bugün

bülent arınç'ın izleme heyeti açıklaması nedeniyle rte'ye verdiği ayardır.

--spoiler--
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, çok önemli açıklamalarda bulundu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın izleme heyetiyle ilgili sözlerine de cevap verdi. Arınç, "Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında veya bakan arkadaşlarımız tarafından ne zaman emretmişse kendisine bilgi sunulmaktadır. Ekran önünde konuşmasını uygun bulmuyorum" dedi. Erdoğan, "Çözüm Süreci’yle ilgili bir izleme heyeti oluşturulmasını doğru bulmuyorum" demişti.
--spoiler--

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28515718.asp
4 ay sonra siyaset hayatının biteceği rahatlığıyla yaptığı konuşmadır.
rte'yi izleme heyetinden haber olduğu halde yokmuş gibi davranarak yalan söylemekle, şahsi düşüncelerini uluorta açıklayarak yanlış yapmakla, sorumluluğun hükümette olduğundan bahisle, sorumsuzca konuşabilmekte olmakla suçlayarak verdiği ayardır.

"sana göre hava hoş, cenderede olan biziz, otur oturduğun yerde, pişmiş aşa su katma, daha ne istiyorsun ?" demektir özetle.

eşyanın tabiatı kanunu kendisini yavaş da olsa gösteriyor.
adam haklı .
(bkz: tespitte kalite)
Muhtemelen yarın geri vites yapacaktır.
akil adamlar sıçmığından sonra izleme heyeti sıçtık sıvıyoruz modudur.
Bu ilk değil,öğrenci evleri meselesinde de bir ayar olmuştu.
Fuat avninin teorileri bir bir çıkıyor vay *mk ilerki günlerde nolucak bakalim izleyip görücez .
bir değil bir kaç yönden önemlidir.

1- cb kendisinin konudan haberdar olmadığını ve izleme heyeti kurulmasını doğru bulmadığını söylemişti.
her genel seçim öncesi rte'nin "milliyetçi damarı"nın kabardığını biliyoruz! ama ilk kez hükümet sözcüsü taarafından ters köşe edilmiş oldu.

2- arınç hükümet sözcüsü olarak cb'nın hükümetin işlerine bu kadar karışmasını da dolaylı yoldan eleştirmiş ve sorumluluk başbakanın ve hükümetin dolayısıyla yetki de onların olmalı, demiş oldu.

şimdi hükümet sözcüsü bunu söyledi, ardından erdoğan çıkıp "ben konu mankeni değilim" dedi. bu günlerin geleceğini görmek için müneccim olmaya gerek yoktu. bakın iki ay önce ne demişim:

"bu meselenin bir de diğer tarafı var. farz edelim ki akp anayasayı değiştirecek çoğunluğa ulaşamadı mecliste ve davutoğlu başbakan, erdoğan da cumhurbaşkanı olarak kaldı. o zaman ne olacak? işte orası tam bir muamma. böyle bir durumda seçilmiş ve siyaseten sorumlu ve yetkili bir başbakan, yine seçilmiş ve siyaseten ne sorumlu ne de yetkili bir cumhurbaşkanının kuklası olmaya devam edebilecek midir? bana çok mümkün görünmüyor. illa ki bir yerden kriz patlak verecektir.

biz bunları şimdiden söylediğimizde karşı taraftan sesler yükseliyor "siz herkesi kendiniz mi sanıyorsunuz? davutoğlu ile erdoğanın arası çok iyi, aralarından su sızmıyor. siz boş hayallere kapılıyorsunuz, göreceksiniz hiç bir sorun çıkmayacak" falan diye. yalnız bu adamlara hatırlatmak gerek, biz gezi eylemleri döneminde cemaat ile akpnin arasının açıldığını, aralarında bir krizin patlak verebileceğini söylediğimizde de siz yine aynı şeyleri söylüyordunuz. "gülen hocaefendi" diyordunuz, yere göğe sığdıramıyordunuz. "buna kargalar bile güler" diyordunuz. şimdi ise etmediğiniz küfür, hakaret kalmadı. yarın bir gün aynı küfürleri davutoğlu için, abdullah gül için, bülent arınç ya da başka insanlar için edebilirsiniz. haberiniz olsun. "

(bkz: #26535018)

şimdi daha hala bile bunun danışıklı dövüş olduğunu iddia edenler, aynı yola baş koymuş insanların bu kadar da birbirine giremeyeceğini düşünenler var elbette. hiç öyle düşünmeyin arkadaşlar, eşyanın kanunudur. bir çöplükte iki horoz ötmez. erdoğan sembolik olarak çok büyük anlamlar taşıyan cumhurbaşkanlığı koltuğunu, siyaseten çok büyük yetkileri olan başbakanlık koltuğuna tercih etmişti. şimdi ise o koltuk ona dar geliyor. seçimler yaklaştıkça partisinin anayasayı değiştirecek çoğunluğa ulaşmasının hayal olduğu gerçeğiyle karşı karşıya geliyor. eminim ki şu an kendisi bin pişmandır başbakanlık koltuğundan ayrıldığına. ama daha durun, bu işin bir de seçim sonrası var.

dediğim gibi, erdoğanın şu an için en büyük avantajı şu: davutoğlu seçilmiş değil atanmış bir başbakan. o partiyi iktidara getiren erdoğandı. şimdi ise önümüzde bir seçim var. farz edelim akp tek başına iktidar oldu fakat anayasa değiştirecek çoğunluğa ulaşamadı. mevcut anayasaya göre erdoğanın sorumluluğu yok, yetkileri de oldukça sınırlı. davutoğlu hükümetinin ise çok geniş yetki ve sorumlulukları olacak. işte asıl sıkıntı o zaman yaşanacak.

düşünün ki bir yerel firmanın sahisiniz. çok sevdiğiniz, saydığınız bir büyüğünüz o işle ilgili tecrübeleri de olduğu için size tavsiyeler veriyor. bunları dikkate alırsınız değil mi? neticede adam tecrübeli ve sizin iyiliğinizi istediğinden eminsiniz. bu tavsiyeleri aklınızda bulundurursunuz. ama farz edin ki bu amcamız işi abarttı ve hiç bir yetkisi falan yokken çalışanlarınıza emir vermeye, sizin yerinize şirketi yönetmeye kalkıştı. ona ne kadar müsamaha gösterebilirsiniz? adam iyi niyetli bile olsa, şirket sizin şirketiniz. karı da zararı da sizin üstünüzde. eğer şirket zarar ederse bu amca sizin yerinize o zararı cebinden karşılamayacak üstelik. elbette bir yerden sonra "hadi amcacığım, sen artık evine git. herkes kendi işini yapsın" dersiniz değil mi?

işte hükümetle cumhurbaşkanı arasında olup biten de budur. mustafa kemal atatürkten tutun, inönüye, celal bayara, süleyman demirele ve özala kadar pek çok cumhurbaşkanı bu krizi yaşadı. ve bu krizler istisnasız hep hükümet lehine çözüldü, reisicumhur köşküne çekilmek zorunda kaldı. bunun her seferinde böyle sonuçlanmasının bir sebebi var. bu durum, ülkenin siyasi kültürünün, teamüllerinin ve gücünü anayasadan alan sistemlerin doğal bir sonucudur.