bugün

tipik yurdum insanıdır.

her akşam, işten eve dönüş yolculuğuna arkadaşlık yapan otobüs camlarına söyler hep bunu;

"bir emekli olayım, gideceğim buralardan, inek, keçi, koyun içinde yaşayacağım"

ancak zavallıdır, pes eder ya da ettirilir bu hayallerinden. kabullenir, heidi gelir aklına, peter ile yuvarlandıkları çayır çimeni düşünür, efkarlanıp bir cigara yakar ve elli aileninin yaşadığı beton yığınlarının içinde ölümü beklerken aklına aniden los angeles lakers ponpon kızları düşer. ardından gözleri ufukta seslenir,

"hanım acılı bir kahve yap."
kalabalıktan, trafikten, yalandan, insanlardan, televizyondan, gazeteden kaçmak isteyen kişidir.
hevesinin geçmesi için bir kurt ulumasını duyması yeterli olacak insandır.
(bkz: uzaktan davulun sesinin hoş gelmesi)
fantastik insandir.

(bkz: aa bu benim lan)
bu hayalini bir gün mutlaka gerçekleştirecek olandır. nasıl bu kadar eminsin diye sormayın annemle babamdan biliyorum.

aslında annem ve babam bir gün bizi dağda yaşatacaklarının sinyallerini yıllar önce vermiş. heyhaaat anlamamışım.

sevgili annem daha ben babamın portakalında c vitaminiyken, babamın ilk tayin yerinde sağlık ocağının lojmanında bir adet kartal - evet yanlış duymadın kartal zavallıcığı babamla dolaşırken yaralı bulmuşlar ve kıyamamışlar evde tedavi etmişler-, bir adet kuzu - bunu da babam muayeneye gittiği köyde görmüş eşim çok sever kuzuları deyince hediye etmişler- bir adet kedi - beş tane yavrulayıp ikisini yiyebilen bir kedi- , bir adet de köpek besleyebilen bir bünye olarak yıllar sonra çekilecek ızdırabın temellerini atmış.

neden sonra istanbul'a gelmemizle apartman hayatında depresyona bağlayan, dırdırcı, çekilmez bir kadın haline gelen sevgili annem biraz oyalansın diye babam o zaman istanbul'un dağlık kesimi uç uçmaz kervangeçmez bir kasaba olan çavuşbaşından bir arsa almış.

evet çocukluğum sırf bu yüzden kümesinden her geçişin önünde kabaran hindiler, olur olmaz yerlerde çiftleşen ördekler, yine o dağ başındaki gelincik denen bir tür ruh hastası hayvan tarafından boğulan civciv tavuk arası geçiş formları, tavuklar ve horozlar arasında geçti. sevgili valideciğim kendi elleriyle besleyip büyüttüğü hayvanları kesip, temizleyip, ütüp, sofraya yemek olarak koyar iğrenince de - e çocuk kalbi hukukumuz olmuş hayvanları beslemişim, kalkıp nasıl yiyeyim- da niye yemiyorsunuz bunu yemeyene başka yemek yok diyerek o tertemiz masum kalplerimizi nasıl da yaralardı ühü. ( yazar burada duygu sömürüsü yapıyor duygulanma hemen)

1999 depremiyle birlikte zemini sağlam ilan edildiği için resmen konut istilasına uğrayan ve değer kazanan çavuşbaşı sayesinde bu dağ başında zorlu koşullarda - otobüsün geçmemesi, üsküdar'da yağmur yağarken yerlerin karla örtülü olması, korusun diye eşşek kadar kangal besleme gibi koşullar diyorum- yaşam mücadelesine de başlamış bulunduk.

uzun lafın kısası, bu bir tür takıntıdır, bu takıntıya sahip olanlar da itirazlara kulak asmaksızın bu isteklerini gerçekleştirirler.

meraklısına not: annem hala tavuk falan beslemek istiyor, uzman psikologlar varsa irtibata geçsin, çıldırciiiim.
bakın size ne anlatacağım; yıllardır duyarım, anadolu'nun cennet köşelerine (özellikle karadeniz bölgesi) yaz aylarında yolu düşenler, birkaç günlük tatillerinde iş-güç düşüncesi olmadan gezip tozarken, şehrin havasının, suyunun pisliğinden dem vurarak hep buralarda yaşamak düşüncesinden, emekli olunca gelip köye yerleşeceklerinden falan bahsederler. evet, bir kısmı gelip köyünde ev yapar emekliliğinde, yaz ayında kalır bir kaç ay, sonra çeker gider yine... işte asıl mesele burada; dağ başında yaşama heveslilerini, yazın güzel, sıcak günlerinde değil, 6-7 ay karın kalkmadığı, dışarıda 5 dakika kalsan sakalının bıyığının buza kestiği, içme sularının donduğu, elektriklerinin kesildiği, yollarının kapandığı kış aylarında görmek isteriz. asıl o zaman anlarlar dağda yaşamanın ne olduğunu...
bodrum da organik domates yetiştirme hayali kuran metropol insanı ile aynı mentalde insan.
dağa çıktığındada şehirde yaşamak isteyen yurdum insanı.