bugün

(bkz: siz bu yazıyı artık yazmayın)
"kimsenin kimseyle konuşmadığı anda, susmaktan öte kaygım olamazdı".

öylesine yazdığım öylesine açık ki, susmam en bariz kanıtıdır.
çok düşündüm kaçayım diye ama dedim;
ne zaman anlaşmış ki kalple beyin
ve hele ne zaman düşünsem seni
yaprak gibi titriyorken kalbim.
olmamış (bkz: sil baştan) yaz.
sessiz noktalarımın efendisi. üzerimde bir sözlük. bilinmeyen bir dilde konuşulanlar ve her i.k.i. noktamın açıklaması. tam sözcüğünün kendini hiç bu kadar "tam" hissetmediği bir vakit. sözcüklerin hisleri vardır, kendi yerinize boğaziçi köprüsü dikmek istediğinizde de, yerin yedi kat altına inmek istediğinizde de, dilinizin ucundakiler, ağzınızdan sesli harflerle buluşup çıkmadığında da. her defasında yeniden başladım. sesli harflerimi, sessiz harflerimi kaybedip kaybedip tekrar tekrar buldum. sandıklardan çıkardım, küflü elbiselerin arasından, tozlu raflardaki kitaplarımın arasından. seçtim kullanacağım harfleri. yanlarında sessizleri de çaldım. bazen başkalarının harflerini çaldım, başkalarının sözcüklerini çaldım, onları hapsettim, beklettim. filmlerden çaldım bazı harfleri, mesela a, mesela ş, mesela k. harfleri birbirine diktim, seslileri yan yana koydum bağırmak için, sessizleri yan yana koydum, ben gittiğimde yalnızlığına bekçilik etsinler diye. ettiler. sana iyi baktılar. öyle bir baktılar ki, barışmanız için sesli harflerin gerekiyordu. oysa çoktan denizin dibini boylayan bir sandıktaydı.. sözcüklerini öğrendim senin. başkaydı dilin. şimdiye hiç görmediğim, duymadığım, dokunmadığım sesli harflerin vardı. duymadığım suskunlukların vardı. nefesini dinledim, uyurken, beklerken, bana baktığında nefesini dinledim, kalbine yakınca uyudum sonra, kalbimi çiğnedim sonra. ve kendimi sana bakarken yakaladım. gizli bölmelerimden seyrettim seni, çekmecelerin içine saklandım. küçücük bir gezegen yarattım, kalbini dikip kalbime, sonra gece buradan başlar, bitmediği de olur dedim. sonra bizden uçak yaptım, ne demek istediğimi biliyorsun, bulutlar başka türlü ağzından çıkamaz çünkü...
sevgili öylesi;

sana karşı 2 yıldır beslediğim derin duygularım var ama söyleyemiyorum burdan haykırıyor..

ben mi yanlış anladım lan*
birine sonsuz güvenmek nedir bilir misin? yalan söylediğini bile bile inanmaktır onun ağzından çıkan her söze, yara alacağını bile bile ayrılmamaktır bildiğin yoldan. ondan gelecek her zorluğa göğüs germek, başkasının olduğunu bile bile düşünmeden kendinden verebilmektir. belki bazılarına göre bu düpedüz salaklık ama birine sonsuz güvenmek ondan gelen mutsuzluğu başkasından gelecek mutluluğa tercih etmektir ki herkes bu kadar büyük sevemez sevebilene ne mutlu. onlar kaybeden değildir aksine yüreklerinde bu duyguyu barındırdıkları için dünyanın en yüce insanlarıdır ve bu insanların sevgi ve güvenlerine sahip olanlar onların değerini bilse iyi olur.
zamanımda kompozisyon dersi vardı. hocamız hanım efendi başlık açardı. kızılayın faydaları. bazen sıkılır, serbest derdi, aklınıza geleni. coşardık o zaman, şaşardı hoca hanım.
kalem pek sıkıntıya gelmez. emir dinlemez. kalamışta kahve içmek ister, perada tiyatro, fuayede çapkınlık. reva mı ortadoğuda, afrika da bahar.
öylesine çıkarsın sokağa, sere serpe, yaka açık, bağır bir yerde. kalem dilin ucundadır, kovalarsın. dükkan camekanı gibidir hayat öylesine avare.
bir kız görürsün, kimi erkek tabi. bakışlar tesadüfi, öylesine. lodasa vurursun saçlarını, rast takılır gözlerine geri dönersin, yokuşların inişi. rastlamazsın öylesine. canın sıkılır. için keşkelerdedir.
bir taşa tekme atarsın seker kaldırımda öylesine. kovalarsın gölgesiz hayalleri. bakarsın tanıdık gelir kapı, kapının kolu. açar girersin içeriye, öylesine yalnızlık.
ben bu şarkıyı sana yazdım veya bana yazdım dan daha iyi bir sebeptir bence.
öylesin.
öfkem kızgınlığım başımda kaynıyor. şakaklarım enli sağlam pranga çivileri gibi başıma batıyor. ve kızgınlık değil bu üzüntü.. transformersta galbatronun jazz'ı ortadan ikiye böldüğü sahnedeki gibi birini ortadan ikiye bölmek istiyorum. duvarları yumruklamak başka yerleri kırmak yetmedi. ranzamın merdivenini yumruklamak istiyorum. ellerim en son vukuatımın yararlarını iyileştirmiş, ortam müsait koşullar uygun, kararlı kızgın, merdiven odaklı bakışlarım var fakat içimde kalan o en son bilinç beni durduruyor..
öyle bişisin işte,
sen,öylesin...
ne zaman ki bu acıyı dindirirsin, o zaman gerçekten varlığına inanırım.
bazen an be an,neden bilmem hatrıma gelen, gelmeyen herneyse bişileri çok özlüyorum... iyi de neyi, ya da kimi? ne yanıma sorsam bilmiyorum...öylesine özlüyorum.

sen herneysen öylesin,öyle bişisin..
ne sen bulutsun ne de ben yağmur,
ne sen mağrur ne de ben mağrur,
hüzünlü bir akşam susmuşuz durgunuz hepsi bu.

öylesin, öylesine de bişisin işte...bu da öylesine bi yazı değil mi zaten.
durdugum yer,
iyi bildiklerimin duraği.
peşinden gelmeyişim ondan.
annesinin yaptiği yemeği,
burnuna gelen çağirici kokulara rağmen...
üstelik açken,
bekleyen ben,elbette şikayet etmem.
bir gün gelip koluma gireceksen,
düştügüm için degil,
birbirimize yakiştiğimiz için olacak,
senin elinde çicek, bakişlarin beyaz
bense saçlarinin rengi,
ve göreceğiz dostlarimizi
eşit,gülümserken.
gelmezsen eğer,
inandiklarimin durağinda,
anladiklarimla yanacağim
"yalniz anlamalar" söndürmeyecek.
uyandığımız sabahlarda.
uyuduğumuz gecelerde.
hiç aklımıza gelmedi.
olmazdı zannederdik. gittin...
beraber inandık, yalnız yanıldım.
ölesiye sevmiştik, öylesine sevmişsin!
öylesine;

--spoiler--
sana bir söz yazdım bugün, yolladım rüzgarla, içinde gözyaşı vardı küçücük bir kadınla...
--spoiler--
adam mektubuna "sana merhaba diyemeyecek kadar uzaklardayım" cümlesiyle başladı...
elleri titriyordu yazarken, kalemi tutmakta güçlük çekiyordu...
saat gecenin 03:15 idi...

mum ışığında, derme çatma odanın içinde zaman akmıyordu, her şey sabitlenmişti sanki.
donuk bir film karesi gibi hayâl ettiği hep aynı yüzü düşünerek, o'na daha önceden söylediği cümleleri tekrar tekrar, yeniymiş gibi, yineliyordu adam.
üzerine ne giydiğini, akşam yemek yiyip yemediğini bilmiyordu.
masada duran küllük tek bir izmaritlik yer kalmamış halde doluydu.
yine de biten sigarasını sürekli tazeliyordu adam.
çalınmış bir ömrün, ruhsuz kalmış bedenini, taşımak zorunda olduğu için taşıdığını bilerek, zar zor alınan soluklarla, gözlerinden akan yaşları silmeden devam etti yazmaya adam;
"seni neden unutamıyorum ve hâlâ ilk gün ki heyecanla sevebiliyorum?"

oksijen yerine hüzün ve acı solunurken odada, yaşama ait tüm canlılık durmuş gibiydi.
adamın içindeki tanımı yapılamayacak, herhangi bir lisanda anlatılması mümkün olmayan acı parmak uçlarından kalbine süzülüyordu.
dışarıda, hâlâ insanların yürüdüğü, güldüğü, sevinç çığlıkları attığı bir yaşam vardı ve duyuyordu adam bu coşkuyu, görüyordu, kıskanıyordu deli gibi, onlar gibi olmak istiyordu ama, olamıyordu.

dünden kalma, üzerine katran siyahlığıyla yapışıp kalmış, içine yer etmiş hatıralarla, o odanın içinde, tutukluluk halinde, devam etmek zorundaydı yaşamına.

çok kez denediği, ancak sadece deneyebildiği, sonuç olarak beceremediği ölümü, sadece bekleyebiliyordu.
tüm gücünü kullanarak, mektubuna son cümlesini yazdı adam;
"bu mecburi hayatın, Seninle geçirilmiş anlarına duyduğum saygımdan ve inandığım, kendiliğinden büyüyen, boyumu, ömrümü aşan sevginin merhametindendir ölemeyişim, Ben kendime değil, içimdeki Sana kıyamadım, hoşça kal rüyalarımın, kabuslarımın, açlığımın, tokluğumun, umutlarımın, umutsuzluklarımın tek gerekçesi, hoşça kal..."
iyi gün dostlarım sizi sizin kadar seviyorum.
zamlandı beyin üretmeleri,safsaklandı cümleler.
öpüşmelere gölge düştü hemen ardından,günah dendi el değmelerine.

diretilenlere ayak uydurmanın gereği bağırıldı meydanlarda.
kabul gördü her kültürden,duymadık kalmadı.
peş peşe oldu ne olduysa...

özerk bakışlara, küs bir özgünlük oldu aldatmalar,
post sevgileri modernize ettiler.
çağdaş sevgililer üretildi, liseden önce, üniversiteden sonra.

kız olan kadın,
küçüktü...
elleri üşürdü hep...

saflık,
geriden zekâ birikmeleri,
kalmadı arka dönülecek bir insan.
ceplere takılı kaldı gözler.
ve çöpler ne çok çocuklara aş evliği ettiler.
gidişat çığ düşmesine dönük...
elde kaldı siyahlık.
kir yakışıyormuş temiz aşka
attılar bir avuç çamur.
iz kaldı, hep kaldı...

çöpteki çocuk tutamadı hoşlantılı bir eli.
pis koktu.
içindeki temizlik karardı, yok oldu.
liseler denk düştü üniversiteli sırnaşıklıklara.

ortada günah,
elimde sevap,
ben...
ben; bıktım.
ellerin, en mahrem yerindi.
onlar sevdi ellerimi.
en kuytu yerine dokundum,
gözlerinle birleşti gözlerim.
ellerin,ellerin en mahrem yerindi.
ey öylesi;

seni çok seviyorum.
yokluk içindeki var edişlerdir, anılardır geriye kalan.

silinmeye yüz tutmuş tozlu raflarında zihnin.

bir yok oluştur doğurduğunuz yokluğun içinde.
aynı anın mağduruyum,
ayna bilmez beni...
ben kendimi daha aynada görmedim.
zavallı size ben dokundum.
bugünün gözü çıktı.
bugünü ...... hayat
öpüşen sevgililer,
cinsel bir ölümle tanışın!!

tuhaf bir şey bu.
kapının arkasında duran yabancıyı bilip,
onu beklerken korkmak gibi.
hep uyandığın saatte,
hep yapmak zorunda olduğun o meşguliyetle...
bilmeden,
bilemeyecekken,
bilmemeliyken.
güncel Önemli Başlıklar