle bağırıyorum,

"aliiiii sağını kapat sağını kapaaaat"

sen ali'sin bi anda pat diye dur,

"neresini neresini az baaaaar" demesin mi?

ataol seri bi hareketle ali'nin yanından fırladı gitti, kalede kartal yaşar var, fena değil, umutluyum. karşı karşıya kaldı, ibo arkadan koşarak geldi, ataol'a çift daldı bi anda. kısa süreli bi sessizlik oldu, hem ceza sahasında hem de kasti yapılmış bir hareket vardı sonuçta ortada. kenan paşayla gözgöze geldim,

"paşaaaaaaaam.........."

kenan paşa mosmor olmuştu, gözleri felfecir, hemen anladım durumu. hareketi yapan ibo, siki tutacak takım bizdik. kararsızdı. ataol yerde, denizgiller kenan paşa'nın başında itiraz ediyorlar. kenan paşa'mın gözleri dolmuş napacağını bilmiyor. bir yanda gururu, bir yanda adaleti...

"netekim pozisyon nizami" dediği anda denizgiller elleri arkada paşam'a itiraz etmeye başladılar, ben olayın vahametinin farkındayım uzaktan izliyorum mahir'le beraber. ibo'ysa ataol'un yanında,

"abi bişi var mı?", "iyi misin?" gibi şeyler soruyordu. maç içinde böle şeyler olabileceğini, yanıma gelmesini söledim.

uzun itirazlar sonuç getirmedi, kenan paşa,

"beyler hakem kararını cumhurbaşkanı bile gelse değiştiremez biliyorsunuz, netekim cumhurbaşkanı'da benim ve öle bi talebim yok. ilk yarı bitmiştir. 10 dakikanız var."

dedi ve iki taraf soyunma banklarına geçtik.

ibo'yu sertlik konusunda uyardım, kendisini savundu, yapacak birşeyim yoktu, dedi. sesimi çıkarmadım.

abdullah ve ibrahim dökülüyordu. beyler kendinize gelin diyerek birer tokat attım ağızlarına, abdullah biraz bozulur gibi oldu,

"derdin ne lan senin?" dedim.

"abi kaptan ben olmak istiyordum ya." dedi.

"al ulan al, bu mu senin derdin, bu mu ideolojini savunma şeklin senin, terbiyesiz, al!!" diyerek pazubandı suratına fırlattım.

"abi öle deme kız izlemeye geldi, o kadar söledim kaptan benim gel diye ama sana söleyemedim çekindim." dedi. yumuşadım, göz kırptım.

abdullah'la ilgilenirken 5 dakika kaybetmiştik bile, 5 dakikada gereken taktikleri verdim.

ali rıza altınok devre arası rutin file kontrolünün yaparken ayağını fileye takmış, koyun gibi çırpınıyordu, koştum ona da yardım ettim. maçın akılda kalan güzel anılarından biriydi, zaten sülayman demirel ve kenan paşa biraraya gelerek ali rıza altınok'a kıkır kıkır gülüyorlardı. ali rıza altınok'sa;

"paşam siz bari yapmayın ya, alışamadım spor ayakkabıya, ehehe." diyerek hepimizi güldürmüştü.

2. yarı deniz bana selam bile vermeden takımıyla biraraya geldi ve galibiyet sözü verdiler. herşey artık hazırdı.

o dönemin önemli düdüklerinden kenan paşa düdüğü tekrar ağzına götürdü ve 2. yarıyı başlattı. ilk yarıya biz başladığımız için denizler santrayı yaptılar ve ataol topu bizim korner direğine yakın bir yerden taca bıraktı.

şok olmuştuk, bu ney amına koyim diyen gözlerle birbirimize bakarken ibrahim şahin taç atışını bu panikle rakibe, ataol'a teslim etti. ataol'da bitiriciliği ve determination'ı yüksek yüzdeli bi santrafordu, topu aldığı gibi kartal yaşar'ın üzerinden topu aşırarak ağlara gönderdi. kenan paşa kısa bi tereddütün ardından mecburen de olsa golü verdi. süleyman demirel orta sahaya koşamıyor, koşarken yalpalıyor, düşecek gibi oluyordu. bu gördüntü yediğimiz golun stresini üzerimden atmaya yardımcı oldu.

hemen orta sahaya topu diktim ve ibo'yla abdullah çatlı'ya santra yapmalarını ve topu bana verip çapraz koşu yapmalarını söyledim.

apo tutturdu,

"ben bunla santra yapmam."

ibo da,

"asıl ben senle yapmam."

sinirden kendimi sikecektim, takım içindeki dengeler bozulmak üzereydi, abdullah'a kolunda taşıdığı pazubandı hatırlatarak,

"misyonunu bil lan terbiyesiz, boşuna mı takıyorsun sen o bandı? hakkını ver hakkını!" diye çıkıştıktan sonra abdullah gevşedi, ibo'da abdullah'a bağırdığım için santrayı yapmaya yanaştı. düdükle beraber top ayağıma geldi, ibo ve abdullah nefis çapraz koşular yapıyorlardı, deniz karşıma geldi 5-6 metre sonra, çetin bir ikili mücadeleye girecektik belliydi, belkide maçın özetinde yer alacak bir mücadele...

deniz'in sağından atıp solundan koşmaya başlaıdım, seri bi cocuktu, hemen uyandı ve hemen yanımda depara kalktı, bir adım öndeydim topa ayağımı uzattığımda deniz bir adım geride kaldığı için faul olmasın diye müdehale edemedi. önüm açılmıştı ve ibo, abdullah koşularını tamamlamak üzereydi defansın dengesinin bozulduğu anda ibo'ya nefis bir arapası bıraktım, kaleciyle karşı karşıya kaldı, abdullah'ta topun hizasında boş kaleye gol atmak için,

"at at boşum at atttt." diye bağırıyordu. ibo pası abdullah'a verdi abdullah'ta harika bir vuruşla topu 90'a astı. sevinç yumağı içerisinde sevinirken denizler kenan paşa'ya ofsayt diye itiraz ediyorlardı. kenan paşa pozisyon'un gol olduğunu söyledi ve ekledi,

"asmayalım da besleyelim mi? ehehe" kimse o anda bu lafın ne demek olduğunu anlayamamıştı tam o sırada süleyman demirel taç çizgisinin oradan bağırdı,

"kapatalım da gençler bizi mi siksin?"

bu esprinin ardından denizgiller yumuşadılar ve santra yapmak üzere topu almaya geldiler kaleye fakat abdullah topu kucaklamış mahir'le kavga ediyor top için. abdullah diyor ben dikicem topu santraya, mağlup takımız, racondandır. mahir de diyor, burada senin raconun geçmez bilader.

deniz'in yanına gittim ve olay tatsızlaşmadan kaptanlar olarak müdehale edelim dedim. kabul etti. o mahir'e ben abdullah'a gerekeni söyledik.

mahir'le abdullah elele topu santraya getirip beraber diktiler.

maç tekrar başladı, birkaç tehlikeli atak dışında pek pozisyon yoktu. son dakikalar yaklaştığı anda oyun tempo kazandı ama iki tarafta temkinli olduğu için çok net şanslar yakalanmıyordu.

4. hakem mürsel karataş oynanmayan süreyi 2 dakika olarak bizlere belirtti ve hepimiz heyecanlandık. beraberlik kenan paşa'nın gözünde bizleri bitirirdi, yenmemiz şarttı. ibo topu orta sahada aldı ve depara kalktı ben sağında abdullah biraz önünde koşuyordu. çok hızlı atak geliştiriyorduk. ibo bencilce davranarak kaleyi uzaktan sert bir şutla denedi, ibrahim şahin'de defanstan gol atarım da elin gözüne girerim diye defans kademesini bırakmış atağa katılmış...

ibo'nun sert şutu direkte patlayıp bizim yarı sahaya kadar geri tepti, yine ataol...

topu gögüsüyle yumuşattı ve defansta kalan 2 kişiden birini geçti, ibrahim şahin'in kuzeni tek başına ataol ve sağ taraftan bindiren denizle karşı karşıyaydı, içimden yarrağı yedik diye geçirdiğim anda ataol nefis bir pasla denizi topla buluşturdu, kartal yaşar'da açısını daraltmak için kalesini terkettiği anda deniz seri bir bilek hareketiyle yaşar'ı da geçti ve topu boş ağlara gönderdi.

yıkılmıştık... onlarsa bu fiziki ve ideolojik savaşı kazanmanın haklı gururuyla seviç gösterilerinde bulunuyorlardı, kenan paşa orta sahaya çökmüştü, ali rıza abiyle süleyman demirel kolonyayla bileklerini ovuyorlardı,

"oooy anam oy, başıma bunlarda mı gelecekti?" diye ağıt yakıyordu. utanmıştım, ama yapacak birşey yoktu, ibo'yu çağırdım ve teşekkür ettim.

"kendi saflarına dönebilirsin ibo." dedim. koşa koşa ideolojik dostlarının sevincine katıldı. ali bulaç yanıma geldi.

"gidelim mi abi?" diye sordu.

3 asenaya işaret ettim ve beraber ayrıldık.

o günden sonra hepimizin hayatı değişti...
Üzerinde biraz daha çalışılması gereken tarihi-fantastik bir hikaye. Biraz daha zorlasa roman olur belki.
cidden biri okusunda anlatsın kısaca bize. merak ettim.
ayrıca (bkz: özet geç pis)*
hayal gücü inanılmaz derecede olan favre brand döktürmüş. kitap olmasa da komedi dalında bir filmle gişe rekoru kırabilitesi yüksek.