bugün

dünyanın bütün medeniyetlerini büyütüp
beşikliğini yapan her yerde
efes'de bağdat'da kudüs'de
paris'de roma'da istanbul'da...
sen varsın.
kimi yerlere bombalar yağıyor
kimi yerlerde şenlikler kuruluyor
bazılarında bahar yaşanıyor
bazılarında ölüm kanıksanıyor

ama hepsi bendeki seni yansıtıyor.
yeni bir şiirdir.

güzellikler acıyla yoğrulmuş
babil;
mistik çağlara beşiklik etmiş
zindanlarında işkenceyi eğitmiştir.
istanbul;
dünyanın başkentiydi
yedikule zindanları kanla beslendi.
roma;
yeni çağı başlattı
engizizasyonla nice canlar aldı.

ve sen;
gönül bahçemin nadide gülüydün
yüreğimin kabuksuz yarasısın şimdi.
üzerinde biraz çalışılsa güzel olabilecek şiiridir.
yeni bir şiirdir.

hergün bu vakitlerde
gök kubbede yıldızlar belirdiği zaman
bilincim hayaller alemine dalar.

bazen bir ressamım
mutluluğun resmini çizen
bazen bir şair
yüreğini dizelere sığdıran

an gelir eski çağlara gider
özgürlük tanrısı olurum
an gelir bir cellat olup
keserim başını ölümün
deniz güneşi içine alıp
yıldızları yaktığında,
çiçekler yolunup
bahar solduğunda düşün beni

düşün ki
içine bir güneş gibi doğup
baharı yeniden getireyim
çiçekler solmasın...
sen yeryüzünün tanrısıydın
bense gökyüzünün
sen bana
yağmur kokulu topraklar getirirdin
bense
dünyalarca yıldız yağdırırdım saçlarına
sen
yeryüzünde ulaşılmaz dağlar yaratırdın
ben
güneş olup ilk önce sna doğardım.

ta ki
tanrılar ölüp
tek tanrılı sistem
gelinceye dek.
altı ay oldu
kadınım demeyeli sana
yanaklarında sakladığın
gözyaşlarından öpmeyeli
tam altı ay
bunca zamandır duymadım nefesini
sesine katamadım sesimi

oysa hep biriktirdim
o öldürmeyen hasretini.
dört tarafım duvar
yosun tutmuş, taşdan duvar
kapım demir
kurşun işlemez
top atsan yıkılmaz
tavanım koyu beton grisi
başka renk kabul etmez

yani diyorum ki
zindanda olsam
ve görmesem maviyi, güneşi, denizi...
çizerim kafama resmini
maviyi bulutlarıyla
güneşi sıcaklığıyla
ve hayatı tüm renkleriyle

olur ya
birgün göremezsem seni
şimdiden çiziyorum yüreğime resmini
yürek kör olmaz
görmemek imkansız seni.
anlatmaya başladığımda kor olmaya başlar yürek
gece vakti tik taklar sarar evin sessiz koridolarını
aklımın içinde dolaşan iki heceyken sen
anlamlı cümleler kurma yetimden uzaklaştım.

arkadaş sohbetlerini beğenmez, etrafı seyrederdim
ve hiç bir nesne sana ulaşmamın aracı değildi
bu şehrin küf kokan sokaklarında yalnızım ve isyan ediyorum:
sensiz gecelerin acısını çıkarmanın vakti ne zaman gelecek?
güzeldi'li geçmiş zamanları düşünüyorum
şimdi...
cümlelerimiz öznesiz...umursayan yok,
kanlıca'daki yoğurdu...

ve eşikteki öpücük, tarih bilinci olmayan bir
aşkın mührüdür artık...

yılmaz erdoğan
bekarlara ev vermiyorlar, doğru;
evlilere kız vermedikleri de doğru,
bu yüzden bir gün seni bırakırım ya,
tütünü bırakmak gibi bir şey olur bu.

evet, gün geliyor bıkıyorum senden
ama istanbul'dan bıkmak gibi bir şey bu...''

(bkz: ( cemal süreya))
tedavülü çoktan kalkmış bir ömrün
peyderpey yeniden yaşatılması değil bizim sevdamız.
bitkisel hayatta yaşayan bir bedene
yeniden ömür biçmek degil yaşadıklarımız..
ayrı gökyüzüne aynı gözle bakan bir sevdanın en yalın haliyiz..
tümceleri sevda ile nakşedilmiş cümlenin içinde
yüreği cennet kokan bir özneyle ile bir yüklemiz..

sen ve ben ..
sen ve ben hep biziz..
biz ki; bir elif miktarı huzuruz yetim ceylanlara hediye edilen...
biz ki; iki gonca gülüz
nadasa bırakılmış topraklarda yeniden yeşeren...
ve biz ki,
birbirimizin kaderine yazılmış
bir ömürlük sevdayız yıllarca kıyıda köşede delice beklenilen...
"seni unutarak baktığımda bile
dünyanın her yerlerinden geçiyorsun..."
ayrılık masanın üstündeydi kahve bardağınla limonatamın arasında
onu oraya sen koydun
bir taş kuyunun dibindeki suydu
bakıyorum eğilip
bir kocakişi gülümsüyor bir buluta belli belirsiz
sesleniyorum
seni yitirmiş geri dönüyor sesimin yankıları
ayrılık masamın üstündeydi cıgara paketinde
gözlüklü garson getirdi onu ama sen ısmarladın
kıvrılan bir dumandı gözlerinin içinde senin
cigaranın ucunda senin
ve hoşça kal demeğe hazır olan avucunda
ayrılık masanın üstünde dirseğini dayadığın yerdeydi
aklından geçenlerdeydi ayrılık
benden gizlediklerinde gizlemediklerinde
ayrılık rahatlığındaydı senin
senin güvenindeydi bana
büyük korkundaydı ayrılık
birdenbire kapın açılır gibi sevdalanmak birilerine ansızın
oysa beni seviyorsun ama bunun farkında değilsin
ayrılık bunu farketmeyişindeydi senin
ayrılık kurtulmuştu yerçekiminden ağırlığı yoktu ama kendisi vardı
vakit hızla ilerliyor gece yarıları yaklaşıyor bize
yürüdük yıldızlara değen ortaçağ duvarlarının karanlığında
vakit hızla akıyordu geriye doğru...

nazım hikmet ran
oysa,şimdi
kalbindeki ateşi
söndür öldür
unut gitsin diyorsun

o kadar kolay olsa
unuturdum biliyorsun

(bkz: fikret kızılok)
gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
"sen bu şiiri okurken
ben belki başka bir şehirde
ölürüm"

her okuduğumda düğümleniyorum.
'Nazlan
Sitem et
Kırıl bana
Beni geç vakit
Tek başıma suya yolla
Bahçede yüzünü öteye çevir
Güle hayret ediyormuş gibi yap
Gülümseyerek konuş da başkalarıyla
Somurt, avluda sadece ikimiz kalınca
Kızıp en evecen adımlarınla üst kata çık
En sevdiğim çiçeğin saksısı kaysın elinden
Derinleşsin ben içerledikçe ruhumdaki sakarlık.

Yamru bastım iş değildi hâke çakılmak bayırdan
Dağ sıradağdı hangi haşin belden yol veresi
Gece hep süzüldü yukardan lâkayt Kehkeşân
Altımda hep beni yutmaya çağladı nehir
Yetişir hecelemen sök beni bir kere
En zoruma gideni yap hengâme getir
Çel beni tökezlet tuttur çitlere
Ahla istida edecek ahvâl değil
Kim bana kıymazsan bilebilir
Dünya dedikleri samut küp
Acılar tınladıkça bende
Hep seni seslendirir.'
ağlar mı gece dersin,
ağlamaz be...
ne şiirlerde kaç gece ağladı.
benimki sana ağlamayacak işte.

bir öpüşle aşka davet edilip,
bir sevişe bedenimi sunacağım.
kanıp rüyaya boşlukta kendimi boğacağım.
sonra an gelicek başka zevke dalacağım.
ve bir hayal bitecek
gitti yine diye ağlayacağım
ama herkes gibi
yenisini bulacağım
gelip güldürecek ve
binlerce yedi tad verecek
ve her şey biter ya
o da gidecek.

bir hayatı yazacaktım,
izin verseydi kağıt...
daha binlerce dilek tutacaktım,
affetseydi zaman...
bir çocuk gibi ağlayacaktım
yaşlanmasaydı gözlerim...
ve dünya masal olacaktı,
sevseydin denizin tuzu sevdiği gibi sen beni.
bir gün gelir; sessizlikle boğuştuğun günler için ağlarsın
bir gün gelir; karanlıktaki ışığın seni aydınlattığını görürsün
o gün yalnızlığındaki, sessizliğindeki ve karanlığındaki titreyişin gelir aklına.

yarım kavuşmalardaki sevinçler avutur senin yalnızlığını
yarım hayaller ulaştırır seni hedeflerine ve arzuladıklarına
o gün umutsuzluğundaki, ümitsizliğindeki ve yaralı zihnindeki düşüncelerin gelir aklına.

her gün gittiğin o sokak köşesindeki ağlayışındır senin hüznün
koyu kahverengi gözlerinden akan bir iki damla kandır senin yaran
o gün o loş ışıklı evdeki, karanlık sokak köşesindeki ve yıkık deniz kenarındaki hırçınlığın gelir aklına.

kalbindeki parçalanmış ve yok olmuş sevginle ayakta kalmaya çalışırsın
yorgunluğundaki, ruhunun sıkkınlığıyla ve bedeninin yığınıyla kalırsın tek başına
o gün küçücük çocukken saf ve temiz bir o kadar da masum olan kalbin gelir aklına.

bu şehirde bıraktığın sevdiklerinin özlemiyle yanarsın, üzülürsün ve ölürsün!
dev yalnızlığını barındırdığın bu şehirle birlikte yıkılırsın ve kaybolursun.
o gün şehrin gizemiyle birlikte kendi ruhunu hapsettiğin hapishane olan bedenin gelir aklına.

yaşadığın bu hayatın çetrefilli yalnızlığıyla gidersin bilmediğin diyarlara
ölümün getirdiği en güzel sevgiliyi arzularsın bıkmadan ve usanmadan
o gün ölürken bıraktığın, üzdüğün ama üzdüğünü sanmadığın o insanlar gelir aklına.

ve ölüm! senin sıcaklığın beni sardığı gün ben işte o gün doğdum
yeni bir hayatı büyük bir şuh içinde karşılıyorum ve ona kucak açıyorum
ve yaşam! öldüğüm gün senin soğukluğun, sahtekarlığın, ıztırabın ve zulmün gelir aklıma...

(ece kscg)
dar bu mezar
ruhları bedenlerinden kovuyor azar azar
kabul etse beni koynuna
nasıl mutlu olurum bu oyununa
uzanırım korkak cesedinin yanına
yalnız kalmam hiç değilse bu boktan dünyada.
gece kadar karanlıkmış gözleri
sessizce bakıyormuş o saf meleğinin gözlerine
o mavi gözlerine
yaşam kadar değerliymiş
ölüm kadar gizemliymiş
ve o tekmiş
sessiz, çaresiz ve melankolikmiş
yarım kalmış hayalleriyle yola çıkıyormuş
ve hayata karşı tek başınaymış
ve bir de meleğiyle... (ece kscgk)
SINIR

Biraz daha koy üstüne
Ya da uzan yanıma
Düz mantık sözcüklerin sinsi akıllardaki cezbeden saflığı
Davetkar şehir ışıklarının sahtekarlığı
Uykusuz gecelerine karışan alkol
Yok edecek yorgunluğu uyuşturarak sınırları

Hadi biraz daha koy üstüne
Ya da karışsın kanına zehir
Buz gibi duvarların sonsuzluğu
Sert duyguların kalbini sürükleyişi
Alt üst dünyanın fedakarlığı
Herşey bir yana bu böyle olmamalı..

Güneşin batıdan doğacakmış gibi tersine koşar dünya
Ellerini karnında bastır ama hemen dinmez acı
Çok uzakta değil sanki aradığın kapı
işte orada oda
Ama unuttuğun bir şey var..
Bulamıyorsun anahtarları..
Oracıkta kazacaksın mezarını..
Sahte bir ölüm kurtuluş olacak sözlüğünde..
Herşey bir yana bu böyle olmamalı..

Şimdi biraz daha koy üstüne
Ya da uzan yanıma..

samuelenko
(bkz: bir boka benzemeyen minimal şiir)
Anılarda eskirmiş hayat
tarihten, aynalardan ve yarınlardan habersiz
bir söz söyle sen yine de
yan yana durmasa da adımız
susma
ki bileyim hangi mevsimlerde asılı kalmış hayallerimiz.