bugün

bir leyla ipekçi yazısı. kalmak mı yoksa gitmek mi zor? kaderin bize sorduğu zor bir soru. gidemeyenler okusun:

aynı anın içinde sonsuz karşılaşma imkânı

aslında hep aynı anın içinde tutar bizi gitmek. bir kez gitmek sonsuzdur. geride kalan her şeye anlamını veren gitmektir. kalanlar, ancak bu niteleme içerisinde kendi adlarına ve sıfatlarına bürünmeye başlarlar yeniden. bazen yavaş yavaş. bazen hemen.

kırık bir gönül hikayesi. gençlik anıları... ya da üç dakika süren bir karşılaşma anı...
kalanlar genellikle geçmiş zamanda anılırlar. bu yüzdendir ki daima bugüne, şimdiki zamana taşınırlar. biçim, görüntü ve sık sık algı değiştirirler. eşlik edebilmek için bize. belleğimize...

anılar, olaylar ve nesnelerin yanı sıra geçmiş zamandan bugüne taşınan 'kalanlar' o kadar çoktur ki. kişiler de kalır mesela. bazıları kalmayı yeğler, evet. gidenlerin el sallayıp gitmesinden sonra neler olup bittiğini ancak kalanlar bilir. yaşamsal alanı kalanlar genişletir. böyle düşünürüm kendi adıma.

kalanlar

kalmanın hayatı kavramaya iten bir başka yanı daha vardır. sabretmek. ayrılık kalan kişi için iki kere zordur. gidenin hüznünü de paylaşır, özlemini de. öte yandan kalmanın sorumluluğu giderek terbiye eder kişiyi. zamana ve mekana bakışını kökünden dönüştürebilir bazen. gitmek evet hüzünlüdür. ama kalanın sabır eşiğinin genişlemesinde gidenin hüzün, özlem, kavuşma arzusu gibi tüm 'haller'ini üstlenmesinin rolü büyüktür. kalan, biraz da tüm zamanları kuşatandır aynı zamanda.

giden kişi bazen keşfetmeye gider, bazen de bildiklerini doğrulamaya gitmektedir. bilmediğine teslim olmayı bilen ise kalan kişi olur çoğunlukla. ancak kalan bilir bilmediğini. bu bilgi; tam bir kalp ilmidir. kalmakla açığa çıkar insanda. öğrenilmesi gerekmez. zaten içindedir.

gidenin kalp ilmi daha farklı açılışlara imkan tanır. sözgelimi başkası olmaya gitmektedir kişi. sorsanız evet der gidenler, başka dünyaları keşfettikçe başkası olur insan. ötekilerle arasındaki mesafe kalkar. aynı zamanda da 'kendi olmaya' giden yola çıkmış olur giden kişi. çünkü insanın kendi olma serüveninde kaçınılmaz olarak başkaları vardır. başkası olma hallerimiz vardır... hepimizin yolcu olduğu bir hakikatin dehlizlerinde bata çıka gezinme hevesi belki daha fazladır gidenin. bazen.

gitmek ufkunu genişletir insanın. kalanlar ise umut ederler durmaksızın. beklemek, insanı gelecek zaman kipinde tutar. ve umudun eşiğinde. tabii şu da var. gidebilme umudunu kalanlar taşır genellikle. gelenleri karşılamak da onlara düşer. nihayetinde kalanlar da bir başka yolculuğu, yani bir başka gitme işlemini gerçekleştirmektedirler kendilerine göre. daha farklı bir biçimde...

müzmin bir 'kalan' olarak, doğduğum yerde yaşıyorum ben. insanlar geliyorlar. değişimlerin içinden geçiyoruz. savruluyor, dönüşüyoruz. gidiyorlar. büyük gitmelere ve büyük gelmelere tanık oluyorum durduğum yerde. kalp hicretlerine, hac yolculuklarına, kişisel miraçlara, ruh hicretlerine yakın duruyorum ister istemez. yani 'kalan'ların kalarak yol almalarının hikayesine...

hakikat içinde ayrıntı gibi duran veya görünmez bir boyutta algılanan birçok şeyin aslında 'gitmekte' olduğunu sezebiliyorum kaldığım yerden. tabii buna bağlı olarak kendi 'gitme' eylemlerim de daha çok görünmez ama hissedilebilir bir boyutta vücut buluyor. hicretler daha fazla içselleşebiliyor. her zaman değil. bazen.

ben de gidiyorum kısacası. kendime ait bir biçimde. giderim. ama bu gitmekliğim bile bir 'kalan'ın gidişidir. geride bıraktıklarımı içerdiğimi, hep aynı anın sonsuzluğunda onların da beni kuşattığını hissederim. hiç bırakmam geçip gittiklerimi.

benimle çoğalır, nadiren azalırlar. nihayetinde zaman geçtikçe taşıma kapasitem de genişliyor geçip gittiklerimi. eksilmekten, yük boşaltmaktan filan hiç söz edemem gittiğimde. gitmek; her seferinde bir kez daha kalmaktır benim için.

ve anlarım ki, insanın kendindeki en kıymetli şeyi giderken kendisinde kalanlardır. kimse bunu alamaz ondan. çalamaz. beni ben yapan bende kalanlardır. bir gündüzden, bir sanat eserinden, bir düşünce tarzından veya bir insandan bende kalanlar. tabii bunun değerini en çok giderken anlarım. gitmekle.

kavuşmanın öncesi, sonrası

kavuşma anından bir önceki durumdur aslında gitmek. kavuşma anından sonra yine gidilecektir gerçi. bir kez daha. esas kavuşmaya... böyle bakacak olursak, hepimiz kavuştuktan sonra koptuğumuz, ayrı düştüğümüz için metaforik olarak hep gitmeklerdeyiz.

ta ki, bu gidişlerin aslında bir dönüş yolu olduğunu fark edene dek. gidişlerimiz sonsuza dek yeni anlamlara açılarak hakikat algımızı genişletecekler. evet. ama gidişlerimizin istikameti metaforik olarak cennete yaklaştıracak bizi. ilk düştüğümüz yere.

aynı şekilde kalışlarımız da bir iple ilk kıpırdadığımız yere bizi bağlıyor. tüm yer değiştirmelerimizi ve dönüşümlerimizi içeren, henüz gitmediklerimizi, henüz kalmadıklarımızı da içeren o çokluğun bir'liğinde, şah damarımızdan yakın olana kavuşmak bizim için en uzun yolculuk oluyor... böylesine bir gitmek: hep aynı zaman diliminde ve hep aynı anın sonsuzluğunda tutuyor aslında bizi: varoluş (veya yok oluş) hakikatinde.

gidiyorum belki evet. ayrı düşmeden. hakikatin bize iki parmak bile boşluk bırakmadığına teslim olarak. aynı anın içindeki sonsuz imkanlarda defalarca karşılaşmak için... kaldıklarımızla, gittiklerimizle.