bugün

insanların kim olduklarını sorgulamaya başladıkları dönemler oluyor ve kendini bir kere bulduktan sonra işte ben buyum denilemiyor. çünkü hayat değişiyor ve insan da bu değişimin bir parçası olmaya zorlanıyor. neticede biz, kişiliğimizi tam da oturttuğumuzu düşündüğümüz zamanlarda, oluşturduğumuz değer yargılarının ters kutba çekildiğini; doğruların yanlış, yanlışların kimi zaman daha da yanlış, kimi zaman da doğru olduğunu görüyoruz. ve bu tutarsızlığın sorumlusu kontenjanına kendimizi tayin ediyoruz. ne kadar kaya gibi sağlam olmaya çalışsak da hayat ve insanlar kendi koşullarına ve kendi çıkarlarına göre oluşturdukları değer yargılarına uyum sağlayabilmemiz adına bizi lastik eldiven kıvamına sokmaya çalışıyorlar: her ele uyum sağlayabilen, her elin şeklini alabilen. evet bu, indüklenmiş uyum hipotezi mantığına göre işleyen bir mekanizma. ve bir süre sonra tek derdimiz her eli memnun etmek oluyor. kişiliğimiz ve ruh halimiz ellerden aldığımız enerjiye, onarın bize davranma biçimlerine ve hakkımızdaki düşüncelerine göre şekilleniyor. çünkü bilirsiniz, bir eldiven bir el olmadan hiçbir şeydir, eldiven elle anlam kazanır. anlamımızı keşfetmemiz ve kendimizi tanıyabilmemiz en önemlisi de kendimize saygı duyabilmemiz için ellere ihtiyaç duyar hale geliyoruz.
sonuç olarak başkalarının tepkileriyle şekillenmek, kendimiz hakkında bizim ne düşündüğümüz değil, çevremizdekilerinin ne düşündüğünü baz almak insanın kendisine olan saygısını kaybetmesine ve neticede hiçbir zaman kendisini bulamamasına neden olur.
(bkz: modayı takip etmek)
doldurulmaya müsait insan olmaktır.
başkalarının lafıyla birini çok sevebilir ya da nefret edebilirsiniz.
Benliği bulunmayan başkalarının hayatını yaşayan kimsedir.
yeri ve zamanı geldiğinde, bir kadının mükemmel erkek profiline uyan birini bulduğunda ona ayak uydurmasını teşkil eden durumdur.*