bugün

insanların iletişim için emek harcadığı zamanlardır. sevgiliye ulaşmak için emek harcandığın, arkadaşlarla buluşmak için efor sarfettiğin, herkesin daha düşünerek program yaptığı zamanlar.. karizmayı ilk çizen çağrı cihazları olmuştur.
Sevgililerin birbirlerine mektup yazdığı zamanlar..
çağrı atmak kavramının henüz ortaya çıkmadığı zamanlardı.
ankesörlü telefon kullanımının tavan yaptığı zamanlar.
her yerde ulaşılabilir olmadığın az da özel hayatımızın olduğu zamanlardı.
türk telekomun daha çok kazandığı zamanlarla aynıdır.
cep telefonunun olmadığı zamanlar ankesörlü telefonlardan yararlanabiliriz.
1994 ve öncesi zamanlardır.
güzel zamanlar.
ergen kızların trip atamadığı zamanlardır.
neredesin sorusunun sorulmadığı hatta soranın salak kabul edildiği zamanlardı.
özlemeye vakit bulunan dönemlerdi. bugun oldugu gibi harflerle ifade edilmiyordu aşk nefesin nefese değmesi gözün göze değmesi ile anlatılırdı sevgi...

her şey bu kadar hızla ilerleyip hızla bitmiyordu. aynı aparatifler gibi 20 dakikada onlarca çeşit yemeği tabağımıza tıka basa doldurup bitirdiğimizde yediğimizden hiç tat alamadığımız gibi kısacık ömrümüze onlarca insan sığdırıp hiçbirinin adam akıllı tadını alamadan es geçiyoruz...
sevgililerin özlendigi zamanlardır onlar geriye bakıldıgında cok eskiymis gibi gelen zamanlardır.
Baya gerilere gidersek güvercin vardır ateş vardır iletişim gerektiğinde.
Sonralarda mektup vardır.
Ama şimdilerde olduğu gibi herkesin her şeyden haberi yoktur.
iyidir güzeldir.
bakıyorum "çocuğunuza 10 yaşından önce cep telefonu almayın" diye uyarı yapıyor uzmanlar. 5 yaşındaki veledin bile cep telefonu var demek. bizim zamanımızda böyle miydi... imkansızlıklar içinde büyüdük biz. yokluktan arkadaşımı hesap makinesi ile aradığımı bilirim.

üniversite yıllarında harçlığımı çıkarmak ve bedbaht aileme olan yükümü hafifletebilmek için amelelikten öğretmenliğe her işi yapardım. bu bapta iyi para bırakan işlerden biri araba sayıcılıktı. bilen bilir, trafik yükü hesaplarında falan kullanılmak üzere bir yoldan geçen araçların sayısı lazım olur. tüm gün, saat saat kaç otomobil, kaç kamyonet geçti o yoldan sayılır kayıtlanır. bu iş de öğrencilere ihale edilir işte daha çok, yol kenarına oturur sayarsın. işteki ilk gününde birinci saat dilimini süper dürüst bir şekilde tamamen sayarsın. ikinci saat diliminde bir kabullenme yapıp, yarım saat sayar 2 ile çarparsın. sonra o da çok gelir.. gide gide akşam olduğunda her dilimde sadece 5 dakika sayım yapıp adetleri 12 ile çarpar hale gelmişsindir. gözetmeni olur, yoklayıcısı olur bırakıp gidemezsin, orada duracaksın. sıkıcı da olsa 96-97'de günlüğü 50 milyondu bu işin. para peşin kırmızı meşin...

neyse efendim sadede geleyim, işte böyle ekmeğimi yoldan çıkaracağım bir gün levent'te konuşlanıp, büyükdere caddesi'nden geçen araçları sayacaktım. yol kenarında gelip geçenin meraklı bakışlarından kurtulmak için biraz daha sote bir yer aramaya başladık. yanımda da arkadaşım var bana eşlik eden. şans eseri, üç beş apartmanın arka taraflarının baktığı, yolu da bir aralıktan cillop gibi gören çimenlik bir yer bulup yerleştik. arkadaşım sigara, kola falan alayım diyerek kalkıp gitti. ben de 5 dakikalık sayımımı yaptım, açtım leman'ımı okuyorum. etrafta şu çöplerden kağıt vb toplayan adamlardan biri dolaşmaya başladı. bana dik dik baktığını fark etmemle
dikkatimi çekti ilk. önce önemsemedim ama adam işini bitirdiği halde gitmeyip, gözünü benden ayırmadan bakmaya devam edince hafiften tedirgin oldum. ben hadi gitsin artık ya da sevgilim gelsin diye beklerken, adam yalandan bir şeyleri kurcalaya kurcalaya gide gide bana yaklaşmaya başladı. ben la noliy, yok canım falan diyerek kendimi sakinleştirmeye çalışırken adam gözünü ayırmadan 1-2 metre dibime kadar gelmişti. gündüz vaktiydi, levent'teydik ama bulunduğumuz yer acayip soteydi, in cin top oynuyordu. kalkıp yürüsem herif gidebileceğim tek yolun üstündeydi, arkadaşım ortada yoktu. paniklemiştim, derhal bir şey yapmalıydım. o yıllarda cep telefonu vardı ama ortalıkta görmezdik, çok pahalı bir şeydi. sadece biliyorum televizyondan şuradan buradan. aklıma o geldi. hemen çantama uzanıp kılıfsız casio fx5500'imi çıkardım. ekranı var, tuşu var... cillop gibi cep telefonuydu işte daha ne olsun. tuşlarına bastım bilmiş bilmiş, sonra kulağıma dayayıp bağıra bağıra konuştum:

- alo? haydar abi nerde kaldın ya! geldin mi toplanıyım mı ben? ha geldin köşedesin tamam. tamam gel hadi bekliyorum...

heybetli olsun diye gıyabında kendisine haydar abi diye hitap ettiğim sevgilim yarılmıştı onu hesap makinesiyle aramama. ama bahsettiğim herifin, daha ben çakma telefonumu kulağımdan indirmeden tabanları yağlayıp telaşlı telaşlı gidişini hatırladıkça, kim bilir beni ne beladan kurtarmıştı diye düşünmeden de edemiyorum.

o zamanlar takoz gibi telefonlar vardı, casio'm çok ince kaçıyordu. ama şimdilerdeki yeni nesil cep telefonlarına baktıkça, teknolojinin gideceği yerle ilgili oldukça isabetli bir öngörüde bulunmuşum diyorum. bu bahaneyle tüm casio fx serisi hesap makinelerinin bayramını önden kutlar, halen evimde duran emektar 5500'ümün de ekranından öperim.
Her şey yüz yüze halledilirdi doğaldı.
(bkz: Graham Bell bu kadarını düşünmemişti)
o zamanın insanlarına bakıyorum da bu çağdan hakikatten kayıp zamanlarmış o zamanlar. nasıl bir insanlıkmış...
sevgiliyi, arkadaşı buluşma yerinde saatlerce beklediğimiz bu yüzden kavgaların ayrılıkların olduğu zamanlardı.
bursa'da kafkas'ın önü.
taksim'de akm önü.
istiklal'deburger king önü vb.
o zamanlar, insanlar sözlerine sadık varlıklardı. özellikle buluşmalarda. buluşulacak yer ev telefonundan veya bir önceki buluşmada kararlaştırılırdı. sonra buluşma yerine vaktinde gidilirdi. şimdi ise 2 dakika geç kal, neredesin? ne zaman geleceksin? bir ton dert, hatta telefonda geliyorum diyen insan bil ki yarım saat geç kalmış. insanoğlu böyle bir yaratık işte sayın yazarlar.
asansör de aklındığında telefonla yardım istenmediği anlar.

annenin evden çıkarken telefonunu aldın mı diye sorulmadığı anlar.. istendiğin zaman bulunamadığın anlar(bazen işe yarar ama bulunmak)

hele ukrayna da, rusya sa iken sevgili tarafından sık sık görüntülü aranmanın olmadığı anlar.. aynı şekilde türkiye de de. bu yüzden görüntülü telefon almayanlar var aam teknolojiden kaçış olmaz *
kim bilir ne güzel zamanlardır onlar...
sonraki buluşmalar birlikteyken hesaplanır, ilişkiler daha kalıcıdır çünkü yüz yüzedir. teknolojiye hapsolmaktan biraz daha kurtulmuştur insan.
Sevgililerin birbirini ev telefonundan aradığı zamanlardır.
Sevgiliyle ayrılınca da ev telefonlarının susmadığı zamanlardır.
Ev telefon sapıklarının bolca olduğu zamanlardır.
Ayrıca eve geç geldiğiniz zamanlarda gittiğiniz arkadaşın evinin
ailenizce arandığı zamanlardır.
Ya da biraz geç kalsanız ailenizin yollara düştüğü,karakola ve hastaneye gitmeyi düşündükleri zamanlardır.
O yüzden iyi ki cep telefonu diye birşey var.
kimsenin geri getiremeyeceği zamanlardır.
çocukluk dönemlerimdi , güzel dönemlerdi mahallede zaten arkadaşlarını görürdün olmadı mı , giderdin kapısının önüne ahmeeet mehmeeeet diye bağırırdın ya da ziline basardın o da balkona çıkardı zaten .
askerde oldugun zamanlardir.