bugün

"kendimizi yukarılara ne kadar çıkarırsak, uçamayanlara o kadar küçük gözükürüz" dedi, uzun fırça bıyıklarının altında kaybolmuş ağızıyla, nietzche. neden böyle bir şey söylemişti, nasıl oluşmuştu sakin tonlamasının altında büyük bir öfke gizli olan bu cümle. bilmiyordum, ama hak veriyordum ona, keşke hiç hak vermeseydim, keşke yanılsaydı o diye düşündüm. ama haklıydı işte, bütünüyle haklıydı.

***

kahve içiyorduk iş arasında, bir yandan da problemlerimizi tartışıyorduk. hayır yapay iş arkadaşlarım yoktu o anda yanımda, aksine sevdiğim, nadir olanlardı etrafımdakiler. tam kahvemi yudumlarken, birden yere yığıldı karşımda duran kız. bayılmıştı. birden bire gözlerini kapamıştı, kendini yere bırakmıştı. kırılan bardağının ve dökülen kahvenin arasından kaldırdık bedenini, ambulans arandı, sedyeye yerleştirildi ve gitti. serum takılacak, iyileşecek ve aramıza dönecekti. aralarına dönecekti.

o kız, ömrümde tanımaktan memnun olduğum nadir insanlardandı. oldukça iyi bir eğitim almış, amerika'da başarılı bir doktora sonrası, tüm iş tekliflerine rağmen ben vatanıma hizmet etmeliyim diyerek ülkesine dönmüştü. biliyordum, maaşının neredeyse yarısını hayır işlerine harcıyordu, öyle ideoloji de gözetmezdi, nerede bir yardım kampayası görse parasını oraya harcardı. sel felaketi sonrası gönüllü olarak istanbul'a gitmiş, gönüllü olarak temizlik işlerinde çalışmıştı. öyle biriydi işte o bayılan kız. o güzel ülkemde değeri anlaşılmamış, her gün binlerce polemiğin içine çekilen o kız.

uzun süredir süren bir psikiyatrik rahatsızlığı vardı, herkese güler yüzlü davranmasına rağmen, kendi içinde binlerce problemi vardı. aslında hali vakti yerinde, tuzu kuruydu, ama o herkesin sorununu sorun eder, onun iyiliği nedeniyle ona saldıran insanlara ağzını açıp birşey söylemez içine atardı. etrafında ki insancıklar tarafından ise anlaşılmazdı bir türlü. bayılan o kızdı. psikiyatrik hastalığı ilerlemişti, iyi oldukça, anlaşılmamış, kendini geliştirdikçe dışlanmıştı, tutunamamıştı.

her sabah midesi ağrıyan bir dostum daha vardı, akşamları kendi kendime konuşuyorum artık diyen. alanında türkiye'de bulunan nadir uzmanlardandı. yurtdışından teklifler alan, ama ülkemde kalacağım diyen, ülkesini seven. onunla da uğraştılar, iş hayatı böyleydi, ne kadar başarılıysan o kadar düşman edinirdin, eğer onlar kadar küçülmez onurlu duruşunu korursan, kendini yemeye başlardın bir süre sonra. böyle insanlar çok fazlaydı tanıdığım, tutunamayanlardı onlar, iyilikleri, başarıları cezalandırılanlar.

***

ne yazık ki kendini geliştirmiş insanlar, her zaman etrafında ki yerinde sayanların hedefi olurdu şu hayatta. o kadar kalabalıktı ki o yerinde sayanlar, o kadar çoktu ki cahiller. onlar karar veriyordu herşeye, onlar haddini bilmiyor, onlar fesatlıklarını kusuyorlardı namussuzca.

kıskançlık mıydı bu, farklı olana duyulan nefret mi, hoşgörü eksikliği miydi, empati yoksunluğu mu yoksa. ama oluyordu bir şekilde işte. etrafına hassasiyetle yaklaşan, başkasının acısına bile üzülebilen, iyi niyetli insanlar, hele bir de başarılılarsa, saldırılara uğruyor, cevap verip küçülmüyor, en sonunda kendi vücutlarını yiyip bitiriyordu.

az gelişmiş topluluklarda gelişmiş insan olmak zordu, nietzche doğruyu söylemişti;

insan kendini yukarılara ne kadar çıkarırsa, uçamayanlara o kadar küçük gözüküyordu.
"..."devlet bursuyla gitseydin bu problemlerle karşılaşmazdın" dedi karşımda duran bölüm başkanı. yıllardır tanıdığım, saygımı kazanmış ve saygısını kazandığını bildiğim bilim insanı. sırf kendi çabamla sınavlara hazırlanmış (!) burs bulmuş kendime yurtdışı kapısını açmıştım. gre'nin ne olduğunu sınava girmeye bir ay kala öğrenmiş ve iyi bir puanla vermiştim. toefl'a hazırlıksız girmiş halletmiştim. bursu okul desteği olmadan kendi çabamla bulmuştum ve nihayetinde iyi bir okulda, güçlü bir programda ve iyi bir hocayla doktora çalışmamı tamamlamıştım...."

böyle demişti bir arkadaşım türkiye'ye kesin dönüş kararından sonra karşılaştıklarının ardından. devam etmişti:

" bu yaşayacaklarımı bilseydin, döner miydim bilmiyorum? başarının suça bu şekilde evrimleşebileceğini bilemezdim..."
"doktoram bitmiş, ülkeme dönmüştüm" diye devam etti en yakın dostum. "şans eseri dönüşümün peşi sıra iyi bir kamu kurumda, kendi konumla ilgili bir pozisyon açılmış ve de başvurmuştum. başvuru şartlarında toefl puanı da aranıyordu. oysa ki sınava gireli oldukça uzun zaman geçmişti. eski puanım kullanılmazdı. çok öncesinde sınavı vermiş ve hatta doktoramı da o dilde tamamlamıştım. ancak işe yaramıyordu işte. istenilen puan oldukça düşük bir puan olmasına ve çalışılacak program çalışma alanıma oldukça yakın bir konu olmasına rağmen başvuramadım. çünkü süresi dolmamış bir toefl puanım yoktu. sınava girmek için ise yeterli sürem yoktu."

"uzmanlık alanımı kullanabileceğim bir çalışma alanının yanımdan sıyrılarak geçişini izledim" diyerek tamamladı konuşmasını arkadaşım.
(bkz: türkiye de hiçbir başarı cezasız kalmaz)
vergi oranlarının gelirle birlikte arttığı vergi sistemleri de bu kategoride değerlendirilebilir.
motivasyonu ve yapılan işin istenirliliğini düşüren önemli bir faktördür. insanların çalışıp çabalamasının sebebi bir işi başarmak ve gerekli takdiri görmektir. belki algılanan takdir kişiye göre değişir bazısı aldığı maaşın artmasını ister, bazısı terfi edilmek ister, bazıları da sadece "aferin çok iyi iş çıkardın çok faydalı oldu bu bize" şeklinde pohpohlanmak ister. fakat genel istek aynıdır. belli bir efor sarfedilerek başarılan bir şeyin sonucunda ödül verilmesidir.

elde edilen başarıya ödül yerine ceza verilmesi ise; çalışma isteğini ve azmini köreltir. dolayısıyla aslında önemli başarılar elde edebilecek bir birey ceza aldıktan sonra çalışma isteğinin körelmesi sonucu bundan sonra verilecek görevlerde "nasıl olsa bir şeyler yaptığım zaman cezalandırılıyorum o zaman çalışmam, uğraşmam ne ödül ne ceza alırım" mantığı ile hareket eder.

peki nasıl sonuçlar doğrur başarıyı cezalandırmak? öncelikle yapılan işin verimliliği düşer, kişideki çalışma iştahı azalır ve yaptığı işten nefret eder. bireydeki bu tatminsizlik toplumu da olumsuz etkiler. yaygın bir kanaat ise cezalandırma durumu; hiç kimse önemli başarılar elde edip göze batmak istemez zaten gerekli ilgiyi ve desteği görmemiştir. toplumsal yaratıcılık düşer. yeni fikirlere kapalı, yerinde saymaya mahkum olur.